Gericiliğin insan yaşamına, özellikle de kadına yasaklarda ve baskısında sınır yok. Kürtaj, sezaryan, üç çocuk dayatması derken, sıra kız-erkek karma öğretime ve yurtlara, evlere kadar geldi. Bu öğretim yılının başında karma yurtlar, kız-erkek olarak ayrıldı, ardından “öğrenci evleri”nin kızlı-erkekli oluşuna müdahale edileceği, bunun için gerekli yasal düzenleme yapılacağı bizzat Başbakan tarafından ifade edildi.
“Özel hayata müdahale”nin bu en uç haline, AKP’li bakanlar bile, ne kılıf uyduracaklarını şaşırmış durumdalar. Öğrenci evlerinin “terör yuvası” olmasından, apartların “vergi kaçakçılığı” yaptığına kadar, çeşitli bahaneler üretip duruyorlar. Vaziyeti kurtarmaya çalışanlardan AKP’nin “ağır topu” Bülent Arınç bile, Başbakan tarafından bir kez daha yalancı durumuna düşürülmesine isyan etti. Gül-Erdoğan çekişmesine, Arınç da eklenince AKP içindeki çatlaklar, artmaya başladı.
Daha bir ay kadar önce AKP, “demokrasi paketi”ni açıklamış, yeniden AB’yi konuşmaya başlamış, “demokrat” maskesini takınmıştı. Ama bu maske artık tutmuyor. Çünkü “demokrasi paketi”nden çıka çıka “türbana özgürlük” çıktı. Türban, önce kamuya ait yerlere, sonra da meclise girdi. AKP’nin kadına sadece örtünme ve eve kapanma “özgürlüğü” tanıyacağı bir kez daha görüldü.
* * *
Bugün AKP’de somutlaşan dinci-gericilik, her zaman demokrasi ve özgürlüklerin düşmanıdır. Bu, sanıldığı gibi sadece İslama özgü de değildir. Bütün dinler, özellikle egemen olduktan sonra toplumsal yaşama el atmış, onu düzenlemeye kalkmıştır. Zaten egemen sınıflar da dini, toplumu denetim altına almanın bir aracı olarak kullanagelmişlerdir. Her sömürücü sınıf, dini kendi ihtiyaç ve çıkarlarına göre uygun bir kalıba dökmüş ve bugüne kadar taşımıştır.
Dolayısıyla dinci-gericiliğe karşı mücadele, sınıfsal bir zeminde yürütülmek zorundadır. AKP’nin işbaşına geldiği son 11 yılın, aynı zamanda işçi-emekçi haklarının en fazla gaspedildiği bir dönem olması, tesadüf müdür? Keza sözde darbelere karşı çıkmak adına, en baskıcı dönemi yaşatmaları, başka nasıl açıklanabilir?
Türkiye, işçi cinayetlerinde Avrupa’da birinci, dünyada üçüncüdür. Günde ortalama 5 işçi, maden ocaklarında, tersanelerde, inşaatlarda katlediliyor. Çalışma süresi, ortalama 12 saati buluyor. Esnek çalışma ile zaman ve mekan da kaybolmuştur. Yaygınlaşan taşeronlaştırma ile işgüvenliği ortadan kaldırılmış, işçi kıyımları sıradanlaşmıştır.
Şimdi yeniden “kıdem tazminatı”nın gaspı gündemdedir. Patronlar, uzunca bir süredir, işçinin “emeklilik güvencesi” kıdemi sırtlarından atma gayreti içindeler. Açıkça, “kıdem yüzünden işçi atamıyoruz” diyerek, daha rahat işçi atmak, daha ucuza çalıştırmak ve kıdem kesintisinden kurtulmak istiyorlar. AKP de burjuvazinin bu isteğini yerine getirmek için cansiperane uğraşıyor.
Bütün bu ağır sömürü ve baskı koşullarına karşı elbette direniş de olacak. Haziran direnişi, bunun en açık kanıtı oldu. Buna karşı AKP Hükümeti, tüm gerici-faşist yönetimler gibi, daha fazla “güvenlik” diyerek, polisi ve orduyu yeni techizatlarla donatıyor, yetkilerini arttırıyor, halk üzerinde terör estiriyor.
ABD merkezli haber kuruluşu Bloomberg’in yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye 474.7 polis ortalaması ile 100 bin kişiye düşen polis sayısında dünya ikincisi. 52 ülkenin yer aldığı listede, birinci sırayı Rusya alırken, Türkiye hemen onun arkasında ikinciliğe yerleşiyor.
Buna karşın OECD ülkeleri içinde eğitim düzeyi bakımından Türkiye, sonuncu sırada. Tıpkı insanca yaşama endeksinde olduğu gibi…
* * *
İnsanların yaşam düzeyini yükseltmek, çalışma koşullarını düzeltmek, eğitim ve sağlık gibi en temel haklarını geliştirmek yerine, daha fazla baskı ve şiddet, daha fazla yobazlık, ahlak bekçiliği yapıyorlar.
Kitleyi cehaletin kör kuyusunda tutarak, dinci-gericiliği yayarak, polis şiddetini artırarak, bu ağır sömürü ve baskı koşullarına, işçi ve emekçilerin, ezilen halkların boyun eğmesi sağlamaya çalışıyorlar.
Sadece AKP değil, bir bütün olarak bu düzenin halka sunacağı başka bir şeyi yok…
Ama nafile! 21 yüzyılın “ayaklanmalar yüzyılı” olacağı, daha ilk yıllarında ortaya çıktı. Yeni bir çağı, “proleter devrimleri çağını” başlatan Ekim devriminin yıldönümünü kutladığımız bu günlerde, insanlık daha özgür, eşit, kardeşçe bir düzene olan özlemini, eskisinden daha güçlü bir şekilde ifade ediyor. Gerici-faşist cendereyi parçalamak için harekete geçiyor. Çünkü iki seçenekle karşı karşıya: “Ya barbarlık içinde yokoluş, ya sosyalizm!”
Haziran direnişi, egemenleri titretmeye devam ediyor. En çok da geleceğimizden, gençlerimizden korkuyorlar. “Öğrenci evleri” yaygarası ile onların üzerinde yoğunlaşmaları boşuna değil. “Dindar gençlik” yaratma gayretleri boşuna değil…
Ama hiçbir zaman gerici-faşist zorbalar, gençliği kazanamadılar. Onu kaybetmemek için giriştikleri tüm çabalar da işe yaramadı. Çünkü gençlik gelecekti, gelecek ise sosyalizm!
Ozanın dediği gibi, içerde-dışarda yürüyor üstüne üstüne, tükürüyor yüzüne yüzüne, fırsatçının, işbirlikçi hayının… Ve dayanıyor “tırnak ile diş ile, umut ile düş ile…”
Sosyalizm, yeniden insanlığın umudu ve özlemi olarak yükseliyor…