“Türküler, yasalardan daha güçlüdür”

pinar aydinlar

 

Pınar Aydınlar, söylediği türkülerden dolayı yargılanan sanatçılardan biri. Bir ay önce verilen mahkeme kararına göre, üç yıl boyunca Dersim’de türkü söylemesi yasaklandı. Söz konusu yasağa göre, “Kırmızı Gül”, “Ali Haydar”, “Kızıldere” türkülerini sadece Pınar Aydınlar söyleyemeyecek! Bu türküleri söylemek başka sanatçılara yasak değil. Aynı yasak Grup Munzur için de geçerli. Pınar Aydınlar’la bu yasak hakkındaki düşüncelerini ve mücadeleye bakışını konuştuk.

 

Ben Pınar Aydınlar. Erzurum Aşkaleli bir ailenin kızıyım. Çok güzel bir annenin çocuğuyum. Bunu özellikle belirtmek istiyorum. Benim en büyük öğretmenimdir annem. Kolay bir hayatı seçmeden, zorlu koşullarda, işçi maaşı ile iki çocuğu büyütmek, bizi düzgün yetiştirebilmek için canını dişine katması, kitap sevgisi aşılaması… Bunlar bir başlangıçmış. Annem sıradan bir kadın olsaydı, yani toplumun sorunlarına kapalı, yaşamı yeme-içmeden ibaret gören anlayışta bir kadın olsaydı, ben böyle bir insan olmayabilirdim. Elbette bu mücadelede çok değerli insanlar var ve onlardan aldığım öğretilerle hareket etmeye çalışıyorum. Sosyalist ve devrimci kimliğe ve mücadeleye saldıran bir ortamda, sanat yapmaya ve üretmeye çalışıyorum.

Sanatçı olmasaydım gazeteci olurdum ve büyük ihtimalle şu anda içeride olurdum. Çünkü muhalif ve iktidarı biraz da olsa rahatsız edenlerin hepsi içerde. Parasız eğitim isteyen gençlerimizden, gazetecilere avukatlara kadar. Bu yolun çok zorlu bir yol olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Mesele bu zorluğun içindeki gerçekliği kavrayabilmekte…

‘79 doğumlu biri olarak, kitaplarda okuduklarımın başka bir halini yaşıyorum. Böyle bir ülkede müzik yapmak çok zor. Dersim Bölgesinde türkü söylemem üç yıl yasaklandı. Daha dün Grup Yorum’un solistinin işkencede kulakları patlatıldı, ya da keman çalan arkadaşımızın parmakları kırıldı. Grup Munzur üyesi, türküler söylediği, ağıtlar okuduğu için, benimle birlikte yargılanıp Dersim’de üç yıl türkü söylememe cezası aldı.

Örgütlü bir sanatçı değilim ve örgütsüzlüğün zorluklarını da yaşıyorum, ama mücadele adına devrim ve sosyalizm adına tavır koyan ve saf belirleyen yoldaşlarımın hepsinin yanındayım. Ben mücadelenin hep beraber aynı hedefte yürünerek kazanılacağına inanıyorum. Farklılıklar olsa da, buluştuğumuz en büyük ortak payda, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyadır. İbrahim Kaypakkaya, Mahir, Deniz, Mazlum, hepsi bu ortak hedef için bedel verdiler.

Bu ülkede sanatçıların yaşadıkları zorluklar, ülke gerçeğinden bağımsız değil. Bizleri yok sayan zihniyet, konserlerimizi yasaklıyor, asimile etmeye çalışıyor. Yeni yargı paketleriyle devrimci anlayışı, devrimci sanatı ve sanatçıyı, susturmaya, pasifize etmeye uğraşıyor. Ama biz kendimize, dünya halklarının güzel insanlarını yol gösteren olarak seçtik. Mesela Viktor Jara’yı çok severim. Parmakları kesildi, ama o asla yaşamındaki dik duruşundan ödün vermedi. Ya da Yılmaz Güney gibi çok doğru isimler oldu hayatımızda.

