Demokrasi sokakta kazanılır

Demokrasi sokakta kazanılır

Günlerdir beklenen “demokrasi paketi” nihayet açıklandı. Önce büyük bir beklenti ve merak uyandırılarak ertelenen ve en son 30 Eylül’de açıklanacağı duyurulan paket, Başbakan Erdoğan’ın ağzından canlı yayınlarla tüm ülkeye ve dünyaya duyuruldu. Yandaş medya tarafından da “Tayyip devrimi” manşetleriyle servis edildi.

“Bir yerde ne kadar çok gösteriş ve şaşaa varsa, içerik o kadar boştur” sözünü bir kez daha kanıtlarcasına, bu büyük gösteriden de içi boş bir paket daha çıktı. Bilindiği gibi AKP hükümeti daha önce de benzer şekilde “demokrasi paketleri” açıklamıştı. Onların sonuçlarında neler yaşandıysa, yeni paketin sonuçları da farklı olmayacaktır.

Paket paket demokrasimiz var, ama en temel hak olan başta can güvenliğimiz olmak üzere, ne çalışma hakkımız ne de ifade, eylem, örgütlenme özgürlüğümüz… Dahası, bu hakları kullanmak isteyenlerin üzerine kurşun sıkılıyor, katlediliyor, hapse atılıyor. Sokak ortasında hunharca katledilen insanlarımızın katilleri korunuyor, kollanıyor. Sadece insanların değil, ağaçların, hayvanların yaşam hakkını savunmak bile “yasak” bu ülkede. Canlı olan, güzel olan ne varsa saldırıyor, yok ediyorlar. Kendi dışında herkese düşmanlar.

Şimdi bu paketle bunlara son mu verilecek? Bir daha benzer olaylar yaşanmayacak mı? Herkes söz ve eylem özgürlüğünü rahatça kullanabilecek mi? İstediği biçimde örgütlenecek ve kendini ifade edebilecek mi? Aç ve işsiz kalmayacak, insanca yaşayabilecek mi? Hastalandığında parasız sağlık hizmetleri alabilecek, istediği kadar okuyabilecek, bilimsel çalışmalar yapabilecek mi? Anadilinde eğitim alabilecek, inancını, gelenek ve kültürünü yaşatabilecek mi? vb. vb… Soruları daha da uzatabiliriz.

Ama egemenlerin “demokrasi”den anladığı, işçi ve emekçilerin, ezilen halk ve mezheplerin özgürlüğü, refah ve mutluluğu değildir ki zaten. Onların amacı, kendi sömürü ve zulüm düzenlerini olabildiğince rahat, sorunsuz bir biçimde sürdürebilmektir. Zorunlu kaldığı durumlarda da, kitlelerin ağzına bir parmak bal çalarak “eski tas-eski hamam” düzenlerini devam ettirmektir. AKP’nin yaptığı da budur.

* * *

Peki göstermelik de olsa böyle bir paketi neden açma gereği duydular ve neden şimdi?

İlk başta Haziran ayaklanması ile birlikte AKP kaybettiği gücünü, itibarını ve yönetme becerisini, yeniden kurmakla karşı karşıyaydı. Bu ayaklanmaya yaklaşık 10-15 milyon kişinin katıldığı resmi rakamlarla belirlenmiş durumda. Katılmayan il ve ilçe sayısı bile parmakla sayılıyor. Türkiye tarihinde ilk kez bu kadar yaygın, kitlesel bir ayaklanma yaşandı. Ve bu, AKP hükümeti döneminde, ona karşı yapıldı.

İkincisi, Kürt halkının yıllardır süren mücadelesini “açılım”, “çözüm süreci” gibi politikalarla durdurma, en azından yatıştırma girişimleri zora girmiştir. Sürekli beklentiye sokulan halkın artık sabrı tükenmekte, bölgedeki gelişmelerle birlikte kendi güçlerine güvenleri daha da artmaktadır. Bu durum, Kürtlerin kopuşuna uygun bir zemin yaratmıştır. Bunu durdurabilmek için, Kürtlerin mücadele ile elde ettikleri haklarını, en azından bir kısmını teslim etmek bir zorunluluk olmuştur.

Üçüncüsü, ABD’nin Ortadoğu’da sürdürdüğü paylaşım savaşına, “yeni Osmanlıcılık” hayalleriyle dalan AKP dış politikası, bugün artık iflas etmiştir. En son Suriye’de yaşananlar, AKP’yi iyice zora sokmuş, ABD tarafından bile dizginlenir hale gelmişlerdir. Başta Suriye olmak üzere bütün komşularıyla kavgalı ve uluslararası kurumlar tarafından dışlanmış durumdadırlar. Bu dış politikanın revizyona, yıpranan imajın tamire ihtiyacı vardır.

Dördüncüsü, emperyalist sistemin içine düştüğü krizin Türkiye’yi giderek daha fazla etkisi altına almasıdır. AKP’nin kendini “en başarılı” saydığı ve öyle pazarladığı ekonomi, son aylarda iyice kötüye gitmektedir. Sermayenin “istikrarsız-güvenilmez” bulduğu her ülkede olduğu gibi, Türkiye’den de kaçışı başlamış, TL’nin değer kaybı artmıştır. Bu durum başta petrol olmak üzere tüm mallarda fiyat artışı demektir ki, zaten enflasyon oranları da giderek yükselmektedir.

İçte ve dıştaki bu gelişmeler, ekonomik-siyasal-toplumsal baskılar, egemenleri korkutmakta ve çareler aramaya itmektedir. Bir yandan CHP gibi düzen partilerini, AKP’ye alternatif olarak hazırlamakta; bir yandan da AKP’yi cilalayarak bir süre daha idare etmesini sağlamaya çalışmaktadırlar.

Paketin tam da seçim arifesinde açılması, “seçim paketi” şeklinde yorumlara yol açtı. Önümüzdeki yıl, yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle, tam bir seçim yılı olacaktır. Fakat bu çaba, seçim yatırımlarının da ötesinde, yukarıda saydığımız etkenlerle sıkışan egemenlerin çare arayışlarıdır. AKP, olmazsa CHP ya da bir başka düzen partisiyle, sistemin özünü koruyarak devam etme gayretidir. Ve bu, Erdoğan’ın paketi açarken söylediği gibi, “ne ilktir, ne de son olacaktır.”

* * *

Paketin içeriğine dair çok şey söylendi, söylenecek. Başta anadilde eğitim olmak üzere Kürt halkının taleplerini karşılamaması, Alevilerin inançlarını yaşamaya dönük hiçbir düzenlemenin olmaması, başta hasta tutsaklar olmak üzere siyasi tutsaklara özgürlük getirmemesi, seçim sistemindeki barajın tümden kaldırılmaması vb. vb…

Bütün bunlar paketten beklentilerle, gerçekleşenler arasındaki açının, o konudaki hayal kırıklığının dışavurumudur. Ancak işin özünü, yani en ileri burjuva demokrasisinin bile, işçi ve emekçiler üzerinde, ezilen halklar ve inançlar üzerinde bir diktatörlük olduğu gerçeğini değiştirmez. Bunun adı “AB kriterleri” de olsa, paket paket sunulan “ileri demokrasi” de olsa farketmez.

Elbette demokratik hak ve özgürlüklerin gelişmesi için mücadele verilecektir. Nasıl ki, bugün pakette geçenler, aslında fiilen elde edilenlerin resmileşmesi ise, bundan sonra da böyle olacaktır. Haklar sokakta mücadele ile kazanılacak, büyük bedeller sonucunda yasalara geçirilecektir. Yani “demokrasi mücadelesi” için de devrimci tarzda bir mücadele gerekecektir.

Ama gerçek demokrasiye, yani proleter demokrasiye, devrimle ulaşılabilir. Demokrasi için TEK YOL DEVRİM’dir.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …