Suriye’deki savaş şiddetleniyor. Muhaliflerin kimyasal silah kullanması, ABD güdümündeki uluslararası kurumlarda Suriye’ye ait koltuğun muhaliflere verilmesi ve Kürt bölgesinin HSO(Hür Suriye Ordusu) ile işbirliği yapması, son döneme damgasını vuran en önemli gelişmeler.
Tüm bu adımlar, savaşın dengeleri henüz belirgin bir biçimde bozulmasa bile, muhaliflerin yeni mevzi kazanımlarını gösteriyor.
Muhalefetin kurumsallaşma adımları
ABD güdümündeki Suriye muhalefeti, bugüne kadar en önemli diplomasi adımlarından birini, “geçici hükümet” ilan ederek attı. Bunun arkasında Türkiye’nin açık yönlendirmesi bulunuyordu. Öyle ki, Suriye muhalefetinin iki yıl önce kendisini ilan ettiği toplantı gibi, geçici hükümetin “seçileceği” toplantı da İstanbul’da gerçekleştirildi. 18-20 Mart tarihlerinde yapılan toplantı, 12 başkan adayının ortaya çıkmasıyla, muhalefetin gerçekte ne kadar paramparça olduğunun göstergesi oldu. Sonuçta, Kürt işadamı Ghassan Hitto “geçici başbakan” olarak seçildi.
SMDK (Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu) içindeki görüş ayrılıkları sadece başkanın kim olacağına ilişkin değildi. Mesela SMDK Başkanı Muaz el-Hatib, geçici hükümet ilanının ertelenmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu görüşü kabul edilmeyince, “Batı’nın Suriye halkına yeterince destek vermediğini” söyleyerek görevinden istifa etti. Keza HSO da geçici hükümeti tanımadığını belirten bir açıklamayı hemen yaptı. Bu durum, HSO ile SMDK arasındaki çelişkileri derinleştiren bir rol oynadı.
Geçici hükümetin ilanının arkasından bir başka önemli adım, birkaç gün sonra Arap Birliği Zirvesi’nde atıldı. 26-27 Mart’ta Katar’ın başkenti Doha’da gerçekleşen 24. Arap Birliği Zirvesi’nde, Suriye’ye ait olan ve Kasım 2011’den beri askıya alınmış bulunan koltuk, SMDK’ya verildi. Zirve kararları ile de bu durum resmileştirildi. Buna göre, Suriye’de geçici hükümet ilan eden muhalefet, ülkede seçimler gerçekleştirilinceye, yani Esad devrilip yönetim muhalefetin eline geçinceye kadar, Arap Birliği’nde temsil yetkisine sahip olacak. Ayrıca, Arap Birliği, “Suriye halkının meşru temsilcisi olarak SMDK’yı gördüğünü” ve SMDK’ya askeri yardım dahil her tür yardımı vereceğini de kararlar içinde geçirdi. Böylece Arap Birliği, ABD güdümündeki muhalif harekete askeri yardımda bulunacağını ilk olarak ilan etmiş oldu.
İstifa etmesine rağmen, SMDK yeni başkan seçinceye kadar görevine devam edecek olan Muaz el-Hatip, yaptığı konuşmada, ABD’den Türkiye’deki patriot füzelerinin Suriye’nin kuzeyini de koruyacak biçimde genişletilmesini istediğini anlattı ve Arap Birliği’nin de somut kararlar almasını istedi.
Bu arada, daha zirve devam ederken, Suriyeli muhalifler, ilk “büyükelçilik”lerini Doha’da açtılar.
Suriye Devlet Başkanı Esad ise, buna karşılık olarak Güney Afrika’da toplanan BRİCS ülkelerinden (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) yardım istedi. Suriye’nin “Batı tarafından desteklenen terör eylemlerine maruz kaldığını” söyleyen Esad, BRİCS’in de kendisine destek vermesi talebini zirveye iletti.
Rusya ve İran, Arap Birliği’nde ortaya çıkan bu tabloya hemen tepki gösterdi. Rusya bunun 30 Haziran 2012’de Cenevre’de yapılan mutabakata aykırı olduğunu, Suriye’ye müdahale anlamına geldiğini ve özellikle de Suriye’deki sorunun askeri çözümünü “teşvik” edildiğini belirtti.
HSO’nun silah ve savaş gücü artıyor
Şubat ayının sonunda, Washington Post gazetesi, ABD’nin bugüne kadar Suriye’ye askeri yardımda bulunmadığını, ancak artık politika değişikliğine giderek askeri teçhizat ve eğitim yardımı yapacağını yazdı. Oysa bugüne kadar da Suriye muhalefeti sonuçta ABD’nin yardımıyla savaşmıştı. Ancak bu yardım gizliydi, dolaylıydı; bugünkü politika değişikliği ise bu yardımın açık hale getirilmesinden başka bir şey değildi.
Suriye’de bir muhalefet örgütlenmesi bile sonuçta ABD’nin yardımları sayesinde olmuştu. Oysa muhalefet silah ve para yardımını yetersiz buluyor, bu yardımlar artırıldığı koşulda çok hızlı biçimde Suriye’de yönetimi ele geçireceklerini iddia ediyorlardı. ABD ise, özellikle HSO’yu kontrol etmekte zorlandığını, onları askeri olarak güçlendirmenin kontrolü daha da zorlaştıracağını dikkate alarak ağır silahlar vermiyordu. Diğer taraftan ABD’nin gizli biçimde Türkiye üzerinden HSO’ya oldukça büyük silah sevkiyatları düzenlediği, kayıtsız biçimde para gönderdiği, Suudi Arabistan ve Katar’ın da bu sevkiyatlarda görev aldığı biliniyordu. Keza, yine Katar ve Suudi Arabistan’dan kalkan uçakların Türkiye’den Suriye’ye geçmek üzere radikal islamcı savaşçıları taşıdığı da birçok defa basında yer almıştı. Hatay’dan ambulanslarla Suriye’ye savaşçı ve silah taşındığına, Hatay sanayi bölgelerinde Suriyeli çeteler tarafından el yapımı bombaların üretildiğine dönük haberler de sayısız kez duyulmuştu.
Tüm bunlara ek olarak, ABD’de yayınlanan NewYork Times gazetesinin, 25 Mart günü verdiği haber, CIA desteğiyle Türkiye üzerinden Suriyeli muhaliflere yapılan silah yardımlarının boyutunu ortaya seren önemli bir bilgiydi.
Habere göre 2012’nin başlarından itibaren, CIA’nın desteğiyle Ürdün, Suudi Arabistan ve Katar’dan kalkan askeri kargo uçakları, başta Ankara olmak üzere Türkiye’deki havaalanlarına iniyor ve malzemeler Suriyeli muhaliflere aktarılıyor. Bu uçuşlar, Obama’nın ikinci döneminde giderek artmış. Bu tarzda Türkiye’ye gelen uçak sayısının 160’tan fazla, toplam kargo ağırlığının ise yaklaşık 3500 ton olabileceği düşünülüyor. Hırvatistan ise, Suudi Arabistan’ın silah alımlarını yaptığı yer olarak bu zincire ekleniyor.
Türkiye’nin verdiği desteğin çarpıcı bir başka belgesi, 2012 Aralık ayı içinde İngiliz The İndependent gazetesinde yayınlanmıştı. Habere göre, Londra’da, içinde Türkiye’nin de yeraldığı Suriye konulu gizli bir toplantı düzenlendi. Toplantıda Suriye’deki çetelere askeri eğitim, hava ve deniz desteği sunmak üzere planlar yapıldı. Gazeteye göre toplantı Kasım ayı ortalarında, İngiltere başbakanı Cameron’un isteğiyle, İngiltere Genelkurmay Başkanı tarafından düzenlendi. Toplantıda eğitim kamplarının Türkiye’de kurulabileceği ifade edildi.
Bütün bunların sonucunda, HSO’nun eylem gücü giderek artıyor. Son haftalarda HSO’nun kimyasal silah kullandığı, havan topu ve roketlerle Şam’daki kamu binalarına saldırdığı yönündeki haberler basında sıkça yer aldı.
Muhalefetin Türkiye cephesi, asıl olarak radikal islamcı çetelerden oluşurken, muhalefet içinde daha “laik” olan kesimler, Ürdün’de eğitiliyor. The Guardian gazetesinin haberinde, İngiliz ve Fransız istihbaratçılarının, saf değiştiren bazı Suriyeli generalleri ve laik muhalif savaşçıları Ürdün’de eğittiğini, bunların Esad sonrasında ülkede “güvenlik gücü” olarak konumlandırılacağını ve radikal islamcı çetelere karşı bir denge unsuru olarak şekillendirildiğini yazdı.
Radikal islamcıların durumu ABD açısından önemli bir sorun. Bir taraftan, muhalefet içinde savaş gücü en yüksek kesim bunlar olduğu ve Suriye hükümetine en büyük darbeleri bunlar vurduğu için, bu kesimlere çok büyük bir ihtiyaç duyuyor. Diğer taraftan, Türkiye, bu çeteleri, özellikle de el Kaideci El-Nusra Cephesi’ni Kürtlere karşı bir silah olarak kullanıyor ve karşılığında El-Nusra’nın hareket ve etki alanını genişletiyor. Bu durum, ABD’nin rahatsız olduğu bir durum, ancak savaşın bugünkü dengeleri içinde, El-Nusra’ya duyduğu ihtiyaç nedeniyle buna göz yumuyor.
Kürtler’in tarafı
Kürt bölgesel yönetimi, Suriye’de savaşın başlamasının ardından Esad’ın ordusunu geri çekmesiyle kendi bölgesinde hakimiyetini ilan etmişti. Uzunca bir dönem Suriye muhalefetinden uzak durdu, hatta kendi bölgesinde Türkiye tarafından yönlendirilen HSO çeteleri ile önemli çatışmalara girdi. Ancak Barzani’nin PYD üzerinde uyguladığı baskı ve Öcalan’ın PYD’ye dönük mesajlarının ardından HSO ile anlaşma sağlandı.
Barzani belli bir süredir Türkiye ile ilişkilerini güçlendiren adımlar atıyordu. Öyle ki, Türkiye’nin Almanya’dan sonra en fazla ticaretinin olduğu alan Kürdistan Federe Bölgesi oldu. Özellikle Türkiye ile Barzani arasında imzalanan petrol anlaşmaları, Irak yönetiminin tepkisini çekiyordu. Her iki taraf da ABD’nin koruması altında bu anlaşmaları Irak’a kabul ettirdi, petrol Türkiye üzerinden dünya pazarlarına açılmaya başlandı.
Bu ilişkinin devamı olarak, Suriye Kürtlerinin de ABD ile işbirliği yapması konusunda büyük bir baskı vardı. HSO ile yapılan anlaşma, baskının sonucu oldu. PYD, kendi bölgesinde büyük saldırılar düzenleyen, katliamlar gerçekleştiren HSO ile ittifak kurmuş oldu.
Suriye muhalefeti kendi içinde önemli parçalanmalar yaşamaktayken, Kürt bölgesinin bu ittifaka katılması, Amerikancı cepheyi güçlendirdi.
İsrail’den özür neden şimdi
Tam 3 yıl önce, Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine yönelik saldırıdan dolayı İsrail’in bugün özür dilemeyi kabul etmesi, Suriye savaşına dönük yeni planların ve hazırlıkların habercisidir.
‘Özür’ün Obama ile yapılan ziyaretin ve görüşmelerin ardından gerçekleşmesi, bunun bir “Amerikan barışı” olduğunun, İsrail’i ABD’nin zorladığının göstergesi zaten. İsrail’in buna “ikna” olmasının sebebi ise, Ortadoğu’da giderek değişmekte olan dengeler.
İsrail artık Türkiye ile ilişkilerini daha iyi tutmak, hız kazanan savaşta Türkiye ile daha güçlü bir ortaklık kurmak zorunda. Çünkü birincisi, Ortadoğu’da ve Afrika’da radikal islamcı hareketlerin daha gerici ama daha savaşçı kesimleri güç kazanıyor. Mısır, Libya ve Tunus’ta Müslüman Kardeşlerin ve Selefilerin yönetimleri ele geçirmesi, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde radikal islamcıların “isyan”ları ve bölgedeki pekçok ülkede etkinliklerinin artması; en önemlisi Suriye’de yine radikal islamcıların önderliğinde yürütülen savaş, bu durumun açık göstergeleridir. İsrail, bu radikal islamcı “deniz”in ortasındaki bir ülke olarak, müslüman ülkelerin desteğine çok daha fazla ihtiyaç duyuyor. Irak’ta Barzani ile kurulan ilişkiler tek başına yeterli gelmiyor. Türkiye ile ilişkiler, bu koşullarda, son derece büyük bir önem kazanıyor.
İkincisi, Suriye’nin durumu İsrail için daha yakın ve doğrudan bir tehdide dönüşmüş durumda. Bir taraftan Suriye’deki çatışmaların Hizbullah ve Hamas’ı etkilemesi ve bu nedenle İsrail’i de içine çekmesi ihtimali var. Diğer taraftan, Suriye’deki radikal islamcı çeteler, doğrudan İsrail’i hedef alma potansiyeli bile taşıyor. HSO üzerinde önemli bir etkisi bulunan Türkiye, bu yanıyla da öne çıkıyor.
Üçüncüsü, İran’ın nükleer silahları geliştirme konusunda attığı adımlar ve Kuzey Kore’nin ABD’ye meydan okuyan açıklamalarıyla birlikte yürüyen nükleer çalışmaları, emperyalist savaşın yayılma dinamiklerini ortaya koyuyor. Bu durum, İran karşıtı cephenin, kendi iç sorunlarını çözerek yakınlaşmasını zorunlu kılıyor.
Dördüncüsü, Türkiye’de kurulu olan füze kalkanı ve patriot sistemleri, İsrail’e yönelik bir saldırıda en önemli savunma noktalarından birisi olacak. İsrail sadece Türkiye ile yaşadığı gerginlikten dolayı bu savunmada bir gedik ya da bir belirsizlik olmasını istemiyor.
Bu koşullarda, ABD emperyalizmi, Ortadoğu’daki iki önemli işbirlikçisinin arasındaki sorunları çözmek, ilişkileri ABD’nin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemek ve daha güçlü bir işbirliği ile savaşa odaklanmalarını sağlamak amacıyla harekete geçti. Bir taraftan Erdoğan, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Türkiye ziyareti sırasında söylediği, “Siyonizm de insanlık suçu olmalı” sözünden geri adım attı, diğer taraftan İsrail özür dilemeyi kabul etti. Üstelik bu arada, Hamas’ın İsrail’e dönük füze saldırılarını durdurması için Türkiye’nin devreye girmesi konusunda söz de aldı.
Sonuçta Türkiye’nin diplomasi başarısı olarak değil, ABD’nin Ortadoğu savaşının hızlanması nedeniyle İsrail, göstermelik bir özür dilemiş oldu.
Zaten Türkiye ile İsrail’in “kavga”sının göstermelik olduğu biliniyordu. Öyle ki iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler, bütün bu üç yıl boyunca hiç sekteye uğramadı. Dahası, Türkiye 2012 yılı ekim ayında, Rusya’dan Suriye’ye giden bir uçağı, içinde askeri malzeme olduğu gerekçesiyle durdurduğunda, içinden çıkan radar parçalarının Suriye’nin Türkiye sınırında değil, İsrail sınırında konuşlu bulunan bir savunma sistemine ait olduğu; Türkiye’nin bu parçalara el koymasından kısa bir zaman sonra İsrail uçaklarının Suriye radarlarına görünmeden sınırı geçerek Şam yakınlarında bir hedefi vurduğunda sonradan ortaya çıkmıştı. Yani Türkiye, Suriye uçağını durdurarak, İsrail’e son derece önemli bir destek vermiş oldu.
Rusya’nın desteği
Rusya başından itibaren Suriye’nin yanında olduğunu her biçimde gösterdi. Kimi zaman BM’nin karar almasını engelleyerek, kimi zaman ikili görüşmeler yaparak, kimi zaman ise askeri gücünü ortaya koyarak, Suriye’ye açık destek verdi. Bugün de desteğini iki farklı biçimde ortaya koyuyor.
Birincisi, Karadeniz’de gerçekleştirdiği askeri tatbikatlar ve Akdeniz’e gönderdiği savaş gemileriyle, Suriye’ye dönük bir saldırının karşısına dikileceğini gösteriyor. Rusya, Suriye’deki Tartus askeri üssünde bundan sonra 5-6 savaş gemisini düzenli olarak bulunduracağını açıkladı. Keza Mart ayının son günlerinde, Karadeniz’de son yılların en büyük askeri tatbikatını gerçekleştirdi.
ABD’nin kışkırtmasıyla 2008 yılında Osetya’yı işgal eden, sonrasında Rusya tarafından işgal edilen Gürcistan, ABD’den fiili destek bulamamış, Karadeniz’e çıkan ABD savaş gemisi Rusya ile bir savaşı göze alamamış, bu nedenle Gürcistan Rusya karşısında geri adım atmak zorunda kalmıştı. Bugün Rusya, Suriye’ye verdiği destekle, kendisine bağımlı ülkelere dönük saldırıları yanıtsız bırakmayacağını göstermiş oluyor.
Rusya’nın diğer desteği ise, muhalefetin parçalı yapısından faydalanma ve bunu derinleştirme tarzında işliyor. HSO ile SMDK arasında, HSO’nun kendi içinde ve SMDK’nın kendi içinde oldukça derin çelişkiler var. En son geçici hükümetin ilan edilmesi konusunda yaşanan tartışmalar bile bu çelişkilerin ifadesi. Seçilen “başbakan”, aslında ABD tarafından yetiştirilen ve bölgeye atanan bir “başbakan”. Muhalefet içinden bazı kesimler Suriye ile pazarlık masasına oturmayı kabul etmiş durumdalar; SMDK başkanı Muaz el Hatip’in istifası bunun göstergelerinden biri. Rusya ve Suriye, Baas’ın bölge üzerindeki köklü etkisini de kullanarak bu çelişkileri derinleştiriyorlar.
* * *
ABD bugün savaşı hızlandıracak adımlar atıyor. Fakat muhalefetin parçalı yapısı, artan iç çelişkiler, buna karşın Baas rejiminin beklenenin ötesinde bir direnç göstermesi gibi birçok faktör, önünde engel oluşturuyor. Bir süre “Esad’ın devrilmesi” hedefinden, savaşta süreklilik statüsüne doğru geçildi. Ama hemen arkasından ABD’nin girişimleriyle yeniden “Esad’sız çözüm” işlenmeye başladı. Muhaliflerin kimyasal silah kullanması son derece önemli bir adım. Muhalefet giderek daha etkili biçimde savaş araçlarını kullanacaktır. Keza Rusya da kendi cephesinden, savaşa askeri olarak hazır olduğunun mesajlarını göndermekte acele ediyor.
Diğer taraftan ABD, İsrail-Türkiye “barış”ını sağlayarak, Kürt hareketini kendi arkasında birleştirerek, muhalefetin başına kendi kadrosunu “seçtirerek”, İngiltere ve Fransa’nın muhalefeti askeri olarak eğitme ve silah yardımı yapma konusunda daha fazla adım atmasını sağlayarak, kendi cephesini güçlendirmede oldukça yol almış görünüyor. Suriye cephesinde ise, Irak’ta, İran’a yakınlığı bilinen Talabani’nin hastalanarak görevden fiilen uzaklaşmış olması, Şii Başbakan Maliki’ye dönük ülke içindeki baskı ve protestoların artması, Lübnan’daki Hizbullah’ın kurucusu olan İranlı general Hasan Şatiri’nin Şam’dan Lübnan’a giderken suikast sonucu öldürülmesi gibi kimi olaylar, İran’ın bölge dengelerinde bir sarsılma yaşadığını gösteriyor.
Ancak savaşın hız kazanması, dengelerin sürekli değişmesini de beraberinde getiriyor. Kesin olan şey, savaşın kaçınılmaz biçimde ilerlemekte olduğu ve bunun asıl bedelinin halkların ödediğidir.