Faşizmin üniversitelerdeki giyotini: YÖK

yök

12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’nin artıklarından biri olan YÖK’ün kurulmasından bu yana 32 yıl geçti. İki kurmay albay, bir Milli Eğitim Bakanı danışmanı ve hukuk müşavirlerince kurulan YÖK, üniversiteleri yönetme yetkisini yine faşist darbecilerden aldı ve ‘darbenin misyonunu’ üniversitelerde uyguladı.

Neydi bu misyon?

Her şeyin başında üniversitelerin toplumsal muhalefetin bir alanı olmaktan çıkarılması, bilimsel eğitimin engellenmesi ve sermayenin hizmetine sunulması, -ki bu 32 yılda ne kadar bilim insanı yetiştirildiği ortadadır- araştırmayan, düşünmeyen, sorgulamayan, tornadan çıkmış beyinler yetiştirilmesi amacı güdüldü. İlk elden de meşhur 1402 sayılı yasa ile, buna itiraz eden 486 öğretim üyesi, 790 öğretim görevlisi ve 50 bin öğrenci üniversitelerden atıldı. YÖK Disiplin Yönetmeliği eli ile günümüze kadar binlerce öğrenciye sayısız soruşturma açıldı ve öğrenim hakları ellerinden alındı.

Askeri Faşist Diktatörlük tarafından geniş yetkilerle donatılan YÖK, üniversite sistemini baştan aşağı egemenlerin istekleri doğrultusunda örgütledi. Rektörlerin, dekanların, akademik kadroların belirlenmesinden hangi derslerin işleneceğine, nereye üniversite açılıp açılamayacağından, üniversitede hangi araştırmaların yapılıp yapılamayacağına kadar, üniversiteyi ilgilendiren her türlü alanda YÖK, ana belirleyici faktör oldu. Üniversiteler, anti-demokratik ve hiyerarşik bir yapıya dö-nüştürülürken, Türk-İslam sentezli ideolojinin üretildiği alanlar haline getirildi.

 

YÖK, sermayenin üniversitelerdeki kurumudur

Üniversitelerde gerçekleştirilen sindirme ve tek tipleştirme operasyonunun başrol oyuncusu YÖK, aynı zamanda üniversitelerde ticarileşmenin de önünü açan kurum oldu. Çünkü darbenin YÖK aracılığıyla yapmak istediği en önemli şey, eğitimin piyasaya açılması idi. Özel ve Vakıf Üniversiteleri’nin kurulup yaygınlaştırılmasıyla başlayan süreç, ‘harç’ adı altında üniversite eğitimi için öğrencilerden para alınması, üniversitede kar amaçlı olarak bilgi üretiminin yaygınlaştırılması ve eğitim hizmetlerinin pek çoğunun ticarileştirilmesiyle devam etti.

Üniversitelerin ticarileştirilmesi süreci adım adım işletildi. En kaba halde süreç şöyle işledi:

1994 yılında TÜSİAD eliyle yayınlanan ‘Türkiye’de ve Dünyada Yükseköğretim’ isimli bir rapor ile üniversitelerin neo-liberal kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmasının taşları dizilmeye başlandı. 2000’lerin başında ise, üniversiteler Bologna Süreci’ne dahil edilmiş oldu. Bologna ile Avrupa       kapitalizminin güçlendirilmesi ve burada ortak bir işgücü piyasasının yaratılması, bu ortak işgücü piyasasının içinde özellikle eğitim sürecinin standartlaştırılması ve sermayenin kendi ihtiyaçları doğrultusunda rekabet edebilir işgücünü üretecek bir eğitim alanının yeniden yapılandırılması amaçlanmaktaydı.

AKP Hükümeti’nin ilk yıllarında YÖK yasasının değiştirileceği gündeme gelse de (YÖK-YEK tartışmaları) düzen-içi klik çatışmalarının şiddetli olması, gündemin laiklik ve başörtüsü meselesine kilitlenmesine sebebiyle, düzen cephesinden hızlı bir entegrasyon sağlanamadı. Ancak bu yılki “Yeni YÖK Yasa Taslağı” vakasına kadar çeşitli araştırma raporları ve çalıştaylar da yapılmaktaydı.

yök 6 Kasim

Yeni YÖK Yasa Taslağı ‘şimdilik’ raftan kalktı!

Bu yılın başında gündeme gelen Yeni YÖK Yasa Tasarısı, ‘kısa bir süreliğine’ raftan kaldırıldı! Üniversite yönetimlerinden seçimlere ve üniversite personelinin durumuna dek YÖK’ün ‘hantal’ yapısının yeniden dizayn edilmesi, özel ve yabancı üniversitelerin önündeki tüm engellerin kaldırılması ve sermayenin üniversite yönetimine doğrudan müdahil olması şeklinde içeriklenen tasarı, düzen cephesinden Haziran Direnişi ile birlikte şimdilik geri çekildi.

Unutmayalım; geçmişten günümüze kadar tüm iktidarların ağzından düşürmedikleri globalleşme, küresel piyasa gibi toplumun bilinç altına işlenen kavramlar, özellikle AKP hükümeti döneminde, özelleştirmeler, sağlıktan ulaşıma kadar neredeyse tüm sektörlerin piyasaya açılması olarak kendini göstermiştir. Hedefini 2023’e kadar özel üniversitelerin önündeki engelleri kaldırmak, AR-GE bütçesini büyüterek dünyanın sayılı ülkelerine girerek “muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak” ve 200’ü aşkın özel üniversite kurmak olarak belirleyen AKP, üniversitelerin bilim yuvası olması dışında her şeye benzemesi için düğmeye basmış durumda. Bu yüzden YÖK Yasa Taslağı, şimdilik rafa kalksa da, fırsatın yakalandığı anda yeniden getirilecektir.

 

AKP’nin üniversitelerde YÖK’ten başka çaresi yok!

Üniversitede, bilime, toplumsal sorunlara duyarlı olan her bireyin kampüslerden ekarte edilmesi için elinden geleni ardına koymayan, AR-GE’lerle üniversitelerin piyasaya bağımlı hale getirilmesini sağlayan, özel üniversiteleri pıtrak gibi çoğaltan, kampüsleri özel güvenliklerin ve polislerin ‘eğitim alanı’ haline getiren YÖK, bugün AKP için de ‘bulunmaz nimet’ özelliğini korumaya devam ediyor. YÖK Disiplin Yönetmeliği, darbeden bu yana ufak rötuşlarla varlığını olduğu gibi devam ettiriyor. Ve bu biçimiyle üniversitelerde AKP’nin YÖK’ten başka çaresi de bulunmuyor.

AKP Hükümeti döneminde uygulanan soruşturma terörü, 12 Eylül darbe dönemlerine bile rahmet okuttu. 2003 yılında 3 bin 19 soruşturma açılırken, 2004 yılında 3 bin 553, 2005 yılında 3 bin 625, 2006 yılında 4 bin 27, 2007 yılında 4 bin 194, 2008 yılında 4 bin 444, 2009 yılında 5 bin 308, 2010 yılında 6 bin 1 ve 2011 yılında ise 5 bin 871 olarak gerçekleşti. Hakkında disiplin soruşturması açılan 34 bin 818 öğrenciye ise disiplin yönetmeliği kapsamında kınama, uyarı, okuldan uzaklaştırma gibi çeşitli cezalar verildi. MEB’in verilerine göre 12 yıl içinde kınama cezası verilen öğrencilerin sayısı 8 bin 953 olarak hesaplanırken, en fazla kınama cezası 971 öğrenciyle 2010 yılında gerçekleşti. Uyarı cezası alan öğrencilerin sayısı toplam 12 bin 926 olarak hesaplandı. (Bunlar AKP’nin işbaşına geldiği 2002-2012 yılları arasındaki rakamlardır)

Soruşturma sebepleri ise; “YÖK’ün ve rektörlüklerin uygulamalarını, hükümetin eğitim politikalarını protesto etmek, harç, ulaşım, yurt, kantin, yemekhane fiyatlarını protesto etmek, öğrenim görmekte olduğu öğretim kurumlarında, eklentilerinde, kalmakta olduğu yurtta, öğretim kurumu veya barındığı yurdun dışında, münferiden veya topluca her ne şekilde olur ise olsun anarşi ve terör olaylarına karışmak, öğrencileri eyleme ya da etkinliğe katılmak üzere galeyana getirmek, okula soda getirmek, yiyebileceğinden fazla simit, poğaça, ayran ve ekmek ile üniversiteye girmek, Hrant Dink cenazesine katılım bildirisi dağıtmak, anadilde eğitim haklarını savunmak, ıslık çalmak, halay çekmek, toplu şekilde müzik dinlemek, puşi takmak, Gezi protestolarına katılmak, duyuru ve tanıtım amacıyla okul içerisinde masa açmak, afiş asmak, bildiri dağıtmak, toplantı, eylem, müzik dinletisi, panel, film gösterimi, kitap okuma etkinliği düzenlemek.”

 

Haziran ruhuyla 6 Kasım’da sokağa, eyleme!

Haziran Ayaklanması ile sarsılan sermaye düzenin en büyük korkularından biri, kuşkusuz üniversitelerdir. Toplumsal muhalefetin önemli dinamiklerinden biri olan üniversiteler, sermaye düzeninin yaptırımlarının uygulamasında önemli bir direnç sergilemektedir.

YÖK, üniversitelerdeki işgalin adıdır. Egemenlerin üniversite projesinin vazgeçilmez simgesi olan YÖK, bugün düzen cephesinden bile ne kadar tartışmalı bir kurum olsa da, düzenin üniversitelerdeki devamlılığı açısından elzem bir noktadadır.

Biz ise onu geçmiş icraatlarından, üniversiteyi ticarethane çevirmesinden, bilgiyi mal, bizleri müşteri, bilim insanlarını nitelikli işgücü yapmasından biliyor ve tanıyoruz.  Onun içindir ki, YÖK’ü kitleler nezdinde de teşhir etmeli ve YÖK’e karşı birleşik-kitlesel-militan bir mücadele hattı örmeliyiz.

Üniversitelerin sermayeye peşkeş çekilmesine, talan edilmesine dur demek için;

Parasız-bilimsel-anadilde eğitim hakkı için;

Söz, eylem ve örgütlenme hakkımızı kazanabilmek için mücadeleyi büyütelim!

 

*6 Kasım’da alanlara!

*Yaşasın Özerk-Demokratik Üniversite Mücadelemiz!

*YÖK Kalkacak, Polis Gidecek,

Üniversiteler Bizimle Özgürleşecek!

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …