ODTÜ’de cemaatin “örgütlenme hakkı” üzerine..

commerin arabasi

ODTÜ’de masa açan cemaatçilere yönelik tavır, “demokrasi” ve “söz hakkı” kavramlarını yeniden tartışmaya açtı.

Öncelikle yapılan eylemin biçimine ilişkin birkaç söz söyleyelim. Masa açan türbanlı cemaatçilere karşı, bırakalım şiddet uygulamayı, hiçbir fiziksel temasın gerçekleşmemesi; çeşitli spekülasyon ihtimalini gözeterek kızlardan oluşan bir grupla müdahale edilmesi; müdahalenin masada oturan cemaatçilerle tartışmayla sınırlandırılmayıp, çevreye ve geçenlere ajitasyon çekilmesi vb. yönleriyle oldukça iyi düşünülmüş, iyi örgütlenmiş bir eylemdi. Keza kameraya kaydedilmesi de, Haziran Ayaklanması döneminde sıkça yaşadığımız tartışmaların önünü almak açısından önemliydi. Bu nedenle başarıya ulaştı; cemaatçiler başa çıkamayarak ve çevreden destek alamayarak okuldan çıkmak zorunda kaldı.

Hatta sadece okul içinde değil, genel olarak kamuoyunda da teşhir oldular. Öyle ki, cemaat ve hükümet, oluşan tabloya hemen tepki gösteremediler, birkaç gün bekledikten sonra sonra karşı saldırıyı başlatma ihtiyacı duydular.

 

“Söz ve örgütlenme hakkı” kimin için

1917 Ekim Devrimi sonrasında, Kautsky, sosyalist yönetimin kendisini “Proletarya Diktatörlüğü” adıyla tanımlamasına karşılık, “diktatörlüğe karşı olduğunu, en doğru yönetim biçiminin demokrasi olduğunu” savunan bir yazı yazmıştı. Lenin’in ünlü Proleter Devrim ve Dönek Kautsky kitabı bu yazıya karşılık yayınlandı.

Lenin bu kitapta altını çizerek şunları söyler: “Sağduyuyla ve tarihle alay edilmek istenmiyorsa, çeşitli sınıflar var oldukça ‘saf demokrasi’den değil, ancak ‘sınıf demokrasisi’nden sözedilebileceği açıktır.” (İnter Y. sf. 26)

Yanısıra, birisi “demokrasi”den bahsettiğinde, hemen “hangi sınıf için” sorusunu sormak gerektiğini belirtir. Çünkü ezen ve ezilen sınıflar varolduğu sürece, saf demokrasi ve saf diktatörlük yoktur; bir sınıf için demokrasi, başka bir sınıf için diktatörlüktür. Burjuvazi için “demokrasi”, gerçekte proletarya için “diktatörlük” anlamına gelmektedir. Keza proletarya için “demokrasi” ise, burjuvazi üzerindeki diktatörlükten başka bir şey değildir.

Burjuva demagoglar, “demokrasi” kavramını kitlelerde bir yanılsama yaratmak için kullanırlar. Sınıfsal konumu ne olursa olsun, “tüm vatandaşlar”ın aynı haklardan yararlanabileceğini, “herkes için demokrasi”nin mümkün olduğunu anlatırlar. Ama tıpkı, mahkemelerde yoksulların hep kaybetmesi gibi, hukukun-adaletin hep “mülkü”-burjuvazinin çıkarlarını koruması gibi; parlamentonun-hükümetin hep burjuvazinin zenginliğini koruyacak yasalar çıkarması gibi; demokrasi-demokratik uygarlık gibi kavramlar da burjuvazinin sömürüsünü gizlemekten başka bir işe yaramazlar.

Bu nedenle, “demokrasi” ve “diktatörlük” kelimeleri, proletaryanın dilinde, sınıfsal tanımlamaları ile birlikte kullanılır. Kapitalizm koşullarında burjuvazinin proletarya üzerindeki diktatörlüğü, makyajlanarak “burjuva demokrasisi” kavramı arkasına gizlenmiştir. Proletarya diktatörlüğü ise, burjuvazinin yeniden güçlenmesini-palazlanmasını engelleyecek, yenilmiş ama henüz yokolmamış burjuva sınıfın üzerinde her türden baskı kuracak yasa ve düzenlemelerle donatılmıştır ve bunu açıkça ilan etmektedir. Kapitalizm kendi gerçek diktatör yüzünü gizlemek için uğraşmakta; proletarya ise, hedefleri ve programı konusunda son derece açıksözlü davranmaktadır.

 

Devrimcilere saldırırken “demokrasi” nerede

ODTÜ’de yaşananlarla ilgili, burjuvazi bir taraftan eylemi gerçekleştirenlere saldırmaya başlarken, diğer taraftan demagojilerini ve kafa karıştırma argümanlarını devreye soktu. Elbette en yaygın kullanılan demagoji, cemaatçilerin “söz ve örgütlenme hakkı”, onları teşhir edenlerin ise “demokrasi karşıtı” olmaları üzerinden yürütülüyor.

Öncelikle, başka üniversitelerde kayıt döneminde masa açan devrimci öğrenciler üzerinde nasıl terör estirildiğini hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.

Devletin açıktan saldırıları, sivil faşistlerin ya da dinci gericilerin tacizleri, masaların dağıtılması, masayı açan öğrencilerin gözaltına alınması, her kayıt döneminde yaygın olarak duyduğumuz haberler arasında. Hal böyleyken her okulda cemaatçiler ya da sivil faşistler masa açma konusunda hiçbir engelle karşılaşmıyor; yeni kayıt yapan öğrencileri daha okula geldikleri ilk gün “kaparak” cemaat yurtlarına ya da işbirlikçilik ağına katma konusunda son derece pervasız davranıyor; ve bütün bunları yaparken devletin somut-maddi gücünü arkasına almanın rahatlığını yaşıyorlar.

Cemaatçiler ve sivil faşistler, söz, örgütlenme ve eylem haklarını, her zeminde ve devletin açtığı olanaklarla rahatlıkla kullanabiliyorlar.

Devrimci öğrencilerin örgütlenmesi, yeni öğrencilerle buluşması ise her biçimde engelleniyor. Burjuva devletin sistemli ideolojik bombardımanı, televizyon dizilerinden “uzmanlar”a kadar uzanan çok geniş bir yelpazeden, devrimcileri karalayan propagandanın sistemli bir biçimde yapılıyor olması zaten en önemli ve etkili yöntemlerden birisi olarak varlığını koruyor. Diğer taraftan, devrimcilerin görüştüğü gençlerin ailelerine polis tarafından hemen haber taşınması, son derece yasal gençlik kamplarının “terör yuvası” ilan edilmesi, en demokratik talepleri olan eylemlere saldırılar, gözaltılar, tutuklamalar, işbirliği teklifleri, ajanlık dayatmaları, vb. vb.

Yeni alanlara açılmak isteyen devrimcilerin ve örgütlerle bir biçimde bağ kuran gençlerin üzerinde her türlü baskı kurulurken, gerici ve faşistlerin “söz, örgütlenme ve eylem” özgürlüğünden, “demokrasi”den söz etmesi, sahtekarlığın daniskasıdır.

 

Karşı-devrimci ideolojiye

yaşam hakkı tanınamaz

Bizim “demokrasi”miz, “insan hakları”mız ve “söz hakkı”mız ise, karşı-devrimciler için geçerli değil. Çünkü proleter demokrasi, genel olarak karşı-devrimci ideolojilerin yaşam hakkını elinden almak, onların zehirli fikirlerinin kitlelere ulaşmasını engellemek üzerine kuruludur.

Özellikle devrimci mücadelenin sembolü haline gelmiş alanlarda, geleneklerimizin ve değerlerimizin bir biçimde yaşamakta olduğu, kitlelerin nezdinde simgesel anlamının güçlü olduğu alanlarda, buna çok daha özel bir önem verilmesi zorunludur.

ODTÜ bu anlamda özel bir yere sahiptir. ’68 önderlerinin temel mücadele alanlarından biridir ODTÜ. Stadyuma kazınmış “Devrim” yazısıyla, Vietnam Kasabı Commer’in arabasının yakılmasıyla, Ankara’nın çölünün ağaçlandırılması için harcanan emeğiyle, aranır durumdaki devrimci öğrencileri bağrında saklamasıyla ve daha birçok özelliğiyle önemli bir semboldür. Birçok öğrenci, sadece ve sadece “ODTÜ’de okumak” hedefiyle yapmaktadır üniversite tercihlerini. Salt o devrimci atmosferi solumak, o ortamın bir parçası olmak, orada yaratılan prestiji sahiplenmek adına…

Tam da bu nedenle, ODTÜ gibi devrim sembolü alanlarda, karşı devrimin zehirli ideolojilerinin yeşermesine izin vermemek doğru bir tavırdır. Cemaatler, doğrudan devletten beslenen dinci gericiler, faşistler, ODTÜ’ye sızmayı başaramamalıdır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …