Bu yıl, okullar daha açılmadan egemenleri büyük bir korku sardı. Çünkü okullar, Haziran direnişinin coşkusuyla kapanmış, mezuniyet törenleri protesto ve gösterilerle geçmişti. Böyle bir kapanışın, çok daha etkili bir ‘açılış’la başlaması, kuvvetle muhtemeldi. İşte bütün planları, bu başlangıcı önlemek üzerine kuruldu.
Önce bilinçli bir şekilde “Eylül sendromu” yarattılar. Sözde “istihbarat raporları”yla, Eylül’de büyük fırtınaların kopacağını, buna yönelik hazırlıkların yapıldığını duyurdular! Okulların ve maçların başlayacağı Eylül ayında çok büyük olaylar olacaktı! Hükümetin yetkilileri, medya aracılığıyla bu yönde açıklamalar yapıyor ve kitlelere korku saçıyordu.
Bir hükümet düşünün ki, vatandaşlarını sakinleştirmek yerine, telaşa ve paniğe sürüklemeye çalışıyor! Bunun altında bir “bit yeniği” olduğu açık değil midir? Elbette Haziran direnişi, önümüzdeki ayları, hatta yılları etkileyecek, yeni isyanlara, ayaklanmalara esin kaynağı olacaktır. Bunu kestirmek için, “kahin” olmaya, “istihbarat raporları”na, “uzman”lara gerek yoktur. Fakat hükümet, bu şekilde davul çalıyorlarsa, oraya bir “mim” koymak gerekir. Mutlaka yeni bir saldırı için zemin hazırlıyorlar demektir. Çünkü en başta Amerika’dan çok iyi biliyorlar ki, toplumu ne kadar çok korkuturlarsa, o kadar fazla “güvenlik tedbiri” alabilir, baskı ve şiddeti arttırabilirler!
Nitekim daha okullar açılmadan saldırılar başladı. Üniversitelerde “Özel Güvenlik Birimleri” (ÖGB) yerine, polisi geçireceklerini duyurdular. ÖGB’lerin öğrenci eylemlerini bastırmada yetersiz kaldığını, özel bir polis kuvvetine ihtiyaç olduğunu söylediler. Öğrencilerin “katilleri okullara sokmayacağız” kararlılığı karşısında ise, şimdilik 6 ay sonraya çektiler.
Ardından ODTÜ’nün arazisinden yol geçirme bahanesiyle ODTÜ ormanına saldırdılar. ODTÜ’lü öğrenciler başta olmak üzere kitlelerden yükselen tepkiler ve eylemler üzerine, bu konuda da geri çekildiler. Fakat tam da bayram tatilini fırsat bilerek, sinsice yeniden saldırıya geçtiler.
Benzer durum, ortaöğretim için de geçerlidir. Sözde “demokrasi paketi” ile türbanı okullarda resmen serbest kıldılar. İmam-Hatip Okulları’nı artırdılar, müfredatı daha fazla dinci-gerici eğitimle doldurup sistemleştirdiler. Polis-idare işbirliğini, okulların ticarethaneye dönüşmesini, devlet okullarını her yönden geri bırakıp özel okulları teşvik etmeyi hızlandırdılar. Ayrıca, sözde “anadilde öğrenim hakkı” verdiklerini söyleyerek özel okulları, Fettullah Gülen’e yeni alanlar sunmayı ihmal etmediler.
Dinci-gerici bakış, kendini yurtlarda da gösterdi. Kız-erkek birlikte kalınan tüm yurtlar, “haremlik-selamlık” şeklinde ayrıldı. Yurtlara giriş saatleri, iki saat öne çekildi. Yurt ücretleri arttırıldı. Böylece yurtlar, hem daha pahalı, hem daha baskıcı hale getirildi. Öğrenci gençliğin barınma sorunu iyice depreşti. Ne okullarda, ne yurtlarda, öğrencinin kendi yaşamına dair söz ve karar hakkı tanındı. Herşey yine devlet “büyükleri” tarafından belirlenip dayatıldı.
* * *
Özcesi, AKP hükümeti daha okullar açılmadan kitlelerin geri kesimlerine seslenerek, anne-babalar üzerinde büyük bir korku yaratarak, saldırı planını yaşama geçirmeye başladı. Okulların açılmasıyla birlikte bu saldırılar artarak devam etti.
Fakat madalyonun bir de diğer tarafı var. Bu tarafına öğrenci gençliğin mücadele geleneği ve direnişi bulunuyor. Buna bir de Haziran direnişiyle birlikte, halka ve kendi gücüne güven duygusu ile artan bir militanlık ve coşku eklendi. Egemenleri telaşlandıran ve korkutan da, işte bu mücadele azmi, ısrarı, coşkusudur.
Üniversitelerin bu yılki resmi açılışların son derece sönük geçmesi, Bakan’ların konuşmaya gelmekten çekinmeleri, duydukları bu korku yüzündendir. Önceki yıllardan farklı olarak bu yıl, hükümet yetkilileri, genel olarak üniversite açılışlarına katılmadılar. Nasıl karşılanacaklarını bilmenin getirdiği bir geri adımdı bu. Keza, polislerin okullara gelmesi durumunda, öğrenci eylemlerinin nasıl büyüyeceğini kestirdiklerinden, bu konuda da geri adım atmak zorunda kaldılar.
Öğrenci gençlik, polisi hiç bir zaman okullarında istemedi. Geçmişten beri “Okul mu, Karakol mu Polis Dışarı!” sloganı, en sık atılan slogan oldu. Çünkü polis, okula yabancı bir unsurdu. Okulların asli unsurları-bileşenleri, öğrenci-öğretmen (öğretim üyesi) ve çalışanlardı. Bunlar dışında kimsenin olmaması gerekiyordu. Üstelik polis, bugüne dek tüm toplumsal olaylarda kitlelerin üzerine ateş açan, katleden, işkence yapan kötü bir sicile sahipti. En son Haziran direnişinde onbinlerce kişi, polisin gazı-copu-kurşunu ile yaralandı, binlercesi sakat kaldı, gencecik fidanlarımız yaşamını yitirdi. Ethem’in, İsmail’in, Ahmet’in ve diğerlerinin katillerini okullarda görmek istemediklerini, öğrenci gençlik bir kez daha haykırdı.
Hükümet, polisi şimdilik geri çekmiş görünüyor. Ancak her zaman olduğu gibi, öfkenin dinmesini bekliyor. Fırsatını bulduğu ilk anda bu yönde girişim yapacaktır. Fakat her şey, bizim kararlılığımızda, direngenliğimizde ve örgütlülüğümüzde düğümleniyor.
Sadece polisin okullara girmemesi değil, her tür saldırı ile başetmek ve haklarımızı birer birer sökerek almak için, güçlerimizi birleştirmek ve örgütlenmek zorundayız! Egemenlerin Haziran korkusunu büyütmek ve korkularını gerçek kılmak için, birleşmeli ve örgütlenmeliyiz!
6 Kasım, bunun için iyi bir zemin sunuyor. Çünkü 6 Kasım, 12 Eylül’ün üniversitelerdeki uzantısı YÖK’ün kuruluş günüdür. 30 yılı aşkın süredir, onlarca hükümet değişikliği olmuş, fakat YÖK, muhafaza edilmiştir. Sözde darbelere karşı AKP hükümeti de, 11 yıldır YÖK’e dokunmayarak, gerçekte kendisinin “12 Eylül’ün çocuğu” olduğunu göstermiştir.
12 Eylül cuntası tarafından 1982’de kurulduğu yıldan bu yana YÖK, başta öğrenci gençlik olmak üzere her kesimin tepkisini en fazla üzerine çeken ve en hızlı yıpranan kurum oldu. Her 6 Kasım, protestolarla, boykotlarlarla, işgallerle geçti. Bu yönüyle denilebilir ki, 6 Kasım, öğrenci gençliğin 1 Mayıs’ı gibidir. Başta devrimci-demokrat öğrenciler olmak üzere, öğrenci gençliğin en geniş kesimlerini bir araya getiren bir gündür.
Buna rağmen halen YÖK varlığını koruyorsa, egemenlerin ona duydukları ihtiyaç kadar, bugüne dek yapılanların onu yıkmaya yetmediği içindir. Her ne kadar YÖK’ü revize etme çabaları olduysa da, öğrenci gençliğin talebi YÖK’ün YOK OLMASIDIR!
* * *
Bu yıl 6 Kasım’a Haziran direnişinin ruhu ile giriyoruz. Haziran günlerinde gençlik, toplumsal kesimlerin önemli bir dinamiği olarak direnişte yerini aldı. Çatışmalarda, barikatlarda en önde savaştı. Şimdi Haziran’dan Kasım’a bir köprü kurma, Haziran ateşini okullara yayma zamanıdır.
Bunun için, ilkin Haziran direnişiyle birlikte bir örgütlenme biçimi olarak ortaya çıkan FORUMLARI, okullarda toplamalıyız. Bu forumlarda gönüllü olanlardan “6 Kasım komiteleri” oluşturmalı ve 6 Kasım faaliyetlerini, bu komitelerle örgütlemeliyiz!
İkincisi, 6 Kasım’ı sadece bir güne sıkıştırmaktan çıkarmalı, bir haftaya yayılan teşhir ve eylemlilik süreci olarak ele almalıyız. Paneller, seminerler, çeşitli gösteriler ile, YÖK şahsında 12 Eylül’ü ve 12 Eylül zihniyetini sergilemeli, amaçlarını ortaya koymalıyız. Sadece teşhirle de yetinmeyip, kendi taleplerimizi duyurmalıyız: Nasıl bir okulda-üniversitede okumak istiyoruz? Nasıl bir ülkede-dünyada yaşamak istiyoruz? Bunları anlatmalıyız.
Kısaca 6 Kasım faaliyetleri, hem faşizmin teşhiri, hem de hedeflerimizin propagandası yönüyle, en iyi biçimde değerlendirilmelidir.
Ve 6 Kasım günü, ülke çapında olabildiğince merkezi-birleşik eylemler gerçekleşmelidir. Eğer 6 Kasım faaliyeti, forumlarda şekillenir ve örgütlenirse, bu aynı zamanda öğrenci gençliğin kitlesel örgütlülüğünü yaratma yönünde önemli bir adım olacaktır. Fakülte ve kampüslerden üniversitelere, oradan il ve ülke düzeyine doğru örülecek bir örgütlenmenin başlangıcı olarak 6 Kasım, sonrasına iyi bir örnek, model bırakacaktır.
Bu 6 Kasım’da yıllardır süren parçalı eylemlere son verelim! Haziran ruhu ile güçlerimizi birleştirelim ve egemenlerin karşısına bu birleşik-örgütlü güçle çıkalım! Korkularını başlarına getirmek bizlerin elinde! 6 Kasım, bunun başlangıcı olsun!…