“Ethem’in mücadelesini sürdüreceğiz!”

 

Ethem’in mahkemesi sonrasında, abisi Mustafa Sarısülük’le yaptığımız röportajı yayınlıyoruz.

mustafasarısülük

PDD: Ethem’in vurulmasını ve sonrasında yaşadıklarınızı anlatır mısınız?

Mustafa Sarısülük: Haziran Direnişi’nde Türkiye’nin her tarafında olduğu gibi Ankara’da da kitleler sokaklara aktı. Bunların başında gelenlerden birisi de Ethem’di. 31 Mayıs gecesi çıkmıştı Ethem sokaklara, 1 Haziran’da ikimiz de Kızılay’daydık. Bir silah sesi duydum, ama önemsemedim. O akşam bir arkadaşın düğünü vardı, biz ayrıldık, Ethem orada kaldı. Sonra bana bir telefon geldi, Ethem’in yaralandığını, hastanede olduğunu söylediler. Numune Hastanesi’ne gittik ve kardeşimin burada 12 günlük yaşam mücadelesi başladı, sonrası malumunuz.

 

Devlet cenazeye de müdahale etti.

İnsanların en kutsalı dediğimiz cenaze törenlerine bile izin vermeyen böyle vahşi, böyle faşizan bir devlet yönetimi karşımıza çıktı. Kızılay’da Ethem’i son yolculuğuna uğurlamak isteyen, Ethem’i kendi çocukları gibi gören insanlara karşı büyük bir saldırı gerçekleştirdiler. Tabi bu bizim mücadele azmimizi kırmadı. Gerek ailesi gerekse bu mücadele içerisinde Ethem’i sahiplenen herkes açısından bu böyle oldu. Çatışmalı bir cenaze töreni oldu ama sonuçta bir devrimciyi, olması gerektiği gibi halkıyla birlikte son yolculuğuna uğurladık. Güzel bir dayanışma örneği sergilendi. Herkes ordaydı, yüzbinler ordaydı. Bu Gezi süreci gerçekten birçok insanın algısını kırdı. Çocuklarımızın orada ortaklaşmaları, bu halkın artık ortak bir mücadele örmesi anlamında iyi bir deneyim oldu aslında.

 

Ethem’in vurulmasından sonra neler oldu, size olan saldırılar ve sahiplenme nasıldı?

Devletten bir başsağlığı, herhangi bir iyi niyet göstergesi beklemedik. Çünkü, biz bu sistemin niteliğini aile olarak son derece iyi biliyoruz. İlk defa karşılaşmadık, geçmişten beri bu topraklarda halka karşı girişilen katliamlarda, sokak ortalarında infazlarda, hapishanelerde, hakkını arayan insanlara karşı işkencelerde, bunu çok iyi gördük. İlk defa bizim başımıza gelmedi. Devlet her zaman yaptığını yapıyordu; korkutma, yıldırma, sindirme politikalarını… Biz şunu çok iyi biliyorduk. Meşru olan bizdik, gayrı meşru olan onlardı ve biz halkımızla birlikte, ne saldırı olursa olsun direnecektik. Öncelikle Ethem’i itibarsızlaştırma üzerine çirkin bir politika izlediler. Kendi burjuva basını ve yandaş medya, terörist bunlar, bayrak yaktılar, vb diyerek itibarsızlaştırmaya çalıştılar, ama bu gibi kara çalmaların, insanlar üzerinde çok etkisi olmadığını gördüler. Bizlerin de payına bu süreçte acı düştü. Bizler bu acılarla mücadeleyi seçtik; Ethem’in bıraktığı yerden ailesi olarak devam ettirme kararı aldık. Acılarımızın içine gömülmek yerine, sokağa çıkan insanlarla, kadınlarımız, çocuklarımız, gençlerimizle birlikte olmamız gerektiğinin bilinciyle hareket ettik.  Bizim gibi acı çeken diğer ailelerle birlikte ortak mücadele yürütmeyi seçtik. Halkımızla birlikte, güçlü bir duruş sergilenmesi gerekiyordu, her platformda, her eylemde olmaya çalıştık. Çünkü Ethem de öyleydi. Ethem devrimci kişiliğinden kaynaklı her zaman sokaktaydı, alandaydı, işçi sınıfının yanındaydı. Kadın mücadelesinin yanındaydı, gençlik mücadelesinin yanındaydı, sistem tarafından dışlanan, ötekileştirilenlerin mücadelesinin yanındaydı. Yani Ethem bir halktı aslında. Bu anlamıyla biz de Ethem’in bıraktığı mücadeleyi sonuna kadar taşımak için mücadele yürütüyoruz ve yürütmeye devam edeceğiz.

