Cumartesi Anneleri’nin sesi yankılanmaya devam ediyor

cumartesi 400

27 Mayıs 1995… 30 kadar insan geldi Galatasaray Lisesi’nin önüne… “Kayıplarımızı istiyoruz” diye haykırdılar. Devlet, devrimcileri, demok-ratları, Kürtleri, ilericileri, sokak ortasında infaz ediyor, gözaltına alıp kaybediyor, kimsesizler mezarlığına gömüyordu. Yükselen kitle hareketini bastırmak için her türlü yolu deniyor, yine de halkı sindiremiyordu.

Gazi barikatlarının hemen sonrasıydı. Hasan Ocak 20 Mart 1995 tarihinde gözaltına alınmış ama kendisinden hiç bir haber alınamamıştı. Aylar süren mücadeler sonucunda, cesedi Beykoz’da tanınmaz halde bulundu. Otopsi sonuçları ancak 1998 yılında açıklandı. Ocak’ın iple boğularak öldürüldüğü anlaşılmıştı. Polis her zamanki gibi kabul etmedi. Hasan Ocak’ın cenazesi 25 Mayıs’ta binlerce kişinin katıldığı görkemli bir törenle kaldırıldı. İki gün sonrasında ise yıllarca sürecek ve bugünlere kadar gelecek olan kayıp ve faili meçhul eylemlerinin ilki yapıldı.

Arjantin’de cunta sürecinde kayıplarını arayan Plaza de Mayo analarının eylemleri, Cumartesi eylemlerine esin oluyordu. Gün geçtikçe kitleselleşti. Eylemler yapıldıkça kayıpların sayısı açığa çıkıyor, hesap soruluyordu. Hüseyin Toraman’lar, Fehmi Tosun’lar, Cemil Kırbayır’lar, Talat Türkoğlu’lar, İsmail Bahçeci’ler, Ali ve Ayhan Efeoğlu kardeşler … Liste uzayıp gidiyor, her hafta yeni bir fotoğraf ekleniyordu. Devlet, “kayıpları bulmak ve sorumluları yargılamak” yerine, yakınlarını arayanları hedef tahtasına çakıyor, eylemlerine saldırıyor, gözaltına alıyor, tutukluyordu.

Cumartesi annelerine ilk büyük saldırı Temmuz 1995’te yapıldı ve 37 kayıp yakını yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. 1 Mayıs 1996’nın kitleselliği ve devrimci etkisiyle, devlet saldırılarının boyutu ve biçimini değiştiriyor, Eskişehir tabutluğunu yeniden açılıyordu. Tutsakların bu saldırıya karşı başlattığı açlık grevleri, Cumartesi eylemlerine de damgasını vurdu. “Habitat II” toplantılarının da yapıldığı o günlerde, 8 Haziran 1996’da ikinci gözaltı süreci yaşandı. Analar, kadınlar, çocuklar, babalar yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı, coplandı, işkencelerden geçirildi.

Saldırılar içeride ve dışarıda pervasızlaşıyordu. Devrimci tutsakların 12 şehit pahasına püskürttüğü ilk halkadan sonra, Diyarbakır hapishanelerinde Eylül 1996’da 10 PKK’li tutsak katledildi. Artan tutuklamalar, katliamlar, sokak ortası infazlar, devrimci hareketin kadro kaybını büyütürken, toplumsal hareketi de zayıflatıyor ve yenilgi sürecine girilmesini beraberinde getiriyordu.

Cumartesi anneleri de bu saldırılardan nasibini fazlasıyla aldı. Kayıplarını arayanlar da kaybediliyor, infaz ediliyordu. Çocuklar, Galatasaray Meydanı’nda büyüyor, devleti tanıyor, öğreniyordu. Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemlerinin 170. haftasında, 15 Ağustos 1998’de devlet artık anaların önüne barikatlar kuruyor, yürütmek istemiyordu. 200. hafta olan 12 Mart 1999’a kadar dayaklarla, gaz bombalarıyla ve gözaltılarla geçen bir süreç yaşandıktan sonra, eylemler kesintiye uğradı. Ancak yine de aralıklarla sürüyordu. 1999 Temmuz’unda Bolşevik tutsakların itirafçılığa ve hücre sistemine karşı başlattığı açlık grevi sırasında yaşanan gözaltılı, çatışmalı eylemlerin ardından, 2009’a kadar eylemlere ara verildi.

Kayıplarını arayan analara bu kadar saldırgan olan devlet, kaybedenleri korumaya devam etti. “1000 operasyon yapmakla” övünen Mehmet Ağar, Susurluk’ta isimleri açığa çıkan Ayhan Çarkın, Korkut Eken vb. birçok isim, “devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” denilerek devletin güvencesiyle infazlarına devam etti. Buna karşın çok fazla deşifre olanlar, yükselen tepkiyi bastırmak için göstermelik de olsa yargılandılar, tutuklandılar. Fakat hem çok az cezalar aldılar, hem de onlar için özel olarak tahsis edilen cezaevlerinde, “tatil yapıyoruz” dedikleri yerlerde kaldılar.

“Ergenekon operasyonu” denilen süreçle birlikte ortaya dökülen “yeni pisliklerin” ardından, analar 31 Mart 2009’da eylemlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Her Cumartesi, Galatasaray önünde ellerinde kayıpların resimleri ile, ağlayacakları bir mezar başı olmasını istediler. 24 Kasım 2012’de 400. Haftayı geride bıraktılar.

17 yıl boyunca Galatasaray Lisesi’nin önünde Berfo Ana’nın, Emine Ana’nın, Kürt analarının, babaların, çocukların “Kayıplarımızı istiyoruz” sloganları yankılandı. Üstlerine boca edilen gaz bombalarına, tazyikli sulara rağmen, işkenceli gözaltılara, “kaybedilme tehditlerine” rağmen…

Devlet aynı saldırganlık ve pervasızlıkla devam ediyor saldırılarına. Birçok devrimciyi işkenceden geçiren, katleden timin başında yer alan Sedat Selim Ay gibi işkencecileri ödüllendiriliyor, terfi ettiriyor. Ama ne yaparsa yapsın, mücadeleyi durduramıyor. En başta analarımızın elleri, onların yakalarına yapışmış durumda. Cumartesi annelerine olan öfkelerinin asıl nedeni de, analarımızın öfkesinden duydukları korkudur.

Cumartesi annelerinin 17 yıldır haykırdığı, Plaza de mayo analarının Arjantin’den seslendirdiği, aslında aynı ortak acı, ama bir o kadar ortak bir gücün ve kararlılığın ifadesidir. Onların sesi sadece basit bir vicdan çığlığı değildir. Sahiplendikleri devrimci, komünist, yurtsever, ilerici oğullarının, eşlerinin, kardeşlerinin kararlılığı ve sesidir. Onların bu mücadele içinden çıkardıkları sloganı bir kez daha haykırıyoruz: Anaların öfkesi, katilleri boğacak!

Bunlara da bakabilirsiniz

Metal’de -yasağa rağmen- grevler sürüyor

Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) 5 işletmede TİS görüşmelerine 9 Ağustos’ta başlamıştı. Bunlardan 1’i hariç 4’ü …

ASGARİ ÜCRET ve BİZ EMEKLİLER…

17 bin 2 TL olan asgari ücrete yapılacak zam, günümüzde en temel gündem maddelerinden birisi. …

İEB, savaş bütçesine karşı mücadeleye çağırıyor

Mecliste görüşülmekte olan yağma ve savaş bütçesine, işçilere layık görülen sefalet ücretine karşı, İşçi Emekçi …