Gelişmeyen insan geriler. Bu bilinçteyim. Yola çıktığınızda başka bir dünya görüşüne sahip olabilirsiniz, ama insan dostlarından çevresinden çok etkilenir. Mesela Yılmaz Güney’in önceki bakışı ile sonraki politik çizgisi arasında fark var. Hapishane koşullarında kendini geliştirdi. Kendini kapatmak yerine, örgütlü mücadele içinde saf tuttu. Yılmaz Güney’i kendime örnek alırım. Sokakta eylemler olduğunda, direnişler olduğunda, asla benim yerim sahnedir diyemem. Benim yerim direnişin olduğu yerdir. Kavgamız ortaktır çünkü. Ben anneyim, ama yalnızca çocuklarım için değil, tüm dünya çocukları için bu yolda yürüyorum. Nice anne, baba, çocuk, yarım kaldılar yaşamlarında. Sevdikleri işkencede katledildi, gözaltında kaybedildi… Bizler tabi ki zorluklarla karşılaşacağız ama mesele teslim olmamakta. Asla da teslim olmayacağım.

Bir kadın, devrimci-sosyalist bir insan olarak, yasakları ve engelleri herkes gibi yaşıyorum. Sahnede olduğum için toplumun gözü önünde olmam, belki daha fazla ses çıkartıyor, ama zorlukları kat kat fazla yaşayanlar var. Çözüm yurdunu bırakıp gitmek de değil, çözüm yurdunda mücadele edebilmek. Bu anlayışla müziğimi ve yürüdüğüm yolu olabildiğince dik yapmaya çalışıyorum. Taviz vermeden, inandığım değerleri korumaya çalışıyorum.

Şu anda tutsaklar açlık grevindeler. Kürt halkının yaşam hakkının, dil hakkının, savunma hakkının elinden alınmasına karşı tabi ki savaşacağız. 2000’lerde yaşanan ölüm orucunun hayatımın yanından geçmesi, en büyük vicdan azabımdır.  O “hayata dönüş” dedikleri operasyonlardaki pasif tavrımı düşününce, içim içimi yiyor. Herkesin bir olgunluk süreci vardır. Gerçeklikleri görebildiği, içselleştirdiği dönemler, yakaladığı anlar vardır. Ben bu süreci son beş yılda yakaladım. Artık çok ciddi görevlerim olduğunun farkındayım. Genç arkadaşlar örnek alıyorsa, onlara doğru mesajlar vermeye çalışmalıyım. Umudu verebilmek çok önemli… Çıkığım televizyon kanallarından sonra, yaşlı annelerimiz, babalarımız, gördüklerinde boynuma sarılıyor, “kendine dikkat et, sen bize umut oldun” diyorlar. Bu sözler trilyonlarla ölçülemeyecek ölçüde güzellikler… Kimisi sermayeye önem verir, bol para da kazanırlar, ama bizim için en güzel duygu, halkın sıkıntılardan yana durabilmektir. Biliyorum ki, en güzel koro halk korosudur. Ve mücadelenin en güzeli de halkla verilen mücadeledir.

Politik sanatçıların en büyük zorluğu konserlerde saldırılara uğramak. Mesela yüzlerce insan sizi öpmeye gelirken, onlar arasından birinin, elini beline attığını, son anda uzaklaştırıldığına tanık olmak. Bu yaz Erzincan’da böyle bir şey yaşadım. Konserlerimize sadece gençler değil, yaşlı insanlarımız da geliyor, çocuklarımız da. Kaldı ki, yaşlılar ve çocuklar çok kıymetli benim için. Biri giden, diğeri gelendir çünkü. Konserlerimizde bu insanlar bir anda kolluk güçlerinin engellerine takılıyor ya da yasaklanıyoruz. Sokak ortasında sataşmalar ya da bir şekilde kaldığın ev veya çevrenden bile gözetim altında olduğunu fark ediyorsun. Ama hiçbir şekilde kendi yaşantımdan taviz vermeyi düşünmüyorum. Sevdiklerimden dostlarımdan ilişkilerimden, mesleğimden… Direnerek bunu aşabileceğimize inanıyorum.

Bu, bütün alanlarda böyle. Mesela Roseteks işçileri. Çoğu da kadın işçi. Patron, 8 Mart’ta fabrikadan kovdu onları. O günden bu güne direndiler ve kazandılar. Bu direnişi davullu-zurnalı kutlayacağız. Mesele, çok popüler ya da çok göz önünde olmak, herkesin seni alkışlaması, onaylaması değil; mesele yaptığından emin olabilmek. Böyle bir duruş içinde tabi ki bir sürü engele takılabilirsiniz. Sizden hoşlanmayan insanlar olabilir. Zaten herkes beni severse, bende bir bozukluk var demektir. Çok güzel bir söz vardır, “eğer düşman seni överse o zaman dön kendine bak” diye. Seven sever, sevmeyen sevmez. Benim için ortası yok. Açık sözlüyüm. Aklıma geleni direkt konuşan bir tipim. Bundan dolayı kaybediyor muyum? Kaybettiklerim kazandıklarımdan daha küçük, bunu biliyorum. Paylaşmak hayatımızda birinci sırada. Sadece sofrayı değil, dostluğu, kavgayı, mücadeleyi, yaşama dair olan her şeyi paylaşarak büyüteceğiz.

Sahnede çıkıp bir saat söyleyip dönüp parasını alıp çekip gidenler var. Ama bizim anlayışımız bu değil. Bize ihtiyaç duyanların yanında olabilmek bizim için önemli. İşçi direnişlerinde, kocasından şiddet gören bir kadının yanında durabilmek… Beş yıldır Munzur Çevre Derneği üyesiyim. Dernek, Dersim’de barajlara, HES’lere karşı mücadele veriyor. Biz bir yandan da çevremizden sorumluyuz. Karadeniz’deki HES’lere sessiz kalamayız mesela. Ya da Malatya’da yapılan füze kalkanına sessiz kalabilir miyiz? Bir bütün olarak bölgedeki savaşlara, halkın yok edilişine, ufacık kızların genelevlere Amerikan askerleri için satılmasına?  Sivas’ın, Çorum’un, Maraş’ın bize yaşatılmasına?… Mesele mezhep değil, sınıf kavgası. Şimdi yakmıyor, hapse yolluyorlar. Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Akarsu, yaşıyor olsalardı ve devrime dönük türküler söyleselerdi, ya da benim söylediğim Kırmızı Gül’ü söyleselerdi, şimdi cezaevinde olurlardı. Anlayış değil şekiller değişiyor. Faşizm her yerde faşizmdir. Kırmızı Gül, Ali Haydar ve Mahir’e yakılan ağıtlara yasak getirenler, bilmeli ki biz milyonlarız.

Bana diyorlar ki, “sen sus başkası söylesin!” Niye bu kadar korktular? Yüzleşemiyorlar çünkü. Direniş türküleri içinde tarihsel gerçeklik var…  ‘73’de Kaypakkaya, Diyarbakır’da işkencede ser verip sır vermeyen, direnen bir yiğit… Bunları ben çıkarmadım, tarihte var.  Tabi ki, ezgisel olarak söylenecek. Sanatın büyük bir gücü var. Çok kişinin ulaşamadığı yere ulaşabiliyor. Kaygıları budur. Hala Viktor Jara’dan, Yılmaz Güney’den bahsediyorsak, demek ki unutulmadılar ve takındıkları tutum nedeniyle daha asırlarca unutulmayacaklar. Kadın devrimcileri de unutmamak lazım. Clara Zetkin, Rosa Lüksemburglar… Programlarda, “annesiniz, korkmuyor musunuz, çocuklarınıza baksanız” diyorlar. Erkeğe “siz babasınız, eşiniz çocuklarınız aç kalmasın” denmiyor ama. Burada da erkek egemen, ataerkil anlayış var. Devrimci sosyalistler, özellikle de kadınların hareket alanını geniş tutar, en ön saflarda yer almasını ister. Bu yaşam savaşıdır, sınıf kavgasıdır. Bunda da hepimiz varız. Kimsenin kimseden bir üstünlüğü yoktur.

Herkes verimli olabileceği alanda olmalı. Müzikte yapacağım daha çok şey olduğunu düşünüyorum. Üçüncü çalışmamı yaptım. “Mavi Bir Düş” siyasi tutsaklara adanmıştı. Çok da mutlu oldum. Birbirimizi hiç tanımamamıza rağmen, benim için çok değerli olan hapishane mektupları ve hediyelerini aldım. Önemli olan, kişileri yaptıklarıyla değerlendirebilmek. Sistem içinde her renge bürünen bukalemun gibi insanlar var, ama bizim rengimiz belli. Biz olabildiğince kızıl insanlarız.

Son olarak tüm dergi çalışanlarına, emekçi arkadaşlarıma, bu zorluklar içinde inadına söylediklerinden vazgeçmeyen arkadaşlarıma selamlarımı yolluyorum.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …