Suriye’ye savaş çığırtkanlığı yine en üst perdeden yükseltilmiş durumda. Bu defa saldırı ihtimali çok daha yakın ve somut görünüyor. Ancak diğer taraftan, savaş karşıtı tepkiler de hızla yükseliyor.
ABD’nin saldırı için bahanesi, 21 Ağustos günü başkent Şam yakınlarında Esad’ın kimyasal silah kullandığı iddiası. Ama Esad’ın kimyasal silah kullandığını kanıtlayamıyor. Çünkü birincisi, sadece Esad’ın değil, Suriye’deki El Kaideci çetelerin de elinde kimyasal silah olduğu biliniyor. Zaten daha öncesinde Hal el Esal’da muhaliflerin kimyasal silah kullandığına dair iddialar vardı. Keza muhalif çetelerin, uluslararası bir desteği oluşturmak ve Esad’a karşı ABD saldırısını meşrulaştırmak için her türlü provokasyonu, kendi hakimiyet alanlarına dönük herhangi bir saldırıyı da gerçekleştirebilecekleri biliniyor. Tıpkı 14 Mayıs’taki Reyhanlı saldırısında olduğu gibi.
Hal el Esal’daki kimyasal silah kullanımını araştırmak üzere bölgede bulunan BM heyeti, konuya el attı. Ancak 2 bin sivil ve çocuğun öldüğünün iddia edildiği Şam yakınlarında araştırmalarını yaparken; normal koşullarda insansız olan bölgede o kadar çok çocuğun nasıl bulunduğu, kimyasal silah kullanımının hemen ardından bölgeye giden ana-babaların neden kimyasal kalıntıya bulaşmadığı gibi soruların cevaplarını da bulabilmiş değil.
Ama biliyoruz ki, ABD’nin bir ülkeye savaş açması için somut kanıtlara ihtiyacı yok. Tıpkı işgal sonrasında kimyasal silah bulunamayan Irak gibi, Libya gibi…
ABD’nin zor savaşı
ABD, Arap ayaklanmalarının başladığı günden bugüne, Suriye’yi kendisine hedef olarak seçmiş durumda. Ancak bugüne kadar attığı her adım kendisini vurduğu için, her aşamada saldırı ihtimali biraz daha zorlaşıyor.
En başta Suriye’de muhalefeti örgütlemeye büyük bir çaba harcadı; ancak muhalefet hızlı biçimde uluslararası kamuoyunda teşhir oldu. Eylemlerin gerçekten “demokrasi” isteyen “Suriye halkı” tarafından değil, ağırlıklı olarak başka ülkelerden (bir kısmı Libya’dan) taşınmış El Kaide’ci çeteler ve paralı askerler tarafından yapıldığı ortaya çıktı. Bu çetelerin halka dönük katliamları ve savaşma biçimleri, bütün dünyanın tepkisini çekti, Esad’a dönük desteği güçlendirdi.
ABD, El Kaide’ci radikal dinci çeteler ile Suriye’nin içinden çıkarılmış işbirlikçi kesimler (SMDK-Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu) arasında bir ayrım oluşturmaya, asıl desteğini onlara vermeye yöneldi. Ancak bu konuda geç kalmıştı. Türkiye bu çeteleri doğrudan destekliyor, para, silah ve lojistik yardımı yapıyor, kendi topraklarında barındırıyor, Suudi Arabistan ve Katar’dan gelen desteği de buraya akıtıyordu. Bu sayede zaten savaşma kapasitesi gelişkin olan El Kaideci radikal dinci çeteler çok büyük bir güce ulaşmışlardı. ABD’nin SMDK’nın ordusunu Ürdün’de eğitme, onlara verdiği desteği ayrıştırma çabası fazla etkili olmadı. Keza, ABD’nin yaptığı silah sevkiyatının içinde, savaş gücünü artırıcı ağır silahların olmaması, muhalefet tarafından sürekli olarak eleştirilen bir konu oldu.
ABD en son Ağustos 2012’de, Esad’ın kimyasal silah kullanmasının “kırmızı çizgi”leri olduğunu duyurdu. Haziran 2013’te ise Esad’ın kimyasal silah’a sahip olduğunu ve kullanabileceğini… Bu açıklama, savaşın-saldırının yakınlaşması olarak yorumlandı. Ancak geçen 2,5 ay boyunca bu konuda bir girişimde bulunmadı. Bugün artık kimyasal silah kullanıldığı daha doğrudan ifade ediliyor.
ABD emperyalizmi, Suriye savaşında pekçok zorunluluk, aynı zamanda engelle karşı karşıya. Ortadoğu hegemonyası için Suriye işgalini gerçekleştirmek zorunda. Keza Suriye muhalefetine verdiği sözleri tutmadığı, hatta “kırmızı çizgi” dediği kimyasal silah kullanımı gerçekleştiği halde savaşı başlatmadığı koşulda, dünya genelindeki işbirlikçileri karşısında “güvenilmez” bir konuma düşme kaygısını yaşıyor.
Diğer taraftan, Suriye’nin arkasındaki Rusya ve Çin desteği, İran’ın ve Hizbullah’ın açık tehditleri ABD’nin en büyük hadikapı. ABD, yeni bir Irak ya da Afganistan batağına saplanma kaygısını taşıyor.
Yanısıra, işbirlikçilerinin desteğini bile tam olarak alamama ihtimali, dengeleri daha da belirsiz bir hale getiriyor. Mesela ABD BM’den karar çıkartamayacağını gördüğü için, bugün yeniden “tek başıma kalsam bile” söylemine geri dönmüş durumda. İngiltere parlamentosunun, savaş tezkeresine, küçük bir oy farkıyla da olsa “ret” kararı almış olması, ABD’nin savaş politikasına vurulmuş önemli bir darbe niteliğini taşıyor. Keza Fransa’da devlet yönetimi ABD’ye tam destek vereceğini söylese bile, kitlelerin tepkisi yükseliyor. Elbette ki, işbirlikçi ülkeler, resmi karar çıkartamasalar bile el altından desteklerini sürdüreceklerdir. Ancak bu gizli destek, ABD’nin politikalarını zaafa uğratacaktır. Bugüne kadar ABD’nin “ılımlı muhalefeti”nin eğitim noktası olan Ürdün bile, savaşın başlaması konusunda isteksiz açıklamalar yapıyor. Bugün açıktan verilen en güçlü destek, Türkiye’den geliyor. Vatan gazetesinin “NATO göreve” diye manşet atması, savaş kışkırtıcılığının en somut göstergelerinden biridir.
Bu tablo, ABD’nin temkinli hareket etmesine de neden oluyor. Mesela Esad’ın devrilmesi artık gündemden düştü denebilir. Muhalefete bile “Esad’lı çözüm”e ikna olmaları dayatılıyor. Keza, saldırının “savaş” ve “işgal” amaçlı değil, “had bildirme” amaçlı olacağı ve uzaktan güdümlü füzeler fırlatmakla yetinileceği, baştan ifade ediliyor.
Bu arada, Akdeniz’e savaş yığınağı da artırılıyor. ABD’nin Akdeniz’deki 4 savaş gemisi hareketlenmiş durumda. İngiltere’nin Güney Kıbrıs’taki askeri üsleri, savaşın komuta merkezi olmak için öne çıkıyor. Suriye’nin Tartus Limanı’nda askeri üsse sahip olan Rusya ise, Akdeniz’e iki savaş gemisi daha gönderiyor. Yani emperyalistler, savaş hazırlıklarını hızlandırıyor.
Bu arada son bir hafta içinde Türkiye üzerinden 400 ton silahın muhaliflere ulaştırıldığı da basında yer aldı. Kısa bir süre önce, ABD’nin Ürdün’de eğittiği muhalif askeri birliğin Suriye’nin içine girdiğine dair haberler de basında yer almıştı.
Savaşı halk durdurabilir
Ortaya çıkan tablo ve yapılan hazırlıklar, bütün çelişkili durumlarına rağmen, savaşın kaçınılmaz hale geldiğini gösteriyor. Emperyalistlerin çıkarları, savaşarak, yeni pazar alanları ele geçirerek, hegemonya alanlarını artırmaktan geçiyor. Halkların ise savaşta elde edeceği tek şey, açlık, yıkım, katliam, ölüm ve her türden vahşettir. Bu nedenle, gerçekten savaşa karşı olan ve savaşı durdurabilecek olan tek güç halktır.
Savaşa karşı devrimci demokrat güçlerin birleşik mücadelesi, bugün her zamankinden daha yakıcı, daha kaçınılmaz hale gelmiştir. Haziran Ayaklanması’nın direniş ruhu hala etkisini sürdürmektedir. Bu etkiyi ve direnme gücünü, savaş karşıtı mücadeleye kanalize etmek mümkün ve zorunludur. İşçi ve emekçi kitlelerin sokaklara dökülmesi, savaşa karşı tepkilerini devrimci-demokrat güçlerin önderliğinde ve kitlesel-militan eylemlerle ifade etmeleri, Türkiye’nin savaşa girmesini durduracak olan tek unsurdur.