Aktivist değil örgütçü!

“Aktivist” kavramı, Türkiye Devrimci Hareketinin son on yılında kullanılmaya başlayan ve giderek benimsenen, yaygınlaşan bir kavram oldu. “Bizim” tasfiyecilerden başlayıp “Atılım” çizgisine ve diğer devrimci hareketlere sirayet eden bu kavram, altında yatan zihniyetin pek sorgulanmadığı, üzerinde fazla düşünülmeyen bir kullanma biçimini aldı.

Bu kavramı ilk kullananlar, son derece ‘iyi niyetli’ bir görüntü içindeydi. Adeta, ‘örgütçü’ kelimesinin daha ‘modern’, daha ‘anlaşılır’ bir versiyonu gibi sundular bunu. Öyle ya ‘eski’-‘yeni’ tartışmasının son hızla ve kıran kırana yürütüldüğü bir süreçte, ‘örgütçü’ kelimesi de biraz ‘eski’ kokuyordu! Öyleyse daha ‘yeni’, daha ‘modern’ ve ‘günün görevlerini’ daha iyi kapsayacak bir kelime ile değiştirilmesinde bir sakınca yoktu!

Gerçekte ise, bu kavramın kullanılması, her açıdan değer yitiminin, işleyişi altüst etmenin resmileştirilmesi, yeni ve tasfiyeci kadro tipinin tanımlanmasıydı. ‘Kadro’ ve ‘örgütçü’ kavramlarının yerine ‘aktivist’; ‘yönetici’ ve ‘önder’ kavramının yerine ise ‘teorisyen’ konuldu. Kadrolar, ‘aşağıdakiler-yukarıdakiler’ gibi ‘aktivistler-teorisyenler’ olarak ikiye ayrıldı. Ayrıcalıklı bir elit olarak ‘teorisyenler’ tepede çöreklenirken, ‘aktivistler’ adeta “ayak işlerini” yapan, koşturan, o yönüyle küçümsenen, ama aynı zamanda başarılamayan her görevin sorumlusu ilan edilen bir kesim oldu.

Bu kavram kargaşasının neden yaratıldığı ve hangi döneme denk düştüğü önemlidir. Kadroların ‘örgütçü’ özelliklerine önem vermek, hedef olarak ‘örgütçü’ olmalarını istemek, mücadelenin yükseliş dönemlerinde görülmüştür. ‘Aktivist’ kelimesi ise tasfiyeciliğe yönelmiş bir hareket içinde ortaya çıkmış ve mücadele genel olarak gerilemeye başladığında da yaygınlaşmıştır. Sadece bu nesnel zemin bile iki kavramın ve onlara yüklenen anlamların farkını görmek açısından çarpıcıdır. İki kavram arasındaki fark, kullananların devrimin neresinde durduğunu, mücadeleye nasıl baktığını ve mücadele ile nasıl bir bağ kurduğunu gösterir.

 

‘Örgütçü’ örgütler, ‘aktivist’ hareket eder

İki kavramın sözlük anlamları arasındaki fark bile yeterince çarpıcıdır.

Örgütçü, kitle çalışması yürütmek ve kitleleri örgütlemekle yükümlüdür; aktivistin görevi ise hareket etmekten ibarettir.

Kitleleri örgütleyebilmek için bir örgütçünün çok çeşitli nitelik ve yeteneklerle donanmış olması gerekir. İyi bir örgütçünün iyi bir ajitatör olması gerekir mesela. Konuştuğu zaman karşısındakini etkileyebilmeli, ikna edebilmelidir.

İyi bir örgütçünün teorik-siyasal düzeyi yüksek olmalıdır mesela. Gündemde olan ve kitleleri ilgilendiren bir konuya ilişkin olarak eğitim çalışması yapmış, ML klasiklere bakmış, güncel gelişmeleri yakından takip etmiş olmalıdır. Seçimler sözkonusu olduğunda, devlet ile hükümet arasındaki farkı açıklayabilecek; Irak işgaline karşı Saddam’ı destekleyen bakışaçısının “Üç Dünya Teorisi” ile bağını kurabilecek; ABD ekonomisinin içine girdiği krizin emperyalist-kapitalist sistemin ekonomik açmazlarından kaynaklandığını anlatabilecek, vb. her türden soruna cevap bulabileceği temel bir ML altyapıya sahip olması ve güncel gelişmeleri bu bakışaçısıyla yorumlayacak bir siyasal düzeye ulaşmış olması gerekir.

İyi bir örgütçü, aynı zamanda alanında çeşitli gösteri ve eylemleri örgütleyebilecek askeri bir bakışaçısına da sahip olmalıdır. Faaliyet yürüttüğü alanda gerçekleştirilecek yasal ya da meşru eylemleri örgütlemek onun sorumluluğundadır. Eylemi en ince noktasına kadar planlamak ve eylem anında çıkabilecek olası sorunlara doğru bir biçimde müdahale edebilmek, doğru inisiyatifi geliştirebilmek için, temel askeri eğitimi almış olmalıdır. Keza ajitasyon-propaganda materyallerinin yapılması bile, rastgele değil, örgütçünün yapacağı belli bir plan dahilinde yürütülür.

İyi bir örgütçü, militan ve direngen olmalıdır. Örgütlediği insanları, yasal ya da meşru farketmez, bir eyleme götürdüğünde, devletin saldırısına karşı en önde dövüşebilmelidir. Kendisinin dövüşmesi de yetmez, getirdiği herkesi, sıcak çatışma anında bile kontrol edebilmek, onların da direnişini örgütlemek örgütçünün işidir. Gözaltındayken kendisinin direnmesinin yanı sıra, orada bulunanları direnmeye sevk etmek, onlara moral ve güç vermekle karşı karşıyadır.

İyi bir örgütçü olabilmek için, bütünlüklü bir devrimci gelişim zorunludur. Tek yanlı çarpık bir gelişim, kitle çalışmasında da tek yanlı ve çarpıtılmış bir gelişim yaratır çünkü. Bir alanda yürütülen kitle çalışması, o alanı örgütlemeye giden kadronun yansımasıdır adeta. Örgütlemeye çalıştığı kitleler, onun sadece gelişkin olduğu yönünü alırlar. Mesela sadece direngen ve militan yanı gelişmişse, örgütlediği taraftarlar da direngenliği ve militanlığı öğrenir, ama siyasal yönden zayıf kalırlar. Eksik bir örgütçünün çalışması da eksiktir. O kendini geliştirip iyi bir örgütçü oldukça, çalıştığı alan da, ilgilendiği kadro adayları da bütünlüklü bir devrimci gelişim göstereceklerdir.

İyi bir aktivistin ise ihtiyacı olan tek şey enerjidir. Onun tek meziyeti, ondan beklenen tek nitelik çalışkanlıktır. Daha az uyuyan, daha çok koşturan, daha fazla hareket eden bir kadro, rahatlıkla iyi bir aktivist olarak tanımlanabilir. Çalışkanlık elbette ki önemli bir erdemdir. Ama daha da önemli olan, bu çalışmanın ne kadar hedefli ve amacına hizmet ediyor oluşudur. Bir koşu bandında koşarken de çok efor sarfedilir, oysa hep yerinde sayılmıştır. Onun için bir devrimci açısından tek başına çalışkanlık yetmez. Sistemli, planlı, hedefli, örgütünü ve kendini hep ileriye taşıyan bir çalışkanlık gerekir. “Aktivist”te böyle bir çalışkanlık aranmadığı gibi, çalışkanlık sadece koşturmakla özdeşleşmiştir. Üstelik son yıllara damgasını vuran “miş gibi görünme” hastalığı devrimci saflara da sirayet etmiştir. Çok çalışmasa bile ‘çalışıyormuş gibi görünme’yi başaranlar, takdir toplamayı da başarmaktadır.

 

Örgütçü için ‘insan’ önemlidir,

aktivist için ise ‘faaliyet’

Örgütçü, insanlarla kurduğu ilişkiler üzerinden kendisini sınar; aktivist ise, yaptığı işler üzerinden. Bu, örgütçünün işe önem vermediği anlamına gelmez. Tam tersine arada diyalektik bir bağ vardır. Örgütlenme faaliyeti sadece soyut konuşmalar üzerinden olmaz çünkü; örgüte yakınlaştığı oranda yaptığı işler artar. Bir insan örgütlemek, bir komite kurmak, o alandaki faaliyette de bir sıçrama anlamına gelir.

Aktivistin başarı kriteri, bulunduğu alanda kaç gazete/dergi sattığı, bağış kampanyasına ne kadar para topladığı, mitinge kaç kişi getirdiğidir. O, başardığı faaliyetle ilgilenir. Düşünmez, sadece önüne koyulan pratik işleri yerine getirir. Bu işlere kimseyi katamıyorsa, tek başına yapar. Onun için önemli olan, alanında faaliyetin yapılıyor olmasıdır. Nasıl ve kimlerle yapıldığı, ne kadar amaca uygun olduğu, sonuçlarının ne olduğu vb. önemli değildir. Başlangıçta tek başına da olsa bir faaliyetin yapılması olumlu görünebilir, fakat bu geçici bir durum değil, süreklilik kazanan bir tarzdır. Düşünüş ve çalışma biçimidir. Böyle olunca, bir süre sonra yorgunluk belirtilerinin başlaması kaçınılmaz. “Aktivist”teki yorgunluk, faaliyeti durma noktasına getirir. Ta ki yeni bir “aktivist” ile aynı kısır döngü yeniden başlayana dek…

“Hareket herşeydir, nihai hedef hiçbirşey” demiştir yüz elli yıl kadar önce, revizyonistlerin atası Bernstein. Hareket günlük faaliyettir, nihai hedef ise, kitleleri örgütlemek, devrimi kitlelerin eseri haline getirmek, sosyalizme yürüyebilmektir. Günümüzün tasfiyecileri de Bernstein’ın bu ünlü sözüne uygun hareket etmekte, küçük-burjuva akımlar da bundan etkilenmektedir. Günlük hareketi örgütlemeyi her şeyin önüne geçirip günü kurtarmayı en önemli kriter haline getirmişlerdir. Oysa ancak nihai hedef doğrultusunda yürütülen günlük faaliyet, uzun soluklu, sabırlı, sistemli bir örgütlenme faaliyeti olabilir.

Devrim kitlelerin eseri olacaktır. Örgütlenme, kitleleri harekete geçirmeyi hedefler. Ancak ‘kitleleri harekete geçirmek’, basitçe mitinge daha fazla insan götürmek, daha fazla dergi satmak vb ile sınırlandırılamaz. Kitleleri harekete geçirmek, onlarda bir bilinç dönüşümü yaratmak, onları kolektifin şu ya da bu düzeyde bir parçası haline getirmektir.

Örgütçünün başarısı, her zaman somut olarak görülmeyebilir. Yükseliş dönemlerinde bunu ölçmek çok daha kolaydır. Yapıya yeni bir insan kazandırmak, lojistik bir olanak yaratmak, bir ailenin evini-kapısını açmasını sağlamak, yeni ilişkilerden bir alana dönük komite kurmak vb. Yenilgi dönemlerinde ise çok daha zordur yol almak, kitlelere adım attırmak. Çok daha yoğun bir emek, çok daha sabırlı ve sistemli bir çaba gerekir. En önemlisi ise, kitlelere güvenini asla kaybetmemektir.

Harcanan emeğin önemli bir bölümü ‘düşünmek’ biçimindedir. Örgütçünün kafası, sürekli örgütlenmeyle, alanındaki kitleler ile meşguldür. Sürekli yapacağı işi düşünür. Gideceği bir evde nasıl konuşacağını; örgütlemeye çalıştığı kişinin ayak bağlarını nasıl çözeceğini; yeni gelen coşkulu bir gencin önüne hangi görevleri koyması gerektiğini; görüştüğü kişilerin içinde kimlerin gelecek vaadettiğini; eğitim çalışmasında konuyu nasıl işlemesi, kavratması gerektiğini, vb. vb… Yaptığı her işi tekrar tekrar gözden geçirir bir örgütçü; mutlaka eksik bıraktığı ve daha iyi yapabileceği bir şey bulur. Onlardan dersler çıkararak işlerini tekrar planlar; hata yapmamak için çok emek harcar.

Bir örgütçü için, hata marjı çok geniş değildir. Çünkü malzemesi insandır. Yanlış yapılan pekçok işi sonradan düzeltmek mümkündür. Ancak yaptığı yanlıştan dolayı kaybedilen bir kadro adayını, uzaklaşan bir taraftarı yeniden kazanmak kolay değildir. Bu nedenle insan ilişkilerindeki yanlışlarını en aza indirmesi gerekir.

 

Örgütçü öğrenir, aktivist ezberler

Sınırsız bir öğrenme faaliyetidir örgütçünün yürüttüğü. Sürekli yeni şeyler öğrenmek üzere bakar yaşama. Ve öğrenmeye duyduğu açlık, hiçbir zaman azalmaz. Sorumlusundan öğrenir, kitlelerden öğrenir, kitaplardan öğrenir. Öğrenmenin kendisi bir heyecandır örgütçü için.

Asla basit bir öğrenci değildir ama; öğrenirken bir taraftan da öğretir. Kitleleri dinler, onların anlattıklarına, yaşadıklarına değer verir; ve onların anlattıkları üzerinden yol gösterir, mücadeleyi nasıl ve nereden verebileceklerini gösterir. Çünkü yaşamda karşımıza çıkan bütün sorunlar, bir yanıyla “tekrar”dır, ama gerçekte her sorun “yeni” bir sorundur. Tarihte tekerrür yoktur çünkü.

Mesela bir sendikalaşma mücadelesi, her işyerinde benzer biçimde yaşanır; ama kesinlikle herbirinin farklı yönleri vardır. İşçilerin bilinç ve örgütlülük düzeyleri, işkolunun özellikleri, üretilen malın özellikleri, patronun içinde bulunduğu koşullar, işyerinin bulunduğu ilin, ilçenin ve çevrenin özellikleri, işçilerin sosyo-kültürel kökenleri, ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durum vb. Bütün bunlar, o direnişin gidişatını etkiler. Bir işyerinde yürütülen bir direniş, hızlı bir biçimde kazanımla biterken, aynı taleplerle yola çıkmış, benzer koşullara sahip görünen başka bir işyerindeki direniş, hızla yenilgiye gidebilir; ya da çok uzun soluklu ve zorlu bir direnişe dönüşebilir. Bu direnişe önderlik etmeye çalışan bir örgütçü, bütün bu koşulları öğrenmek, direnişi kavramak, direnişte yer alanları ayrıntılı bir biçimde dinlemek, benzer durumları araştırmak, bu durumlarda devrimcilerin, sendikaların, patronların vb tutumlarını incelemek, bu konularda yazılmış yazıları okumak zorundadır. Bu öğrenme süreci, aynı zamanda oradaki işçilere öğretme, onların direnişlerine yön verme ile birlikte-içiçe bir faaliyet olarak yürütür. Direniş boyunca yaşanan her şey, yeni bir şey öğretir ona. Her aşamada yeniden dinler, yeniden gözler, yeniden konu ile ilgili kaynakları okur ve bunlardan çıkardığı sonuçlarla, taktiklerini, attıkları adımları yeniden düzenler.

Bir aktivistin ise, her direnişe uygun hazır kalıpları, reçeteleri mevcuttur. O, faaliyetin içinde bir-iki direniş görmüş, direnişlerle ilgili bir-iki yazı okumuş ve işçi direnişlerine nasıl yaklaşılması gerektiğini “kavramış”tır. Karşısına çıkan herhangi bir işçi, kendisine “direniş” kelimesini söylediği anda gerisini dinlemeye ihtiyacı yoktur, ezberindeki reçeteyi aktarmaya başlar. Sonra da bu reçeteyi uygulamayan, ya da uygulayamayan işçileri suçlayarak kenara çekilir. Her direniş için yapılacak şey bellidir; eğer bunlar yapılmıyorsa, işçilerin ya bilinç düzeyleri geri, ya da korkuları büyük olduğu için kendisini dinlememiş, dinleseler de anlayamamışlardır! Bu, işçilerin suçudur ve kaybetmeye mahkumdurlar! Aktivist, kendisine düşen görevi yerine getirmiş, “önderlik” etmiş, ama işçiler bu önderliğin kıymetini bilmemişlerdir!

Her şeyi bilir aktivist! Hangi konuyu açarsanız sizden daha çok konuşur. Hangi yöne dikkat çekmeye çalışırsanız, o konuda söylenebilecek temel unsurları hemen peşpeşe sıralamaya başlar. Bildiklerinin hiçbirini kavramamış, bu bilgilerin yaşamla bağlarını kurmamıştır halbuki. Aile ilişkileri konusunda en fazla ahkam kesen bir aktivistin, ailesinin sözünden çıkamamasına şaşmamak gerekir. Ya da disiplin üzerine çok konuşan bir aktivist, son derece disiplinsiz, sorumsuz ve kendiliğinden bir yaşam sürdürebilir.

Aktivistin yaşamında herşeyin bir cevabı vardır! Bu nedenle yeni bir şey öğrenmesi gerektiğini düşünmez, öğrenmeye çalışmaz. Öğrenmenin coşkusu, öğrenirken öğretmenin heyecanı, onun yaşamına yabancıdır. Onun için tek heyecan kaynağı “aksiyon”dur; heyecan duymak ve duyurmak için sadece “hareket yaratmak” peşinde koşar. Bu nedenle, sadece “hareket” sözkonusu olduğunda hareketlenir; mitinge insan getirir, bir kampanya varsa ajitasyon-propaganda materyallerini dağıtır, bir kurultay varsa çalışmasını yürütür. Devrim dalgasının geriye çekildiği yenilgi dönemlerinde ise, ne yapacağını bilemez. Bildiği tek şey “koşturmak” olduğu için, “yürümek” ya da “adımlamak” ya da “emeklemek” gereken dönemlerde boşlukta kalır.

Örgütçü ise değişen zamana göre, faaliyetin ihtiyaçlarına göre, öznel ve nesnel koşullardaki farklılaşmalara göre kendini yenilemesini bilir. Yükseliş dönemlerinde büyük bir enerjiyle, yenilgi dönemlerinde ise büyük bir sabırla yürütür çalışmasını. Ama hep çok yoğun bir faaliyet içindedir. Yükseliş dönemlerinde coşkun bir sel gibidir; engelleri yerle bir ederek ilerler. Yenilgi dönemlerinde, her bir adımını hesaplayarak hareket eder; çalışmayı ilmek ilmek örer. Her bir taşı yerine koymak, tek bir insana bile bir şeyi anlatmak, büyük bir emek ister böyle zamanlarda. Ama en durgun, en rutin, en karanlık dönemlerde bile, kitlelere gitmekten, emek harcamaktan vazgeçmez. Yarın hareket yeniden yükseldiğinde, harcadığı emeğin ne kadar değerli olduğunu, ne kadar derinlere kök saldığını, ne kadar kalıcı değerler yaratmış olduğunu görecektir.

 

Örgütçü için devrimcilik yaşamdır,

aktivist için ise görev

Aktivist için devrimcilik bir “görev”den ibarettir. Kendisi için de başkaları için de böyle bakar. Kendisi “devrime karşı görevlerini yerine getirmek” için hareketin içinde yer alıyordur. Kitlelerin de “devrime karşı görevlerini yerine getirmesini” bekler. Her tür duygudan, düşünceden, bağlılıktan, aidiyet duygusundan, içselleştirmekten uzak, soyut bir “devrime karşı görevler” anlayışı vardır. Her ne olursa olsun, başkalarını da buna zorlar. Mücadeleden kopanları geri dönüp görevlerini yerine getirmeye çağırır; faaliyetleri aksatanları görevlerini yerine getirmediği için suçlar, eleştirir… Yaşam donmuştur sanki; değişimleri, ilerlemeleri, gerilemeleri ve bunların nedenlerini görmez…

Oysa bir örgütçü için devrimcilik, bir yaşam biçimidir. Günlük bir mesai değildir. Yaşamın her anına, günün her saniyesine damgasını vuran bir şekilleniştir. Bu yüzden büyük bir gönüllülük, büyük bir bağlılık, gerçekten inanmışlık gerektirir. Devrime ve örgüte dair herşeyi içselleştirmeyen, inancında zayıflamalar başlayan, değerler sistemi bozulan, bir ayağı her geçen gün biraz daha düzene yönelen kişiler, devrimciliği başaramazlar. Sadece “görev” duygusuyla, devlete karşı mücadele etmek, işkencede direnmek, bir çatışmada korkusuz ve gözüpek bir biçimde öne atılmak, sistemli bir biçimde bir konuda okumak, büyük bir sabırla bir işçiye bir şeyler anlatmaya çalışmak, bir emekçinin evine defalarca giderek ona emek vermek mümkün değildir.

Devrimci yaşamın zorlukları güçlü bir irade, sonsuz bir sabır, olağanın üstünde bir kararlılık ve sağlam bir inanç gerektirir. İnançtaki küçücük bir çatlak bile, bir devrimcinin elini kolunu bağlamaya, enerjisini sınırlamaya, cesaretini köreltmeye, sabrını bitirmeye, çabasını verimsizleştirmeye, emeğini değersizleştirmeye yeter. O küçücük çatlaktan düzene ait bütün pislikler, kirler, yozluklar, değersizlikler akın eder.

Böyle bir durumda kalan aktivist, her geçen gün mücadeleden biraz daha kopar, uzaklaşır, devrime ve örgüte sırtını döner. Üstelik bunu yaparken, kendisini haklı görecek bir sürü gerekçeye de sahiptir. O kendi görevlerini yapmıştır, herkese de görevlerini yapmasını hatırlatmış, ama onlar yapmamıştır! Direnişteki işçilere, devrimden ve hareketten uzaklaşan insanlara yapmaları gerekenleri bir reçete halinde sunmuş, ama kendisini dinlememişlerdir! Bir sürü dergi satmış, mitinglere insan getirmek için çok çaba sarfetmiş, günler geceler boyunca uykusuz-aç kaldığı olmuş, bütün maddi olanaklarını hareket için seferber etmiş, ama kıymeti anlaşılmamıştır! “Bu insanlar adam olmaz, onlar için uğraşmaya değmez” diyerek son noktayı koyar ve kendileriyle barışık, huzurlu bir biçimde giderler.

Kimi zaman mücadeleden kopmakta olduğunu, eski duygularının, inancının kalmadığını gören, ama iyi niyetli, yozlaşmanın batağına henüz tam olarak batmamış bir aktivistin “bana ihtiyaç var, üstlendiğim görevleri bırakırsam arkadaşlar zor duruma düşer” diyerek işleri eskisi gibi sürdürmeye çalıştığına tanık oluruz. Asla başaramazlar! Devrimcilik, “başkalarının” ihtiyaçlarını karşılamak için yürütülecek bir faaliyet değildir çünkü. Devrimcilik, asıl olarak kişinin “kendi ihtiyaçlarını” karşılamak için, kendi inandığı gibi yaşamak, kendi doğrularını gerçekleştirmek, kendi düşüncelerini hayata geçirmek için seçtiği bir yaşam tarzıdır. Bir örgütçü, bu doğrultuda yaşar.

Aktivist, sadece kendisine söylenenleri yapan, önüne konan görevleri yerine getiren bir memur gibidir; kendi görevleri dışında bir şeyle ilgilenmez. Örgütçü ise, hem kafa hem de kol emeğiyle çalışan, yaptığı işe hem bedenini hem ruhunu katan, düşünceleriyle ve duygularıyla da işi sahiplenen, Stahanovist kadrodur.

 

Örgütçü kolektifin parçasıdır,

aktivist ise özerktir

Yazının başından beri “örgütçü”nün erdemlerinden, olumlu özelliklerinden bahsettik. Bu örgütçülerin kendi başına, seçilmiş, yetkin insanlar olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü “örgütçü”, bütün bu özelliklerini “örgüt”ten alır. Örgütçüye kimliğini veren örgüttür. Tek bir insan, tümüyle kendi başına bütün bu iyi özelliklerle, erdemlerle donatamaz kendisini. Çünkü ne kadar iyi olursa olsun, sonuç olarak o insan, bu düzenin insanıdır. Bu düzenin değerler sisteminden, bu düzenin kirlerinden bir biçimde, en alt düzeyde bile olsa etkilenmiştir.

Örgüt ise, bu düzenin değil, farklı bir dünyanın, geleceğin dünyasının bir parçasıdır. Sosyalizmin erdemlerini, insan ve üretim ilişkilerini bugüne taşıyandır. Bu erdemleri ve değerler sistemini kadrolarına yansıtır örgüt; kadrolarını bu kültürle şekillendirir, donatır, güçlendirir, sağlamlaştırır. Dünyayı değiştirmeyi hedefleyen örgüt, önce kadrolarını değiştirerek, dönüştürerek başlar işe. Kadrolar bugünün değil, geleceğin insanı olmalı, geleceğin, sosyalizmin nitelikleriyle donanmalıdır çünkü. Kadroları yetiştiren, onları sosyalist değerlerle, en iyi özelliklerle donatan, kolektifin gücüdür. Bu güçle kitlelere gider kadrolar. İyi bir örgütçü olarak, kolektiften aldığı özellikleri kitlelere taşır, onları değiştirmeye, kolektifin özellikleriyle donatmaya çalışır. Alanındaki çalışmayı asla kendi başına yürütmez. Hem manevi anlamda örgütün iradesini, kolektifin gücünü arkasında duyumsar ve gücünü ondan alır; hem de somut olarak alandaki çalışması örgüt tarafından yakından denetlenir, yönlendirilir, örgütlü hale getirilir.

Aktivist ise yalnızdır! Örgütü onun ne kendisiyle ne de alanıyla çok da fazla ilgilenmez. Faaliyetin yürütülüp yürütülmediği yeterlidir böyle bir örgüt için. Faaliyet yürütülüyorsa gerisi çok da önemli değildir. Dergide çıkan yazıların aktivistleri harekete geçirmek için yeterli olduğu düşünülür; bu yazılar perspektif sunmuştur, gerisini aktivistler yapmalıdır! Alanda yaşanan hiçbir sorun, aktivistin yaşadığı hiçbir sıkıntı, dalgalanma, sıkışma ile ilgilenilmez. Aktivistin kişisel özellikleri, çalışma tarzı, kitlelerle ilişki kurma biçimi, faaliyetleri yürütme yöntemleri, vb. vb. bunların hiçbiri önemli değildir. Faaliyet hepsinin üzerini örter. Aktivistin değişip dönüşmesi de gerekmez. Düzenden getirdiği alışkanlıkları olduğu gibi tutmaya devam edebilir, günlük yaşantısını istediği gibi sürdürebilir. Yeter ki işleri yürütsün.

Faaliyetlerde aksama olur da örgüt alanla ilgilenmeye kalkarsa, bu defa da aktivist bundan rahatsız olur. “Alanda ben varım, bu alanda yapılabilecekleri en iyi ben bilirim” düşüncesi yerleşmiştir çünkü aktiviste. Bu nedenle herşeyi kendisi belirler, örgütün koyduğu görevleri kendi işine geldiği, kendince uygun gördüğü biçimde hayata geçirir, ya da tavsatır. Kendisini değiştirmek adına örgütten aldığı, örgütün kendisine kattığı bir erdem, bir nitelik, bir şey yoktur, olması da gerekmez. Özerktir, kendinden menkuldür, kimseye hesap vermek zorunda değildir!

Örgütçü ile örgüt ise kopmaz bağlarla bağlıdır birbirlerine. İlişki mekanik ve yüzeysel değil, canlı, güçlü, ve gönüllü bağlarla, kopmaz biçimde sımsıkı bağlanmıştır. Alanda atılan her adım, örgütlüdür. Örgütün her kararı örgütçünün pusulasıdır. Örgütle ilişki karşılıklı almaya ve vermeye dayalı organik bir bütündür.

* * *

Yazımızın başında “aktivist” kavramının tasfiyecilik dönemiyle birlikte kullanım alanına çıktığını, örgütçülüğün yerine ikame edildiğini ve hızla yaygınlaştığını söylemiştik. Bu rastgele ortaya atılmış ve tesadüfen bu dönemde ortaya çıkmış bir kavram değildir. Tasfiyecilik, işçi sınıfı ideolojisinin yerine burjuva ideolojisini; devrimci bir örgüt yerine de düzen-içi yasalcı bir yapıyı koyma harekatıdır. Felsefesi “hareket herşeydir, nihai hedef hiçbirşey” olan Berstein’dan feyz alan, günümüz tasfiyecilerin amacı, kendilerini varedebilmek için günü kurtarmaktır. Böyle bir yapının da gerçek anlamda örgütçülere değil, “aktivist”lere ihtiyacı vardır. “Aktivist”, bu düzenin bir parçası, düzeniçi bir argümandır. Faaliyetlerin düzeniçi biçimde yürütülmesidir.

“Örgütçü”lük ise bütünlüklü bir devrimci olmak, günlük mesai değil, yaşam tarzı olarak devrimciliği seçmek, gelişkin insani erdemlerle, geleceğin-sosyalizmin nitelikleriyle donanmak, kolektifin bir parçası olarak hareket etmektir. Devrim ve sosyalizm idealine gerçekten inanan, sağlam karakterli, nitelikli kadrolar haline gelmektir.

İktidar perspektifini, devrim ve sosyalizm hedefini kaybetmiş tasfiyecilerin aktivistleri “koşturmaya” devam etsinler! İktidar perspektifinden bir an bile uzaklaşmayan, günlük mücadeleyi nihai hedeften, taktiği stratejiden koparmayan, örgütün büyümesi ve güçlenmesi için büyük bir sabırla ve emekle taşları tek tek üstüste koyan yapıcılar kuracaktır geleceğin dünyasını…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …