Dersim’in sert coğrafyası, insanlarını da şekillendirmiştir. Hayatta kalma mücadelesi ne kadar zorluysa, gençlerin yiğitlikleri de o kadar güçlü olur. Bir taraftan sarp kayaları, geçit vermez dağları ve vahşi hayvanları; diğer taraftan asırlar boyunca egemenlerin boyun eğdirme çabası, daha dayanıklı, daha direngen olmayı zorunlu kılıyor.
Seydixon Ağa, cesaretiyle, savaşçılığıyla, direngenliğiyle nam salmış yiğitlerden biriydi. Keskin nişancıydı; attığını vurur, yüzüğün deliğinden mermi geçirirdi. Devrine göre okumuş, kendini geliştirmişti. Her ihtiyacı olana yardım ederdi. Sadece savaşçılığıyla değil, yardımseverliğiyle de nam salmıştı.
Yıl 1915, Kasım ayı. Her yerde sonbaharın tadı yaşanırken, hazan yaprakları rüzgarın nağmeleri altında yerden yere uçuşurken, Dersim’de kar kalınlığı 3 metrenin üzerine çıkmış. Pülümür’ün Bolio aşiretinin köyü Askirek’te, karların altında beli bükülmüş ihtiyarlar inim inim inliyor, köylüler toplanmış kalın meşe kütüklerinin ocakta yanışını seyrediyor, ateşin altında pişmekte olan babuko’nun (Dersim’in en ünlü yemeklerinden biri- un, tereyağı ve yoğurtla yapılıyor) kokusunu içine çekerek pişmesini bekliyor. Bu arada, ihtiyar Alaverdi amcanın öykülerini dinliyorlar.
Olağan bir köy gününü bozan tek şey, kapıdan giren bir komşunun anlattıkları. Harsi köyüne gitmiş, geri dönerken Rus ordularının Mutu köprüsünü (Dersim’i Erzincan’a bağlayan köprü) geçmiş, Yel Dağı yolundan geldiklerini görmüş. Anlattıkları herkesi hareketlendiriyor. Rusların Dersim’i işgale geldikleri biliniyor, Dersim’e giden yol da Askirek’ten geçiyor.
Köylüler sabah olunca gözcülerini gönderirler. Gözcüler akşama doğru köye gelir ve Rus ordusunun Yel Dağı-Meydanlar mevkiinde yerleştiğini haber verir: “Bir alaydan fazlalar; etraflarına makineli tüfeklerini ve toplarını yerleştirmekteler.”
Gözcülerin getirdiği haber üzerine köylüler toplanıp, vakit geçirmeden gidip durumu yakından görmeye karar verirler. Seydixon Ağa’nın kolbaşılığında 15 kişilik bir grup oluşturulur. Apıle Musai, Ali Hıroğlu, Dilesor, İbo, Pasaye Ulaş gibi, köyün en nişancı yiğitleri bu grubun içindedir. Saf yünden yapılmış beyaz şal elbiselerini giyip ayaklarına kar lekenlerini takan grup, o gece 3 metre karı yararak keşfe giderler. Beşinde mavzer, diğerlerinde ağızdan dolma tüfekler vardır; ama hepsi de korkunun, kaçmanın ne olduğunu bilmeyen insanlardır.
Gece yarısını geçe Rus ordusunun konduğu yere varırlar. Ruslar onar metre arayla makineli tüfeklerini yerleştirmişler, başlarında ikişer nöbetçi koymuş, beş tane de top mevzilemişler. Kendilerinden çok eminler. Aynı gece Dersimlilerden bir hareket beklemiyorlar. Kendileri karda-kışta savaşmaya alışkınlar, ancak karşılarında aynı koşullarda savaşmaya hazır, yiğit ve korkusuz bir karşı koyuş hayal bile edemiyorlar.
Durumu gören Seydixon Ağa, “buraya kadar gelmişken dönüp gitmek olmaz, bunların arka taraflarını da kontrol edelim” diyor. Alayın arkasına geçiyorlar ki, bütün malzeme, erzak ve cephane ortada. İki tane nöbetçi dışında bütün askerler yatıyor; üstelik nöbetçiler de uyukluyor. Sessizce birer yumrukla nöbetçileri bayıltıyorlar, alabildikleri kadar silah ve cephaneyi alıp geldikleri yola dönüyorlar. Ordu karargahının dışına çıkınca ve kendilerini koruyabilecekleri bir noktaya gelince, Seydixon Ağa yeniden duruyor. “Arkadaşlar bunlara birkaç kurşun atmazsak olmaz, sonra ‘Dersimliler ordumuzu görünce korktular’ derler. En iyisi biraz kendimizi tanıtalım” diyor.
Önce yanındaki arkadaşlarını belirli noktalara gönderiyor. Sonra da sıkmaya başlıyorlar. Gecenin o saatinde başlayan ateş, Rus ordusunu şaşkına çeviriyor. Baskının nereden geldiğini anlayamıyorlar. O şaşkınlıkla gördükleri her karartıya makinelilerini çevirip tetiğe basıyorlar ve kendi karargahlarını vuruyorlar. Bizimkiler durumun istedikleri şekilde geliştiğini görünce, geldikleri gibi sessizce köye dönüyor.
Ertesi günü yapılan keşifte, Rusların yüzde 40’nın ölü ve yaralı olduğu ortaya çıkar. Geride kalanlar can derdine düşmüştür, eşyalarını bırakarak Erzincan yönüne giderler.
Kalan cephane ve erzak ganimettir; yakın köylülerle birlikte bölüşürler. Bu malzeme, iki sene sonra Ruslar geri çekilirken yeniden saldırdıklarında, Dersimli milisler tarafından onlara karşı kullanılır.
Rus orduları Sivas-Suşehri’ne kadar giderler. Erzincan’da iken Erzincan-Zini Gediği üzerinden Ovacık’a inmeyi denerler. Zini Gediği’nde Ovacık’tan gelen aşiretlerin karşısında büyük zayiat vererek geri çekilirler. Bir daha da Dersim’e saldırmazlar.
1917’de Seyit Rıza’nın topladığı milis kuvvetleri, Rus ordularını Erzurum’a kadar takip ederek kovalar. Seyit Rıza, Erzurum’daki ordu komutanıyla anlaşamaz. Hatta ordu komutanı Seyit Rıza’nın tutuklanması için emir verir. Bunu haber alan Seyit Rıza, milislerini alarak Dersim’e döner. Seydixon Ağa, bu savaşta 100 kişilik bölüğüyle müthiş cesaret örnekleri sergilemiş, büyük kahramanlıklar gerçekleştirmiştir. Öyle ki, onun için türküler, ağıtlar yakılmış, dilden dile söylenerek yayılmıştır.
1938’de Dersim tertelesi(canlı olan herşeyin yokedilmesi) başladığında, Seydixon Ağa teslim olmaz, dağlara çekilerek gerilla savaşına başlar. Kaçmaya çalışan, darda kalan, sıkıntısı olanlar ona sığınır; sığınan herkesi kurtarmaya çalışır. Devletin gerçek yüzü burada bir kere daha ortaya çıkmıştır. Rusların yenilmesinde en önemli rolü oynayan Dersimliler, tertele sırasında özellikle hedefe çakılır. Seydixon Ağa’nın hakkında idam fermanı çıkartılır, ölü veya dirisini getirene 50 altın lira ödül konur.
İhanet arkadan vurur
Alevilikte kirvelik kutsal kabul edilir. Kirve olanların çocukları iki göbek birbirleriyle evlenemezler. Kardeş çocukları bile evlenebildiği halde, kirve çocukları evlenemez; çünkü birbirlerini kardeş olarak görürler. Seydixon Ağa’yı öldürmek isteyenler, onun bu geleneğe duyduğu saygıdan yararlandılar.
Seydixon Ağa, Erzincan’ın Kalecik Köyü’nde Kıdaşi adıyla tanınan bir ailenin çocuğunun kirvesi olmayı, daha tertele başlamadan çok öncesinde kabul etmiştir. 1939 yılı geldiğinde, Dersim tertelesi devam ederken, Kalecikli aile, oğlunu sünnet etme hazırlılarına başlamış, Seydixon Ağa’ya da haber göndermiş. Ağa’nın yakınları ve yoldaşları, düğüne gitmemesi gerektiğini, bunun çok riskli olacağını söyler ve ikna etmek için çok uğraşırlar. Ancak Seydixon Ağa, aileye çok güvendiğini, kendisine zarar gelmeyeceğini söyleyerek, yanına üç kişi alıp Kalecik Köyü’ne gider.
Kalecik, Munzur Dağlarına yaslanmış bir köy. Arkasında Munzur’un göklere yükselen heybeti, yol vermez yaylaları, köyün içinden geçen ve hemen köyün 100 metre ilerisinde insan beline kadar çıkan, daha aşağıda çağlayana dönüşerek bütün görkemiyle dökülen pınarıyla, güzelliğiyle ünlü bir köy.
Seydixon Ağa, adamlarıyla köyün karşısına, pınarın 50 metre yukarısına kadar gelir. Ancak adamlarının daha fazla ilerlemesine mani olur. Tüfeğini de orada bırakır, yalnız tabancasını alarak yola çıkar. Tam ayrılırken, sanki başına gelecekleri bilirmiş gibi “başıma bir iş gelirse sakın müdahale etmeyin, gidin; günü gelince intikamımı alırsınız” der.
Belinde tabancası, savunmasız bir halde köye, sünnet düğününe gidiyor. Sünnet olan çocuğa bir beşibiryere altın takıyor, ikindiye doğru köyden ve düğünden ayrılıyor. Kirveleri, köyün sonuna kadar uğurlayıp, geri dönüyorlar. Seydixon Ağa, arkadaşlarının yanına ulaşmak için çağlayan suyuna giriyor. Su beline kadar çıkıyor. Dereyi yarıladığında, Kırdaşilerden, köyün bekçisi arkadan ateş açıyor. 3 kurşun deliyor bu yiğit adamın gövdesini. Üçü de sırtından girip kalbine isabet ediyor. Seydixon Ağa, öylesine güçlü ve cesur bir insan ki, o yaralara rağmen geriye dönüyor, kendisine ateş edene karşılık veriyor, o bekçiyi vuruyor. Ancak kendi yarası öylesine sarsıcı ki, bekçiye ölümcül bir darbe indiremiyor; bekçi daha sonra iyileşip uzun yıllar yaşıyor.
Seydixon Ağa, başına konan ödül için öldürülüyor. Hainler onu sağ yakalayamayacaklarını bildikleri için, haince, alçakça arkadan vuruyorlar. Sonra başını kesip devlete götürüyorlar.
Kabri Kalecik Şelalesi’nin üstündeki tepede olup zaman zaman dostları ve anısına saygı duyanlar tarafından ziyaret edilmektedir.
Dersimli bir okur