Şehirlerin her tarafı şantiye. Çeşit çeşit yükselen binalar. Biri bitmeden, diğer onlarcası, yüzlercesi başlıyor. Yeni projelerin ardı arkası kesilmiyor, şehir içinde şehirler inşa ediliyor. İnşa edilenlerin çoğu yüksek güvenlikli, etrafı surlarla çevrilmiş.
Hayatımıza giren ve zorlaştıran binalar, şantiyeler nereye dönersek gözümüzün içine sokuluyor. Gazete sayfaları, televizyon kanalları konut reklamlarıyla dolu. En göze çarpan, son yılların hızla yükselen Ağaoğlu grubudur. Bu grubun patronu Ali Ağaoğlu kendi reklam filmlerinde kendisi oynarak dikkatleri daha fazla üzerine çekmektedir. Hem de öylesine pişkince, aç kurtlar gibi dişlerini göstererek… Ağaoğlu gibilerinin yanına bir de sözümona yoksulları konut sahibi yapmak için Başbakanlığa bağlı kurulan TOKİ’yi eklemek gerekiyor.
Sadece İstanbul ve Ankara’da 8 yılda yapılan yeni konut sayısı 731 bin. Bunların 295 bini İstanbul, 436 bini Ankara’da. Türkiye genelinde ise 4 milyon 725 bin adet. (*) Maket üzerinden yapılan reklamlarla ve yeni projelerle birlikte düşünüldüğünde, bu rakamlar daha da yükselmektedir.
Yapılan konutlara ve reklamlara bakıldığında, bunlar genelde lüks konutlar. Bir işçinin, emekçinin bırakalım almasını, yanından geçemeyeceği, dokunamayacağı türden. En ucuzu, 1+1’ler bile 100 bin TL’den başlıyor. Örneğin Ankara Çukurambar, Beştepe bölgesinde ev fiyatları 600 bin liradan başlıyor, 700, 800 bin, 1 milyon şeklinde giderek yükseliyor. İstanbul daha pahalı. Tek odalı, mutfağı-salonu içinde, stüdyo daire için istenen rakam Ankara’daki 400 metrekare daireye eşit.
İşçi ve emekçiler, bu konutlara yaklaşamıyor ama, alınterleri ve kanlarıyla karıyorlar harcını. İşçilerin teriyle-kanıyla yükselen bu konutlarda onlar yaşayamıyorlar. Ortaya çıkardığı ürünün yabancısı oluyor bir kez daha. Milyonlarca işçi-emekçi barınma sorunu yaşıyor. İçlerinden bazıları, yemeden-içmeden kısarak, iki göz gecekondu sahibi olabiliyor veya bankalara borçlanarak TOKİ’nin 1+1, 2+1 arızalı dairelerini alabiliyor. TÜİK’in hazırladığı rapora göre, 31 milyon kişi sızdıran çatı, nemli duvar ve çürümüş pencere ile kışı geçiriyor. Yani nüfusun yaklaşık yarısı, insanlıkdışı koşullarda yaşam ve barınma sorunuyla boğuşuyor. Yapılan yeni, sağlıklı ve lüks konutlar ise, onların ulaşamayacağı kadar “uzak”.
Talan ve soygun
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) verilerinden yola çıkan gazeteci M. Sarıkaya, satılan konut ile işleme giren paranın açık verdiğini belirtiyor. “Türkiye’deki bankalarda 1 milyon liranın üzerinde parası bulunan gerçek kişi sayısı 28 bin 200. 250 bin lira ile 1 milyon arası parası olan kişi sayısı ise 187 bin 700… Yani bankadaki 250 bin liradan fazla parası bulunan kişi sayısı 215 bin 900. Konut kredisi kullananlar arasında, Ankara’da kullanılan konut kredisi miktarı 9 milyar 990 milyon lira. Siz deyin 10 milyar. İstanbulda ise, 27 milyar 817 milyon lira. Siz deyin 27 milyar lira. İkisi etti mi 37 milyar. İki kentte toplam üretilen 731 bin konuttan yüzde 10’u 1 milyon liranın üzerinde olması halinde 73 bin konut eder. Burada 1 milyon liradan fazla parası olan kişi sayısı 28 bin 200 olduğuna göre, geri kalan 44 bin 800 evi, kim hangi parayla aldı. Hadi diyelim ki konut kredisi kullandı. Bu hesap tutmuyor. İki ildeki konut kredilerinin tamamı 1 milyon lüks konutlar için olsa bile 37 bin konuta yeter. Toplam 73 bin lüks konuttan geri kalan 36 binin parası nereden geldi. Haydi diyelim ki yarısı kredi kullandı, o da yetmez. Çünkü bu durumda da 72 bin konut eder, bin adedi yine açıkta kalır. Unutulmaması gereken bir nokta daha var; o da ödenen bu paraların bir şekilde bankacılık sisteminden geçmek zorunda olduğu. Mudi sayısı tutmadığına, kredi miktarı da yetmediğine göre, o zaman bu paralar nereden geliyor ve nasıl ödeniyor? Hadi ödendi diyelim, bu paraları onlar hangi bankaya yatırıyor? Türkiyede fiktif bir döngü mü yaşanıyor, paranın rengi mi kararıyor” diye soruyor aynı tarihli yazıda.
Tablo, kayda geçmeyen paralar olduğunu gösteriyor. Vergi kaçırmanın yollarından biri. Genellikle kayıtdışı işçi çalıştırmada karşılaştığımız vergi kaçırma, konut sektöründe kayıtdışı para çevirmeyle, eksik mimari düzenleme göstermeyle vb. sürüyor. Bakınız “yaptım oldu” reklam yıldızı Ali Ağaoğlu, Ümraniye “My Town Sitesi” projesinde 4+1 daireleri imar planında 3+1 ve 1+1 daire şeklinde göstererek vergide de “yaptım oldu” diyor. Aynı Ağaoğlu’nun, at sırtında reklamını yaptığı “Maslak 1453” projesinde, gerek orman arazisinin satın alınmasında, gerekse reklam filminin çekiminde usulsüzlük yaptığı ortaya çıktı. Zaten yükselen tepkiler üzerine projesi de iptal edildi. Keza Nur Cemaatine yakınlığıyla bilinen Okyanus Eğitim Kurumları’nın, tarihi Kemerburgaz su kemeri arazisine okul yapmasına gelen itirazlara, “münferit izin” denilmesi, peşkeşin-talanın, nasıl kılıfına uydurulduğunu gösteriyor. Sarıyer’de hazineye ait orman arazisine kurulan Koç Üniversitesi, orman ve doğanın ne kadar rahat tahrip edildiğinin bir başka göstergesi.
Örnekler çoğaltılabilir. Fakat bu kadarı bile, orman arazilerinin, sit alanlarının, doğanın, ekolojinin talan ve tahrip edildiğini göstermektedir. Azami kara doymayan burjuvaziye, AKP hükümeti yeni rant alanları açmak için ardarda yasal düzenlemeler yapmaktadır. 2B yasasıyla orman ve sit alanları, inşaat, turizm şirketlerine sınırsız bir şekilde açıldı. İşçi ve emekçilerin yaşadığı, afet riski barındırmayan, şehir merkezlerine yakın ve güzel manzaralı semtler, afet riski gösterilerek “kentsel dönüşüm” kapsamında yıkılmak isteniyor. Yıkılacak bu yerler inşaat şirketlerine rantsal alan olarak açılıyor.
Bu konutlar kimin için?
Hali hazırda aile fertlerine yetecek nüfustan fazla konut olduğu söyleniyor. Bunca fazlalığa rağmen yeni konutlar durmadan yükseliyor. Zaten bu konutlar ihtiyacı karşılamak için yapılmıyor, konut metalaşmış durumda. Bir tasarruf aracı olarak sunuluyor. Konut sahibi olanlara “farklı bir yaşam” denilerek pazarlanıyor. “Konuta dayalı birikim rejimi” kurularak, krizden kurtulmaya çalışılıyor.
Diğer taraftan da milyonlarca işçi-emekçi, barınma sorunu yaşıyor. Sokakta kalanlar, barakalarda yaşayanlar, bu konutlara uzaktan bakabiliyorlar ancak. Kapitalist sistemde her alanda olduğu gibi, konut sorununda da “bolluk içinde yokluk” var. Aşırı üretim ile yüzbinlerce konut yapılır ve stoklar birikirken, “kentsel dönüşüm”, “2B” adı altında yapılan yasal düzenlemelerle, yeni alanlar açılıyor. Peki neden, kimin için?
Elbette işçi ve emekçiler için değil! Her şey sermayeye azami kar alanları açmak, zenginlerin refahını sağlamak için…
Çimento Mühendisleri Birliği Başkanı Mustafa Güçlü, “kentsel dönüşüm”ün gerekli olduğunu belirttikten sonra, “bu işe daha çok inşaat, daha çok çimento satmak olarak ele alınacak konu değil. Daha nitelikli yaşam alanları oluşturma konusu. Böyle bakılmalı” diyor, 18.10.2012 tarihinde Radikal gazetesine verdiği demeçte. Zaten patronlardan başka şey söylemesi de beklenmez! Ağaoğlu da, Maslak 1453 projesinin reklamında “insanlık için bir şeyler yapmalıyım” demiyor mu?
Elbette işin bir yanını “nitelikli yaşam” oluşturuyor. Ama burjuvazi için “nitelikli yaşam!”. İşin esas yanını ise, azami kar oluşturuyor. Azami kar hırsıdır konutları yükselten. Kapitalist sermaye doğası gereği, azami kar neredeyse, oraya akar. Öyle ki, bugün inşaat sektöründe el atmayan sermayedar yok gibi. Sabancısından Ağaoğlu’na, Eczacıbaşı’dan Zorlu’ya, Torunlar’dan Doğuş’a, Ekşioğlu’ndan Doğan Grubu’na, vb. sanayicisi, tefecisi, tüccarı, bu işin içinde.
Bu, aynı zamanda yaşadıkları ekonomik krize çare arayışlarıdır. İnşaat sektöründeki hareketlilik beraberinde; demir-çelik, çimento, çam, ağaç vb sektörleri de hareketlendirir, hareketlilik yaratır. Ama nereye kadar?
Durmadan yükselen ve milyonlarca biriken bu konutlar, daha nereye kadar yükselecek? Elbette bir yerde tıkanacak, bu kaçınılmaz. ABD’nin daha bir kaç yıl önce yaşadığı ve hala devam eden büyük kriz, biriken konut sorunundan patlak vermişti. Keza İrlanda, İspanya, Yunanistan gibi AB ülkelerini sarsan ekonomik krizde bankacılık sektöründeki sorunlar, konut sektöründen etkilenmiş ve onu etkilemişti. Türkiye’yi de aynı son bekliyor.
Bunun ilk belirtileri ortaya çıkmaya başladı bile. Önceki yıllara göre, 2012’de yüzde 5 oranında bir küçülme başgösterdi. Şimdi sektöre nefes aldırmak için “kentsel dönüşüm”e yükleniyorlar.
Ama bunu başarabilmeleri hiç de kolay değil. Krizin acısını en derin haliyle yaşayan işçi emekçiler, bir de evlerinden-yurtlarından edilmek istenmelerine tepkisiz kalmayacaklardır. Onlarda biriken öfke patladığında, bu konutlar da ellerinde patlayacak ve başta inşaat sektörü başta olmak olmak üzere kapitalizm kendi yarattığı bataklığa saplanacaktır.
(*) Rakamlar, 8 Temmuz 2012 tarihli Habertürk gazetesinden Muharrem Sarıkaya’nın yazısından alınmıştır.