Kırlangıçlar, baharın geldiğini müjdeleyen kuşlardır. Onların gökyüzünde görünmesi, soğuk kış günlerinin artık sona erdiğinin, sıcak günlerin başladığının işaretidir.
Gençlik de “devrimin kırlangıcı”dır. Ağır sömürü ve zorbalık koşullarına ilk başkaldırandır onlar. Baskıcı rejimlere ilk kafa tutan, harekete geçendir. Ve onlar harekete geçti mi, toplumun üzerine karabasan gibi çöken o kasvetli hava dağılacak, güneş kendini gösterecek ve masmavi bir gökyüzü ortaya çıkacak demektir.
Hem dünyada, hem ülkemizde gençlik hareketiyle başlamıştır toplumsal dönüşümler. Aydınların en tutarlı, en canlı kesimini oluşturan öğrenci gençlik, fitili ateşlemiştir. Ülkemizde Mustafa Suphi’lerden sonra ilk devrimci başkaldırı olan ’71 devrimciliği de, genelde gençliğin, özelde üniversite gençliğinin ayaklanışıdır. Bu ayaklanışta, ODTÜ’nün ayrı bir yeri vardır. ABD Büyükelçisi Vietnam kasabı Commer’in arabasının yakılması, dönemin anti-emperyalist eylemlerinin simgelerindendir. Deniz Gezmiş’lerin aranır duruma düşmesinden sonra sığındıkları mekandır ODTÜ. Boykotların, işgallerin sembolüdür. Sinan Cemgil’lerin, Yoldaşcan’ların, Fatih Öktülmüş’lerin okuludur. Dev harflerle “DEVRİM”i adeta kazımışlardır okulun künyesine. Sonra da kanlarıyla sulamışlardır…
Onun içindir ki, devrimin sesi hiç susmamıştır ODTÜ’de. Çünkü DEVRİM, bir yazıdan ibaret değildir; o bir ruhtur, her ODTÜ’lüyle birlikte yeniden dirilen. O ruhla DEVRİM meşalesinin sönmesine izin verilmemiş, sürekli harlanmıştır. “ODTÜ ayakta” olduğu sürece de yanmaya devam edecektir.
2012 yılının son günleri, ODTÜ’yle başlayıp, tüm ülkeye yayılan gençlik eylemleriyle geçti. Haftalarca süren bu eylemler, sadece öğrencileri değil, çalışanları, akademisyenleriyle tüm üniversite bileşenlerini içine aldı. Rektörler bir yerde; öğrencisi, çalışanı ve öğretim üyesi ile, üniversitenin asli unsurları bir yerde saflaştılar. Bu, doğru bir saflaşmaydı ve geleceğe dair umutları arttırıyordu.
AKP, devletin çeşitli kurumlarında kadrolaşabilir, oralarda su başlarını tutabilir. Tıpkı üniversitelerin rektörlerini kendi yandaşlarından ataması gibi… Ama o kurumlarda çalışanları, okuyanları; yani gerçek sahiplerini zapt-ı rapt altına alması mümkün değildir. Bunu hiçbir hükümet, hiçbir zorba rejimi, başaramamıştır, başaramaz da. Sömürü ve zorbalığın olduğu her yerde, er ya da geç isyan, ayaklanma ve devrim olacaktır.
ODTÜ, işaret fişeğini çakmıştır. Onu işçi ve emekçilerin daha da büyüyen ve militanlaşan eylemleri izleyecektir. ’80 sonrası ilk kıpırdanışlar da böyle başlamıştı. Öğrenci gençliğin dernekleşme mücadelesi ve ardından “tek tip dernek” yasasına karşı ülke çapında gerçekleştirdiği eylemler, ANAP Hükümeti’ni geri adım atmak zorunda bırakmıştı. Ardından ’89 işçi eylemleri sökün etmiş, onu emekçi memurların sendikalaşma mücadelesi izlemişti. Ve 12 Eylül’ün başta örgütlenme olmak üzere gaspettiği haklar birer birer alınmıştı.