 

Ethem’in iki mahkemesi oldu, mahkemelerde yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ethem vurulduğu ve hayatını yitirdiği 12 günlük süreçte, sistemin yaklaşımı ortaya çıktı. Bize göre adalet, Türkiye halklarının yürütmüş olduğu sokaktaki mücadeleden geçecek; ve halkın vicdanı olduğunu düşünüyoruz. Başından beri devletin böyle bir politika izleyeceğini çok iyi biliyorduk. Bu zamana kadar devletin işlemiş olduğu suçlardan, polisin işlemiş olduğu suçlardan ceza alan kimse yok. Çorum, Sivas, Maraş, 19 Aralık, Roboski, Gazi Katliamı, Hrant Dink davası ve daha nice sayamayacağım katliamlarda, devletin yaklaşımı hep bellidir. Hep koruyucu, hep cezasızlık üzerine kurulu bir politikası var. O anlamıyla yaklaşımları sürpriz olmadı. Birinci mahkemede ben “bir ilahi komedya izleyeceğiz” demiştim. Gerçekten de onu izledik, birinci ve ikinci perdesiyle. Birinci mahkemede tamamen kendi hukuklarını çiğneyen bir yaklaşım içinde oldular. Biz zaten özel bir muamele beklemedik ama hukuksal mücadele anlamında da mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğimizi deklare ettik. Bu noktada asla geri adım atmayacağız. Çünkü bu katillerden, halkın çocuklarını katledenlerden hesap soracağız. Hukuk alanı da bir mücadele alanıdır. Birinci mahkemede herkes gördü; o kadar korkuyorlar ki, bilinçli halktan, bu süreçteki insanlardan… O katilin yüzündeki sadece kendi korkusu değil, sistemin korkusuydu. Gezi’yle başlayan halk ayaklanması, isyanı, meydan okuması, sistemde büyük bir tedirginlik yarattı. O anlamıyla katili kılıktan kılığa sokmuşlardı, önce hepimiz güldük bu duruma, çünkü bu kadar da alçalınamazdı. Bizler hukukun, bugünkü siyasal iktidarın yedeği haline geldiğini, adaletin, hukukun orada işlemeyeceğini çok iyi biliyorduk. Kendileri bir piyes kurdular ve bunu oynamaya devam ediyorlar. Bizler de onların yüzlerindeki bu sahte maskeyi düşürmeye çalışıyoruz. Gerek hukuksal alanında, gerekse toplumsal, siyasal alanda üzerimize düşen görevleri yaparak ortaya çıkaracağız. İkinci mahkemede de Ethem’i sahiplenmeye gelen insanlara saldırdılar ve telekonferans yöntemiyle sanığın ifadesini almaya kalktılar. Bu Türkiye Cumhuriyet tarihinde bir ilktir aslında. Kendi hukukları açısından baktığımızda olması gereken, bütün prosedürleri, bütün içtihatları çiğneyerek yeni yöntemler geliştiriyorlar. 2 Aralık’ta görülecek mahkemede, biz aile olarak Urfa’ya gideceğiz. Avukatlarımızla orada olacağız. Katil neredeyse, bu halkın çocuklarını katledenler neredeyse, nereye götürülürse, biz de orada olacağız. Bir anlamda mahkemeyi de oraya taşıyacağız. Bir kısım avukat ve aile bireyi mahkemeyi Ankara’da 6. Ağır Ceza’da takip ederken, bir kısmımız da Urfa’da olacak. Bizim en ufak bir korkumuz kaygımız yok, onlar bizden korksunlar.

 

Aslında kamuoyu tepkisini ne kadar büyütebilirsek, katillerin açığa çıkarılması ve cezalandırılması da o kadar güçlü olur. İnsanlar şehitlere sahip çıkmadığında, yarının güvenle kurulamayacağını anlatırsak, katillerin yargılanmasını sağlayabiliriz. Ali İsmail’in olayında da bu çok bariz görüldü. Görüntüler yoktu, vali, “arkadaşları dövmüştür, onlar öldürmüştür” dedi, ama mücadeleyle birçok şey açığa çıktı. Görüntüler, katillerin kimlikleri, Eskişehir Vali’sinin yalan söylediği açığa çıktı. Mücadeleyle yargılatabiliriz onları.

Biz bunu biliyoruz, özellikle kamuoyu oluşturma insanları bilgilendirme ve gündemde tutma açısından bunun mücadelesini zaten sürdüreceğiz. Biz cezasını kendi ellerimizle vereceğiz. Bunu mahkeme salonlarında vereceğiz, bunu sokakta vereceğiz, bunu barikatlarda vereceğiz, halkımızla birlikte omuz omuza emek ve demokrasi mücadelesinde vereceğiz, bizim esas anlayışımız bu. Tabi ne kadar zorlarsak zorlayalım, her şey açık olmasına rağmen, evrensel hukukun içerisinde olan her şeyin net olmasına rağmen, cezasızlık üzerine kurulu bir politika izliyorlar. Geçmişte de böyleydi, bugün de böyle. Onun için toplumsal muhalefeti diri tutmak adına, aynı zamanda halkın meşru direnişi anlamında bu işi büyütmek açısından, hukuksal mücadeleyi bir mevzi olarak görüyoruz. Sizin de söylediğiniz gibi, hem onların mücadelesini büyütmek, hem bu katillerden hesap sormak anlamında mücadelemizi sürdüreceğiz. Ama nihayetinde devlet kendini cezalandırmaz. Çünkü Türkiye’nin devlet yapısı, anatomisi bunun üzerine kurulu.

 

Sadece Türkiye’nin değil, devletin yapısı her tarafta böyle işliyor, ama dediğim gibi yargılatmak kamuoyu baskısıyla ilgili aslında.

Türkiye’de maalesef yok, hukuk ve adalet dediğimiz olgu, bir burjuva devlet hukuku olsa, biz bu ülkede adaletin ve hukukun olduğuna güvenebilirdik. Bunun cezasız kalmayacağını, sadece Ethem değil diğer bütün haksızlıklara karşı bir adalet anlayışının oluşacağı anlamında bir bilinç oluşurdu. Geçmişte benzer pratikleri çok gördük, çok yaşadık, hala yaşamaya devam ediyoruz. Çok bariz bir örneğini göstermek gerekirse, Abdullah Cömert’in soruşturmasına bakın. Kaç gün oldu hala bir ilerleme yok. Medeni Yıldırım’ın soruşturmasında bir adım yol katledilmedi. Bunlar hep bilinçli olarak yapılan şeyler. Bu ülkede hukukun olmadığının bir göstergesi. Onun için bizler hukuksal alanı önemsiyoruz. Burayı bir mücadele alanı haline getirip, onların yüzlerindeki maskeyi düşürmek, bu sahte adalet ve hukuk anlayışını teşhir etmek, devletin ve sistemin, bu siyasal iktidarın pisliklerini yüzlerine vurmak için orayı bir mücadele alanı haline getireceğiz, ama nihayetinde ceza almayacaklarını çok iyi biliyoruz. Devlet kendi katillerine bu ülkede her zaman sahip çıkmıştır ya da çok küçük cezalar verip ödüllendiriyorlar.

 

Peki onları cezalandırmak için, o bilinci oluşturmak için neler yapmak gerekiyor?

Bu ülkede yıllardır varolan mücadeleyi büyütmek gerekiyor. Adaletin, hukukun ve özgürlüğün aslında sokaktan, eylemden, barikattan, mücadeleden geçtiğinin farkına varmamız gerekiyor. Bu çocuklarımızı kaybetmiş olabiliriz, ama sonuçta bir halk olarak kazandık. Direnen, kendi hakları için mücadele eden, birlikte, beraberce, onurluca mücadele eden bir direniş mirası bıraktılar bu çocuklar bize. Bunların hesabını sormanın tek yolu, örgütlü mücadeleyi büyütmekten geçiyor. Eğer biz örgütlüysek herşeyiz, çünkü biz ezilenler cephesinden baktığımızda, bu parçalanmışlığı, bu hak arama mücadelesini büyütmezsek, yarın gerçekten sistem bize acımasızca saldırılarına devam edecek. Ve birçok çocuğumuzu, birçok insanımızı, birçok halk evladını daha kaybedeceğiz. Onun için, bizler ne kadar güçlü olursak, onlar o kadar inlerine gömülecektir. Önemli olan şey, bu mücadeleyi büyütmektir. Gezi, bize bunu gösterdi, istersek hayatı durdurabileceğimizi, istersek onları bir kaşık suda boğabileceğimizi bize pratikte de gösterdi. Önemli olan, şimdi bu pratiği büyüterek devam etmek.

 

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Bu ülkede adalet ve hukuk olmadığı için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduk. Aynı zamanda Türkiye’de yaşanılan hukuksuzluk, adaletsizlik ve polis terörü üzerine, kitle örgütleri ve diğer ailelerle birlikte Avrupa Konseyi’ne ve Avrupa Parlemento’sundaki yetkililerle görüştük. İnsan Hakları örgütleriyle görüşmelerimiz oldu. Türkiye’deki siyasal iktidarın, devletin uygulamış olduğu politikaları teşhir ettik açıkçası.

Şunu söylemek istiyorum ki Ethem aslında hepimiziz. Ethem hepimizi temsil ediyor, kardeşim olduğu için değil, bu halkın bir realitesi, bir gerçekliğidir Ethem. Onun için onları yaşatmak, onların bu barikatlardaki mücadelelerini ileriye taşımak için, bizlerin bu mücadelenin öznesi haline gelmemiz gerekiyor. Onlardan hesap sormanın, sokaktan, eylemden ve örgütlenmekten geçtiğinin bilincinde olarak herkesi mücadelede ortaklaşmaya çağırıyorum.

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …