Venezüella’da 7 Ekim günü yapılan seçimleri, Devlet Başkanı Hugo Chavez yeniden kazandı. Chavez oyların yüzde 54,42’sini alırken, 30 partiden oluşan muhalefet koalisyonunun adayı olan Henrique Capriles Radonski yüzde 44,97’de kaldı. Seçimlere katılım oranının yüzde 81 olduğu, bunun on yıllardır görülen en yüksek katılım olduğu açıklandı.
Yaklaşık 19 milyon kayıtlı seçmenin olduğu ülkede, başkanlar 6 yıl için seçiliyor. Bu görevi, 1998 yılından bu yana Chavez yürütüyor. Ve bu seçimlerin, Chavez için en zorlu seçim olduğu söyleniyor. Öyle ki, Chavez, sonuçların belli olmasından önce, “her tür sonuca hazır olalım” açıklamasını yaptı. Capriles’in açıklaması ise, “Venezüella’nın birçok yerine tohum ektik, bu tohumlar büyüyecek” şeklindeydi. Onun bu sözleri aslında, ABD’nin Venezüella’ya ilişkin hedeflerinin daha uzun vadeli olduğunu, bir sonraki seçimlerin daha zorlu geçeceğini gösteriyordu.
Seçim sonuçları da bunun bir başka göstergesi oldu. Chavez, ilk olarak göreve geldiği 1998 yılında yüzde 56, 2004’te yüzde 59, 2006’daki erken seçimlerde ise yüzde 63 oy almıştı. 2007 yılındaki referandumda yüzde 49 ile kaybetmesini saymazsak, girdiği bütün seçim ve referandumlarda oyunu yükseltmeyi başarmıştı. Bu seçimlerde ise, sonuçta kazanmış olmasına rağmen; kendisine bir uyarı anlamına gelen ve üzerinden atlanmaması gereken ciddi bir düşüş yaşadı. Üstelik de bu düşüş, “iktidar olanakları”na rağmen gerçekleşti. Durumu daha ciddi hale getiren de budur.
Chavez, oy oranı düşmekle beraber, bugüne kadar en yüksek oy sayısına ulaşmış, 7 milyon 800 bin oy almıştı. Ancak muhalefetin hem 2006’da yüzde 37 olan oy oranının yüzde 45’e çıkması, hem de 6 milyon 100 bini aşan oyları, patlama anlamına geliyordu. Bu sonuçların bir tarafında, ABD’nin Chavez karşıtı propaganda faaliyetinin daha sistemli ve yoğun hale gelmesi duruyor; diğer tarafında ise, Chavez’in ‘sosyalist’ adını verdiği ama gerçekte ‘ulusalcı-halkçı’ olmanın ötesine geçemeyen politikalarının dayandığı sınırlar görünüyor.
ABD’nin karşı faaliyeti
Amerikancı aday Capriles, “ülkenin birçok yerine ekilen tohumlar”dan sözederken, sıradan bir ajitasyon kelimesi kullanmanın ötesinde, somut bir durumu ifade ediyordu. Seçim kampanyası boyunca ülkenin her yerini gezmiş, toplantılar ve mitingler gerçekleştirmiş, pekçok kesimle doğrudan görüşmeler yapmıştı. Ve elbette bu, salt seçim kampanyasıyla sınırlı bir durum değildi; ABD’nin Venezüella egemen sınıfları ile köklü tarihsel geçmişinin ve 1998’den bu yana Chavez’i güçten düşürmek için yürütülen sistemli bir çabanın, akıtılan milyonlarca doların üzerine binen bir sonuçtu.
CiudadCCS gazetesinin internet sitesinde yayınlanan Eva Golinger’e ait yazıda, ABD hükümetinin Chavez karşıtı muhalefete milyonlarca dolar ayırdığı anlatılıyor. Yazıya göre, ABD’de bulunan National Endowment for Democracy (NED) adlı kuruluş, 2002 yılından bugüne, Chavez karşıtı gruplara 100 milyon dolardan fazla para aktarmış. Bu paranın 20 milyon doları ise, sadece 2012 seçim kampanyasını finanse etmeye ayrılmış. Mesela Venezüella’daki işçi sendika federasyonu CTV’nin, 2002-2003 yıllarında NED’den para ve eğitim aldığı bilinmektedir. CTV’nin 1 milyondan fazla üyesi bulunmaktadır ve Chavez karşıtı grevlerin örgütleyicisidir.
Venezüella’daki ABD Büyükelçiliği, muhalefet hareketinin en önemli odağı konumunda. Elçiliğin bütçesi bile bir fikir vermeye yetiyor. 2010 yılında elçiliğin bütçesi 16 milyon dolar civarındayken, 2011 yılında 18 milyon doları aşıyor, 2012 yılında ise 24 milyar dolara ulaşıyor. Üstelik elçilikte bir “büyükelçi” bile yok, en üst görevli bir “maslahatgüzar”. Bu koşullarda, büyükelçiliğin bütçesinin asıl olarak muhalefeti fonlamaya yaradığını anlamak zor değil.
Bu parasal destek öylesine pervasız ki, 2011 yılının Şubat ayında ABD Başkanı Obama, “Chavez karşıtı grupları desteklemek için” kongreden açıkça 5 milyon dolar bütçe istedi. Yani artık işler gizli kapaklı ve “örtülü ödenekler”den değil, açıktan yürütülüyor. Üstelik de ekonomik kriz nedeniyle bütçeden birçok kesinti yapılmasına rağmen, Venezüella’ya akıtılan paradan kesinti yapılmıyor. Keza, OAS’a (Amerikan Devletleri Örgütü) ait 48 milyon dolarlık resmi bütçenin de önemli bir kısmı Venezüella, Küba ve Bolivya için ayrılmış durumda.
ABD’nin muhalefete yardımları sadece para akıtmakla sınırlı değil. Gönderdikleri uzmanlar ve danışmanlarla, seçim kampanyaları adeta Washington’dan yönetiliyor. Yine ABD’li kuruluşlardan olan IRI (Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü) ve NDI (Ulusal Demokrasi Enstitüsü) doğrudan siyasi yönlendirmeler gerçekleştiriyor. USAID (Uluslararası Kalkınma Ajansı) ve NED aracılığıyla kalkınma projeleri hazırlanıyor.
Zaten henüz 40 yaşında olan Capriles’in bu kadar etkili bir kampanya yürütmesinin ve bu kadar büyük bir başarı elde etmesinin arkasında, Chavez’in gelmesinden sonra rahatları bozulan yerli işbirlikçilerin ve ABD emperyalizminin bulunduğunu görmek zor değil.
Chavez döneminin kazanımları
Aslında Chavez’in seçimlerde oy kaybetmesini, sadece Capriles’in arkasındaki emperyalist desteğe bağlamak doğru olmaz. Çünkü emperyalizmin mali gücü ve propagandası ne kadar yoğun olursa olsun, aslolan Chavez’in kendi durumu, ülkenin politik-ekonomik hattıdır.
Chavez başa geldiğinden buyana, kitlelerin yaşam koşullarında çok önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Mesela Venezüella, gelir dağılımındaki uçurumun en bozuk olduğu ülkelerden biriyken, bu açı belli oranda kapatılmıştır. Gelir dağılımındaki bozukluğu ölçmeye yarayan ‘Gini Katsayısı’, ABD’de 0,47’yi gösterirken, Venezüella’da 2008’e kadarki on yıllık dönemde 0,49’dan 0,41’e düştü. (0-1 arasındaki skalada, 0’a yaklaştıkça eşitsizliğin azaldığını gösterir) Yine bu dönemde Venezüella’da, Dünya Bankası tarafından kabul edilen “yoksulluk oranı” göstergesi yarıya indi. 1998’de halkın yüzde 44’ü yoksul, yüzde 17’si ise aşırı yoksuldu; 2011’de yoksulluk oranı yüzde 26’ya, aşırı yoksulluk ise yüzde 7’ye kadar geriledi.
Üstelik bu hesaplamalar, nakit gelirler üzerinden yapılıyor, çeşitli yardımlar, ücretsiz sağlık ve eğitim hizmetleri de dikkate alındığında, yaşam koşullarında, bu verilerden daha büyük iyileşme olduğu ortaya çıkar.
Venezüella’da sosyal yardım çalışmaları kampanyalar tarzında yürütüldü. Misyon Adentro kapsamında sağlık hizmetleri ücretsiz hale getirildi ve yaygınlaştırıldı. Bugün 15 bin Kübalı doktor Venezüela’da ücretsiz sağlık hizmeti veriyor, karşılığında Küba, Venezüela’dan petrol alıyor. Yine aynı kampanyada çocuk ölüm oranı yüzde 32 azaltıldı. Bebek ölüm hızının binde 21’den 14’e düşürülmüş olması da, beslenme ve sağlık standartlarının yükseldiğinin önemli bir işareti.
Misyon Robinson kapsamında Venezüella’da okuma yazma kampanyaları düzenlendi. Kampanya öylesine etkili oldu ki, 2011 yılında, ülkede okur-yazar olmayan kimse kalmamasının beşinci yılı kutlandı. Ayrıca lise ve üstü okullara kayıt yaptırma oranı iki buçuk katına çıktı; eğitim çağındakilerin yaklaşık üçte biri lise ve üstü okullarda okuyor. İlk 9 yıllık eğitime devam edenlerin oranı ise yüzde 95’i aştı.
Misyon Vivienda kapsamında, Chavez barakalarda yaşayan yoksullara 3 milyon konut yapacağını duyurdu. 2011’den bu yana 200 bin konut inşa edildi.
Ayrıca işsizlik oranı 1998’de yüzde 16,4 düzeyindeyken, bugün 6,5’e düşmüş durumda. Gecekondu mahallelerinde aşevleri kuruldu. Yeni İş Yasası ile haftalık çalışma saatleri 44’ten 40’a indi. Hangi nedenle işten ayrılırlarsa ayrılsınlar, kıdem tazminatı hakkı tanındı. Ücretli doğum izinleri 18 haftadan 26 haftaya çıkarıldı.
2001 yılında çıkartılan yasa ile toprak reformu başlatıldı. Arkasından çiftçi kooperatifleri kuruldu ve bunlara kredi desteği sağlandı.
2001 yılında çıkartılan Hidrokarbon Yasası ile, petrol sektörü kamulaştırıldı. Emperyalist tekellerin, başta petrol olmak üzere mülklerine ve yatırımlarına el konuldu. 2001’de, petrol tekeli Petroleos de Venezüella (PDVSA) kamulaştırıldığında, muhalefet bir genel grev örgütleyerek karşılık verdi. 2002 yılında Chavez’e dönük bir darbe gerçekleştirildi ve Venezüella İşadamları Birliği’nin başkanı, geçici hükümetin başkanı ilan edildi. Ancak iki gün süren darbe sonrasında, darbeciler, Chavez destekçisi milyonlarca insanın sokak gösterileri sonucunda geri adım atmak, hükümeti yeniden Chavez’e teslim ederek çekilmek zorunda kaldı. Sonuçta, Chavez’in petrolü kamulaştırma çabası başarıya ulaşmış oldu. Bugün artık, PDVSA bir devlet şirketi ve Çin, Rusya gibi emperyalist ülkelerin Venezüella’daki petrol arama çalışmalarından, her koşulda yüzde 60 büyük ortak olma ayrıcalığını elinde tutuyor.
Venezüella’da 5 fabrikanın işçi-devlet ortak yönetiminin kurulması da, altı çizilmesi gereken noktalardan biri. Chavez’e karşı gerçekleştirilen darbenin başarısızlığa uğraması ve ülkedeki kamulaştırmaların artmasının ardından, birçok tekel, fabrikalarını bırakarak ülke dışına kaçtı. Bu dönemde özellikle 2002-03 petrol grevini destekleyen fabrikalar sahipsiz kaldı. Alcasa Alimünyum Fabrikası, Venepal Kağıt Fabrikası, Cacao Agro-industria çikolata fabrikası, Tachira Tekstil Fabrikası ve Caigura Domates Fabrikası işçi kooperatifleri ve devletin ortak yönetimine verildi. Chavez döneminde genel olarak işçi ve çiftçi kooperatifleri desteklenmiş, 2003-06 arasında 127 bin 143 kooperatif kurulmuştu.
Toplamda, 14 yıllık Chavez yönetimi döneminde, kitlelerin yaşam koşullarında önemli bir iyileşme sağlandı. Ancak bu iyileştirmeler, sosyalist bir devletin giderek kalkınan ekonomisinin değil; sınırlı düzeyde halkçı özellikler taşımakla birlikte özünde kapitalist bir ekonominin icraatlarıydı. Bu yanıyla, kitlelerde bir değişime ve ülkede sosyalist inşaya yol açmadı. Sonuçta, Chavez’in, elindeki iktidar olanaklarına rağmen oy kaybı yaşaması ve ABD işbirlikçisi muhalefet ile arasında yüzde 9 gibi son derece düşük bir oy farkı olmasının nedenlerini, bu halkçı-kapitalist ekonominin kendi içindeki açmazlarında aramak gerekir.
Chavez’in açmazları
Chavez’in politikalarının en önemli zaafı, kitlelerin yaşam koşullarındaki düzelmenin, ülkedeki ekonomik gelişme ile değil, sosyal yardım programlarıyla gerçekleştirilmiş olmasındadır. Ücretsiz eğitim, sağlık, barınma gibi unsurlar, elbette ki, sosyal devlet programında yer alan standart unsurlardır. Ancak asıl refah unsurunun yardım kampanyaları ile sağlanması önemli bir sorundur. Sosyalizmde, “çalışmayan yemez” ilkesi geçerlidir ve herkes üretime katıldığı oranda pay alır. Olması gereken, kitlelerin çalışmaya, üretmeye, proleterleşmeye teşvik edilmesidir. Sosyalist Sovyetler Birliği’nde “komünist cumartesiler”le, “Stahanovist yarışmalar”la başarılmaya çalışılan budur. Çünkü proleterlerin dönüşümü, sosyalist üretim ve ekonomiyi sahiplenmesi, ülkenin geleceği açısından en önemli unsurdur. Bu koşullarda parasız eğitim, sağlık gibi unsurlar ise, devletin “bahşettiği” değil, kitlelerin kazandığı haklardır.
Yardım kampanyaları ise kapitalist devlete özgüdür. Kapitalizmin özünde var olan eşitsizliği ve gelir dağılımındaki uçurumu, “sadaka”larla kapatmayı hedefler. Burada önemli olan sadakanın maddi değeri değil, biçimidir. Plazma televizyon dağıtımı ile makarna dağıtımı arasında özsel bir fark yoktur. Her ikisi de kitleleri düşkünleştirici, lümpenleştirici, edilgenleştiricidir. Kendisi üreterek kazanmak yerine devletin “ihsanı”nı bekleyen çürütücü bir unsurdur. İşin ilginç yanı, kitleler bir kere “sadaka”ya alıştırıldığında, bağlılık duyguları değil, talepkarlıkları artar. Her seferinde daha fazlasını bekler, yapılmadığında ise, memnuniyetsizlik başlar. Ve daha fazla yardım yapan birileri çıktığında, hemen saf değiştirirler.
Dahası, bu tarzda yapılan “refah artırma” çalışmasının sınırları vardır. 2007 yılından bu yana, ülkede yoksulluğun azalmasının “durağan” bir seyir izlediği tespit edilmiştir.
Üstelik, gerçekten çalışarak kazananlar, “sadaka”lardan medet umanları küçümser, “bedavacı” olarak mahkum eder ve dışlarlar. Venezüella’da sendikaların Amerikancı muhalefete yakın olmaları, Chavez’in ise daha çok yoksul emekçiler ve yarı işsiz kesimlerden oy alması çarpıcıdır.
İkinci önemli unsur, Chavez’in yardım kampanyalarının petrol gelirleriyle finanse edilmesidir. Venezüella, son yapılan tespitlere göre, yaklaşık 296 milyar varillik petrol rezervi ile, Suudi Arabistan’ı da geride bırakarak dünyada en zengin petrol rezervlerine sahip ülkesi haline gelmiştir. Venezüella’nın ihracatının yüzde 90’ı petroldür. Üstelik petrolün fiyatı her geçen gün artmaktadır. Chavez’in başa geldiği 1998 yılında petrolün varili 17 dolar iken, bu rakam günümüzde 120 dolara, Venezüella’nın yıllık petrol geliri 320 milyar dolara ulaşmıştır. Bu rakam, ülkenin ekonomik göstergelerini olumluya çevirmektedir. Chavez hükümeti, 120 dolardan sattıkları petrole 40 dolar taban belirlemiş, 40 doların üstü, yardım kampanyalarına ayrılmıştır.
Bu durumun üç önemli dezavantajı vardır. Birincisi, yüksek petrol fiyatının getirisi, tatminkarlık yaratmakta ve gerçek ekonominin gelişimini durdurmaktadır. Mesela Venezüella, gıdada ve temel sanayi ürünlerinde dışa bağımlı bir ülkedir. Her iki bağımlılık da, yarın daha ciddi sorunlara yolaçacaktır. Gıda ve sanayide kendine yeterli olmayan ülkeler, emperyalizme bağımlılıktan kurtulamazlar. İkincisi, Venezüella’nın ithalatı, bu nedenle dış borcu artmaktadır. Ülkenin 1999’da 33 milyar dolar olan dış borcu, 2012’de 150 milyar dolara ulaşmıştır. Dış borç da ayrıca bir bağımlılık göstergesidir. Üçüncüsü, Venezüella’nın en yüksek petrol ihracı yaptığı ülke ABD’dir. Venezüella’nın günlük 3,2 milyon varil petrol ihracatının yaklaşık yarısı, yani 1,5 milyon varili ABD’ye gerçekleştirilmektedir. Bu ekonomik bağımlılık, Venezüella’da 14 yıllık Chavez hükümetine rağmen, ABD etkisinin silinememesi, tam tersine son seçimlerde görüldüğü gibi güç kazanmasının en önemli unsurudur.
Chavez döneminin çözemediği üçüncü önemli sorun ise, toplum içindeki şiddetin her geçen gün artmasıdır. Venezüella’da yılda ortalama 100 bin kişi başına 45 cinayet oranıyla, dünyada şiddetin en yaygın olduğu ikinci ülkedir. Bu oran, 1999 yılında, 100 bin kişi başına 29’du. Hırsızlık ve cinayet, özellikle yoksul gecekondu mahallelerinde son derece yaygın. 2011 yılında resmi rakamlara göre 19.335 kişi cinayetlere kurban gitti. Ölenlerin %80’i yoksul mahallelerde oturan gençlerden oluşuyor. Bu gençler, çalışmak yerine çetelere katılmayı tercih ediyorlar.
Bütün bu unsurlar, Amerikancı muhalefet adayının seçim kampanyasının en önemli argümanlarıdır. Ülkenin dış borcunun artması; Venezüella parası Bolivar’ın 1999’dan buyana değer kaybetmesi; enflasyonun 2012’de yüzde 30’lara yükselmesi; elektrik kesintilerinin yaşam koşullarını zorlaştıracak düzeyde olması; gıda fiyatlarının yüksekliği; petrol fiyatı arttığı için petrol gelirleri artmakla birlikte, ihraç edilen petrol miktarının 1999’dan bu yana yüzde 20 dolayında azalması; Venezüella’nın dünya yolsuzluk sıralamasında 182 ülke arasında 172. sıraya yerleşmesine neden olacak kadar büyük bir yolsuzluk ekonomisi; Chavez hükümetinin, ailesinin ve bürokratlarının bu yolsuzluk ekonomisinden en büyük payı alarak zenginleşmeleri, petrol rantı ve ithalat üzerine oturan yeni bir zengin sınıfın (Bolivarcı burjuvazi deniyor bunlara) oluşması gibi veriler, Capriles tarafından seçim kampanyası boyunca sistemli biçimde işlendi. Oldukça yaygın bir kampanya yürüten Capriles, çok geniş kesimlere bu söylemlerini ulaştırmayı başardı.
Bunlara ek olarak, kooperatiflerin durumunun her geçen gün bozulduğu, ülkedeki GSYİH içinde özel sektörün payının artmaya devam ettiği, hatta ülkede kamu sektörünün ekonomiye oranının, mesela Fransa’nın bile gerisinde olduğu tespit ediliyor. Ülkenin finans sistemi, gıda ithalatı ve dağıtımı, ülkenin en güçlü kapitalist tekellerinin elindedir.
Seçim sonuçları Chavez’e uyarıdır
Chavez yönetimi, “21. yy sosyalizmi”nden sözeden ama gerçekte anti-ABD’cilikle sınırlı bir politika izleyen bir yönetimdir. Genel olarak antiemperyalist değil, ABD’ye muhaliftir, diğer taraftan Çin ve Rusya emperyalizmi ile ilişkiler geliştiren bir çizgisi vardır. Mesela Venezüella’daki petrol yataklarının önemli bir kısmı Rusya tarafından işletilmektedir. Çin ise, Latin Amerika’ya yapacağı en büyük ikinci rafineriyi Venezüella’ya kuracağını açıklamıştır. Rusya ile askeri ilişkileri vardır ve Rusya’dan silah satın almaktadır. Chavez’in seçim kampanyalarında Çin’in büyük etkisi vardır.
Bu nedenle ülkede gerçek bir değişim yaşanmamakta, uygulanan sosyal politikalar, asıl olarak 2000 sonrasında Latin Amerika’da genel olarak yükselen kitle hareketinin etkisiyle gerçekleşmektedir. Petrol gelirleri, bu politikaları kolaylaştırıcı bir etki sağlamaktadır. Ancak kapitalizmin özüne aykırı bir uygulama olmadığı için, bu politikaların etkisini yitirmesi, sürdürülemez hale gelmesi ve rakiplerin taktikleri karşısında güçten düşmesi mümkündür.
ABD, bu köklü sömürgesinden, onun zengin petrol kaynaklarından ve Latin Amerika’daki hegemonyasını zaafa uğratan çizgisini değiştirmeye çalışmaktan vazgeçmeye niyetli değildir. Amerikancı muhalefet hareketi de bu doğrultuda örgütlenmektedir. Muhalefet, 2005 yılında gerçekleştirilen parlamento seçimlerini boykot etmiş, 2010’da ise seçimlere girerek yüzde 49,5 civarında oy almıştı. Chavez bu seçimlerde, parlamentodaki üçte iki çoğunluğunu (kararname çıkarma hakkını) kaybetmişti. 2012 seçimlerinde ise, zorlanarak kazandığını, “sonuçların belirsizliği”nden sözederek kendisi de ifade etmişti.
Yanısıra, başkent Karakas’tan sonra ülkenin en büyük eyaleti olan Miranda başka olmak üzere, bazı önemli eyaletlerin muhalefetin elinde olması, Chavez yönetimini güçten düşüren bir unsurdur. Özel sektörün bu kadar güç kazanması ve ABD ile ekonomik ilişkilerin bu kadar güçlü olması, seçim sonuçlarının gösterdikleri, Chavez yönetimi için önemli bir uyarıdır.