Elbette her dönemin kendine özgü yönleri olacaktır. Yaşamda hiçbir şey, birbirinin tekrarı değildir. Fakat doğanın olduğu gibi, toplumun da genel yasaları vardır. Bunlardan biri de, öğrenci gençliğin her dönem ilk kıvılcımı çaktığı, fakat mücadeleyi sonuna kadar götürecek olan en devrimci sınıfın, işçi sınıfının harekete geçmesiyle, hedefe ulaşıldığıdır.
* * *
İşçi sınıfı, yıl boyunca çeşitli eylemlerle alanlardaydı. Daha çok sendikalı işçilerin işten atılması üzerine direnişe geçmişlerdi. İçlerinde başarıyla sonuçlananlar da oldu. Ancak taban örgütlülüğün zayıflığı ve işbirlikçi sendikaların tutumu, bu direnişlerin büyümesini engelledi.
İşçi sınıfının örgütlülük düzeyinin son derece düşük olması, en büyük handikap olarak karşısına dikiliyor. Hal böyleyken arka arkaya çıkarılan yasalarla, başta örgütlenme olmak üzere, en temel haklara saldırılar sürüyor. Patronların azami karı esas alındığından, karın tokluğuna çalışmak bile zorlaşıyor. Büyüyen işsizlik, bir tehdit unsuru olarak tüm işçilerin üzerinde sürekli sallandırılıyor.
Böyle bir durumla karşı karşıya kalan Şişecam işçileri, direnişe geçtiler. İstanbul-Topkapı’daki fabrikayı Eskişehir’e taşıyan Şişecam patronu, işçileri ya asgari ücretle çalışmaya, ya da işsizliğe mahkum etti. Tüm hakları korunarak çalışmak isteyen işçiler, fabrikayı işgal ederek, aileleri ile birlikte büyük bir direnişi başlattılar.
Tekel’den sonra, sınıfın bayrağı, şimdi Şişecam işçilerinin elindedir. Sınıfın diğer bölükleri de Şişecam ile dayanışmaya geçmeli ve 2013 baharını başlatmalıdırlar.
* * *
2013’e, üniversitelerin eylemi ve Şişecam işçilerinin fabrika işgaliyle girdik. Bu, yeni yıla dair umut ve beklentilerimizi daha da arttırıyor.
Uzun süredir sessizliğini koruyan üniversitelerin arka arkaya patlayan direnişleri, önümüzdeki yıl da öğrenci gençliğin eylemlerinin durmayacağını gösteriyor. Üzerindeki baskıya, hatta yüzlercesi tutuklu olmasına rağmen, öğrenci gençlik, toplumsal mücadelenin önemli bir dinamiği olarak sahnededir artık.
Şişecam işçileri ise, sınıfın kararlılığının ve militanlığının simgesi olarak direniş bayrağını yükseltmiştir. Yeni Zonguldak’ların, Seka’ların, Tekel’lerin habercisidir.
Engels’in söylediği gibi: “Biz geleceğin partisiyiz, gelecek ise gençliğindir. Biz toplumu yenileştirenleriz, gençlik yenileştiricileri seve seve izler. Biz eski kokuşmuşluğa karşı özveri ile yürütülen bir mücadelenin partisiyiz, özveri isteyen bir mücadeleye ilk olarak her zaman gençlik hazırdır… Biz daima en ilerici sınıfın gençliğinin partisi olacağız!”
2013’e girerken, “devrimin kırlangıç”larına, yeni kavga yılına MERHABA diyoruz. Sınıfın devrimci sezgileriyle, gençliğin dinamizminin birleşmesiyle oluşacak nehirler, önüne çıkan engelleri birer birer aşacaktır ve geçtiği her yerde tohumları çatlatıp yeşertecektir. Fakat bu nehirlerin hedeften şaşmadan denizlere, okyanuslara ulaşması için öncüsüyle buluşması şarttır.
Bunun bilinciyle hareket etmeli, kavganın baharına hazırlanmalıyız!