Şehitlerimiz için Avrupa’daydık

aileler aihm 1

10 Ekim’de Ali İsmail Korkmaz’ın ailesi, Ethem Sarısülük’ün ailesi ve avukatı, Abdullah Cömert’in ağabeyi ve avukatı ile birlikte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Sözleşme’nin birçok maddesinin ihlal edildiğine dayanarak başvuruda bulunduk. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere, evrensel insan haklarının yoğun ve yaygın biçimde ihlali ve iç hukuktaki tıkanma süreci, konuyu uluslararası platformlara taşımayı gündeme getirdi.

15 günümüzü Avrupa’nın birçok şehrinde paneller yaparak, parlamenterlerle ve avukatlarla görüşerek geçirdik. Görüşmelere aileler ve avukatların dışında, Taksim Dayanışması’ndan Mücella Yapıcı, İnsan Hakları Derneği’nden Cengiz Mendillioğlu da katılarak Haziran direnişine ilişkin değerlendirmelerini paylaştılar. Türkiye’de olan biteni, bir de bizlerden dinlemelerini ve artık biraz da omuz vermelerini umduk. Strasbourg’dan itibaren, insan haklarını savunan herkesin büyük bir ilgisiyle karşılaştık. Aslında garip değildi, çünkü biz Türkiye’de eylemlerin içerisindeyken, defalarca bizleri selamlayan eylemlerini duymuş, basın açıklamalarını okumuştuk. Yine de, gönülden sahip çıkmaları ve “acınız acımızdır” demeleri, yüzyüze olunca daha etkili oluyormuş… Bizlere evlerini açan, orada yalnız bırakmayan herkesin yüreğine sağlık…

Strasbourg’da AİHM’e başvuruları elden teslim ettiğimizde, bir kalabalık bizleri bekliyordu Almanya’dan, İngiltere Alevi Federasyonu’ndan, İsviçre’den ve Paris’ten gelen dostlarımız vardı. Başvuruları teslimden önce bir basın açıklaması gerçekleştirildi; teslimden sonra ise neden AİHM’e başvurduğumuzu anlatmamız için Alevi Federasyonu binasında bir panel düzenlendi.

Şehitler, Haziran direnişine katılan herkesin şehitleriydi ve sahiplenirken daha hassas olmak durumundaydık. Dar, grupçu hareketlerin siyasi boşluklara sebep olduğunu ve Avrupa’ya gelişimizi kısırlaştırdığını, Strasbourg ve devamındaki panellerde yaşadık. Dayanışma eylemlerine yüzlerce kişinin katılımını takip ettikten sonra, şehitlerimizin ailelerinin yanı başlarına kadar geldiği bir ortamda, panellere katılımın sayıca az olmasını garip karşıladık. Sonra, Türkiye’deki Taksim Dayanışma ve Direniş Forumları gibi bir ortaklaşmanın Almanya’da sağlanamadığını öğrendik. Panel dışında dışarıda karşılaştığımız insanlardan panellerden haberlerinin olmadığını duyduk, organizasyon ve duyuru ile ilgili sıkıntıları, konuştuğumuz insanlardan duymak bizleri etkiledi. Çünkü herkesin üzülerek bir şeyler söylemesi ve buna çözüm bulamamak hoş değildi.

Direniş boyunca en çok duyduğumuz ve kullandığımız kelime, “Gezi ruhu”ydu. Gezi ruhu, insanların çok büyük bir platformda, önyargıları ve sıfatları bir potada eriterek birlikte hareket etmesi ve sonuna kadar dayanışmayı ve direnişi büyütmesiydi. Almanya’da “Gezi ruhu” bu yönüyle yoktu, varolan platform sebebini bilmediğimiz bir şekilde birlikte hareket etmemişti.

Geçirdiğimiz 15 gün boyunca Taksim Dayanışma Güç Birliği Platformu ile İsviçre Basel’de yaptığımız panelde istisna yaşandı. Panelden yalnızca dört gün önce oraya gideceğimiz kesinleşmesine rağmen, orada bulunan dostlar, Platform olarak hareket edip, herkesin olduğu ve salonun tıka basa dolduğu bir panel düzenlediler. Panele Basel’in parlamenterleri de katılmıştı, sorunsuz ve soru-cevaplarla doyurucu bir panel yaşamış olmak, saatlerce süren yolcuklarımıza değmişti. Basel’de panelden sonraki gün, parlamentolarına davet edildik. Onlara Haziran direnişine ilişkin raporlarımızı verip Ethem Sarısülük ve Ali İsmail Korkmaz’ın duruşmalarına katılmalarını istediğimizi söyleyerek ayrıldık.

Avrupa’ya gelmemizin sebebi, Türkiye’de açık bir şekilde faşizmi yaşamamızdan dolayıydı. Faşizm, kendi koyduğu kurallara-kanunlara bile uymuyor, katilleri korumak için kendi kanunlarını bile sürekli çiğniyordu. En son 28 Ekim’de Ethem’in duruşmasında yaşadık bunu. Katil Ahmet Şahbaz, tüm yargılama boyunca hiç mahkemeye gelmeden bu süreci atlayacak. Kanunlara göre, “yüzyüzelik ilkesi” geçerlidir; bir sanığın ifadelerinde oluşan çelişkileri ve her şeyi değerlendirmek hakimin görevidir. Aynı zamanda O’na olayla ilgili soru sorma hakkı olan avukatlar, bunu yargılamanın yapıldığı yerde yapmalıdır. Tüm bunlar yok edildiğinde, katil polis kameranın karşısına geçecek, aynaya konuşur gibi rahat rahat istediği yalanı söyleyebilecek, vücut hareketleri dahi belli olamayacak.

Haziran direnişinden dolayı 100’den fazla direnişçi, sabah operasyonlarıyla günlerce gözaltında kalarak tutuklanırken; belindeki silahla insan öldüren bir katil, bırakın tutuklanmasını, mahkemeye bir kez bile gelmeyecek! 10 binden fazla yaralı insanımız ve binlerce şikayetimiz olmasına rağmen, yalnızca Ali İsmail ve Ethem’in davalarında polisler sorgulandı. Bu polisler dışında hiçbir polis hakkında tek bir işlem dahi yapmadı savcıların hiçbiri. Ama, binlerce direnişçi hakkında davalar hukuksuzca ardı ardına açılıyor, fişlemelerle yüzlerce insana para cezaları kesiliyor. Bunun adı faşizmdir ve faşizmde hukuktan, insan haklarından söz edilemez.

Benzer şekilde Ali İsmail Korkmaz’ın davasında da aynı şekilde hareket edilmiş, yangından mal kaçırırcasına iddianame hazırlanmıştır. Bir buçuk saat boyunca sokakta pusu kuran “Terörle Mücadele”den 20 polis olmasına rağmen, amirlerinin ifadelerine tanık sıfatıyla dahi başvurulmamıştır. Katil polislerden biri tutuklu, diğer 3 polis, katil Ahmet Şahbaz gibi görev başındadır. Ali İsmail’in tedavisinde ihmali olan doktor ve hastane polisi hakkında yargılamaya ise Bakanlık izin vermemiştir.

Türkiye’de kamu görevlisi olan birisini savcının-hakimin karşısına çıkarmak dünyanın en zor işlerinden biridir. Biz halk olarak bir bütünken, karşımızda valisiyle polisiyle “polisleri yedirtmem” “polise emri ben verdim” diyen Başbakanıyla, onlara ilişkin hiçbir soruşturma yapmayan yargısıyla bir bütün var. Devlet organize olup çalışırken, bizlerin de organize şekilde ve hep beraber mücadele etmemiz, taşın altına elimizi koymamız gerektiğini anlattık, anlatıyoruz dostlara.

Herkesin sahiplenmesi ile Ali İsmail’in katillerine ulaşabildik. Katillerin peşini bırakmayıp mücadeleyi yükselten direnişçiler olmasaydı, bugün ne tutuklamalar gerçekleşirdi ne de katillerin kim olduğunu bilebilirdik. Ama bu uzun soluklu bir mücadele, defalarca dava aşamasında devletin nasıl katilleri akladığına, en alt sınırdan cezalar verdiğine şahit olduk… Ali’nin ve diğer şehitlerin de bunlara maruz kalmaması için hep birlikte bu davalara sahip çıkmamız, takipçisi olmamız gerekiyor. Duruşmalara toplu halde katılmamızdan ve kamuoyu oluşturmamızdan korktukları için, davaları ya katil gelmeden yapmaya çalışıyorlar ya da başka şehirlere nakletmek istiyorlar. Şehitlere sahip çıkmak için Avrupa’da görüştüğümüz herkese, duruşmalara gelmelerini, gelemezseler bile bulundukları şehirlerde eylemler düzenlemelerini, dayanışmayı büyütmeyi istedik.

Tam da bu sebeplerden dolayı, Avrupa’nın gördüğünün aksine Türkiye’de ne kadar sıkışık bir durumda yaşadığımızı oradakilere anlatmamız gerekti. Orada evinde kaldığımız dostlardan birisi siyasi sebeplerle Almanya’ya sığınmıştı ve oturma izni alıyordu. Haziran direnişinden evvel ona Almanya devletinden gelen mektupta, “Türkiye’ye artık dönebileceği, çünkü Türkiye’nin demokratikleştiği” yazıyordu.

AKP, kendisini diğer ülkelere karşı “ileri demokrasi”yi savunan bir hükümet olarak tanıtıyor. Torba torba çıkardığı yasalar ve halktan gizlenerek hediye gibi aksettirilen paketlerle, Avrupa’ya bunları “demokrasi” diye yutturmaya çabalıyor. Biz de, insan haklarını savunmadan demokrasiden bahsedilemeyeceğini anlattık onlara. AKP’nin yalnızca katletmeyi, sindirmeyi, sömürmeyi çok iyi bildiğini anlattık. Bu yüzden binlerce ağacı keserek yapacağı köprüye bile, ancak bir katilin ismini, Yavuz Sultan Selim’in ismini verebileceğini anlattık. AKP’nin polislerinin sokak ortasında döve döve insanları nasıl rahatça öldürdüğünü, çatışmanın olduğu caddede bir apartmana sığınan direnişçileri çıkartırken tayt giyen bir kadının taytını nasıl indirmeye çalıştığını ve eğer erkek direnişçiler olmasaydı neler yapacağını, tacizleri, tecavüz tehditlerini, karakolda tekrar dirilen bir işkence yöntemi olarak çıplak aramayı dayattığını, gündüz vakti başkentte meydanda başından vurulmayı ve daha nicelerini anlattık. Elbette, İstanbul’da 3 metrelik Ethem Sarısülük barikatını, insanların Spartaküs gibi hep ileri TOMA’ların üzerine üzerine gittiklerini, gözünüz yansa hemen kolunuza birinin girip yardım ettiğini, düşseniz hemen birilerinin tutup kaldırarak “iyi misin” demesini, Antakya’nın yiğit evlatlarını; yani kısaca o büyük dayanışmayı da anlattık heyecanla…

Nefesi nefesimize değen güzel insanlarla yüreklerimiz buluştukça “bu daha başlangıç” dedik hep birlikte… Bize yapılanların, şehitlerimizin hesabını sormadıkça bu mücadele bitmeyecek. Haklarımızı almadıkça, faşizmi parçalamadıkça, bu mücadele bitmeyecek!

Bunlara da bakabilirsiniz

Rojava’ya saldırılar İsviçre’de protesto edildi

Türkiye ordusunun Rojava’ya ve Irak Kürdistanı’na dönük saldırıları, İsviçre-Basel’de kitlesel bir yürüyüşle protesto edildi. Şehrin …

Yeni “çözüm süreci” kimin ihtiyacı?

TBMM’nin 1 Ekim’deki açılışında, Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gelip tokalaşması, “yeni çözüm süreci”nin başladığının …

Devrim Kartalı Remzi Basalak

Remzi Basalak, 1963 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Az topraklı çiftçi bir ailenin çocuğuydu. İlkokulu …