ABD’nin “bataklığı” Suriye

suriye-catisma

Suriye’deki savaş, ABD emperyalizmi açısından giderek daha karmaşık ve daha sorunlu hale geliyor. ABD’nin savaş hakimiyetini kaybetmesi, işlerin onun açısından giderek kontrolden çıkmasına, çözümsüzlüklerin peşpeşe dizilmesine neden oluyor.

ABD’nin Ortadoğu’da attığı her adım, giderek daha fazla kendi ayaklarına dolanıyor. ABD’nin hegemonyasını kaybedişi öylesine belirgin bir hal alıyor ki, onun desteği ile büyüyen, icazetiyle bir noktaya gelmiş olan “müttefikleri” bile, kendi çıkarları doğrultusunda ABD ile çelişen adımlar atabiliyor, ABD’nin planlarını tersyüz edebiliyorlar. Suriye savaşının geldiği nokta, bunun çarpıcı bir göstergesidir.

 

Cenevre’de neyin pazarlığı

Suriye’de üç yıl önce iç savaş başlatmaya çalışırken, ABD emperyalizminin hedefi, Rusya işbirlikçisi Esad’ı devirerek, kendi işbirlikçisi bir yönetimi kurmaktı. Üç yıl sonra bugün, Cenevre-2 Konferansı’nda ABD’nin geldiği nokta, Esad ile birlikte bir geçiş hükümeti kurmak. Bu süre içinde Suriye’deki dengeler öylesine karmaşıklaşmış durumda ki, Esad’ın devrilmesi artık ABD için bir “kabus senaryosu”. Bu nedenle muhalefeti, “Esad’lı-geçici çözüm”e ikna etmek için her yolu kullanıyor. Konferans öncesinde, “Esad’ın vahşeti”ni kanıtlamak üzere servis edilen işkence fotoğrafları ise, Esad yönetimi üzerine baskı kurarak, geri adım atmaya ikna etmeyi hedefliyor.

Aslında daha konferansın toplanma aşaması büyük sorunlarla başladı. İran’ın konferansa katılıp katılmayacağı son güne kadar tartışmalı oldu. Suriye’deki çetelere destek veren ülkelerin tamamı konferansa katılırken, Suriye yönetimine destek veren İran’ın neden katılamayacağı bir türlü açıklanamadı. Sonunda İran’a katılma daveti gönderildi, ancak SMDK (Suriye Muhalif-Devrimci Koalisyon) İran katılırsa kendisinin protesto edeceğini söyleyince işler karıştı. ABD yardım kesme tehdidiyle SMDK’ya geri adım attırmaya çalıştı; ancak bu işe yaramadı. Sonuçta SMDK’nın katılmasını sağlamak için İran’ın daveti geri çekildi. Ancak bu defa da SMDK’nın içi karıştı. SUK (Suriye Ulusal Koalisyonu), Esad yönetimiyle masaya oturmayı kabul eden SMDK’yı protesto etti ve SMDK’dan ayrıldığını duyurdu.

Diğer taraftan, Kürt bölgesini temsilen bir katılıma izin verilmemesi, ayrı bir soruna dönüştü. Konferansta, Kürt yönetiminin “Suriye muhalefeti” içinde eriten bir katılım öngörülmüştü. Ancak Kürt yönetimi bunu kabul etmedi. “Bireysel katılım” konusunda açılan kapıyı da reddetti. Ve Cenevre’de temsil hakkı elde edemeyeceğine emin olduğu noktada, Rojava’da meclisi toplayıp anayasasını ilan etti, “geçici hükümet” kurdu. Kendisini bağımsız bir güç olarak dikkate almayan emperyalistlere bir cevaptı bu aynı zamanda.

Böylece, “Suriye muhalefeti”nin zaten bin parçaya bölünmüş halinin iyice döküldüğü, Kürt halkının temsil edilmediği, El Kaidecilerin yok sayıldığı, bu nedenlerle de etki ve bağlayıcı gücünün son derece sınırlı olduğu bir konferans gerçekleştirilmiş oldu. Bu konferans sırasında Esad yönetimi ile muhalefet temsilcilerinin masaya oturmuş olması da, “Esad’lı geçici yönetim” konusunda emperyalistlerin “mecburen” anlaşmak zorunda olduğunun göstergesi oldu.

 

Muhalefet dikiş tutmuyor,

El Kaideciler kontrol edilemiyor

Üç yıl önce Türkiye’nin toparlayıp, İstanbul’da bir de toplantı yaptırıp, adeta ite-kaka kurdurduğu ÖSO, artık darmaduman olmuş durumda. Kapsamlı mali ve askeri yardıma rağmen, Esad’a karşı etkili bir savaş gücü oluşturamadı, iç bütünlüğünü de sağlayamadı. Diğer taraftan, El Kaideci çeteler, ABD ve işbirlikçilerinin her tür kontrol ve denetimini de reddederek, kendi etki alanlarını oluşturmaya başladılar.

Bunun üzerine, ABD, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye, yeni bir güç odağı kurmaya giriştiler. Geçtiğimiz Kasım ayında, El Kaidecilerin dışında, bölgedeki diğer islamcı örgütlerin biraraya getirildiği bir İslami Cephe, ayrıca bir Mücahit Ordu kurdular. ÖSO üzerindeki desteklerini çekerek, yardımlarını bu örgütlere yönlendirdiler.suriye-iskence

Bu arada El Kaideciler, savaş ortamının yarattığı koşulları kendi lehlerine çevirecek adımları atmakta hızlandılar. Zaten ÖSO’nun “paralı askerleri” ile kıyaslandığında, El Kaidecilerin ideolojik argümanlar ile harekete geçirdikleri savaşçılarının arasındaki büyük fark, tartışılmaz bir gerçek. Üstelik, başka ülkelerden savaşmaya gelenler, asıl olarak bu kesimi tercih ediyorlar ve onların saflarına katılanlar onbinlerle ifade ediliyor. Bu çeteler kimyasal silah kullanıyorlar, kafa kesiyorlar, kestikleri kafalarla top oynuyorlar, cuma namazına katılmayanları kamçılıyorlar, kendi “şeriat” hükümlerini “uydurup”, bu kurallara uymayanları vahşice cezalandırıyorlar. Yani her türlü savaş suçunu, insanlık vahşetini pervasızca işliyorlar. Ama aynı zamanda Esad karşısında en etkili savaş gücünü oluşturdukları için, El Kaideciler de bugüne kadar emperyalistlerden ve işbirlikçilerinden destek alıyorlardı. Irak’ta kendi etkinlik alanlarında “devlet” ilan etmeleri, ABD için bardağı taşıran son damla oldu.

Irak’ta El Anbar eyaleti, Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan’a sınırı olan, Irak’ın en büyük eyaleti. Eyaletin başkenti Ramadi ve Felluce, uzunca bir zamandır IŞİD’in (Irak-Şam İslam Devleti, Suriye’deki El Kaideci çetelerin en vahşisi) geri çekilme ve lojistik noktası olarak kullanılıyor. Irak’ta Sünni kesimlerin hükümette yeterince yer bulamamasından rahatsız olan Sünni aşiretlerin hoşnutsuzluğundan yararlanarak bu bölgeye yerleşmiş durumda. Burada oluşan Sünni odağa Irak hükümetinin müdahale etmesi, çatışmaların başladığı nokta oldu. IŞİD, Ramadi ve Felluce’de devlet kurduğunu ilan etti. Bunun üzerine ABD, Irak yönetiminin bütün gücüyle saldırması için askeri ve siyasi destek verdi. 4 Ocak günü başlayan ve günlerce süren çatışmaların ardından Irak hükümeti bu bölgelerde belli bir kontrol kurmayı başardı. Ancak her iki kentte yer yer çatışmaların sürdüğü ve IŞİD’in hakimiyeti tümüyle kaybetmediği biliniyor.

IŞİD’in bu hamlesi, Suriye’deki kontrol noktalarında da “iktidar” savaşının keskinleşmesine neden oldu. İslami Cephe, IŞİD’in kontrolünde olan Celabrus, Rakka gibi kentlerde kontrolü ele geçirmek için saldırıya geçti. IŞİD’in Suriye’de tutunması çok kolay değildi, bu bölgelerde şiddetli çatışmaların ardından geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak Irak’taki tutunma noktaları daha güçlü. Ve IŞİD, Suriye’deki bölgeleri geri almak için harekete geçecektir.

 

“Türkiye’nin çıkarları” nerede

ABD, Türkiye’nin bu savaşa, kendi maşası olarak girmesini istemiş, hazırlıklarını da bu yönde yapmıştı. Ancak Türk devletinin hedefleri ile giderek bir açı farkı oluşmaya başladı.

Suriye’de ABD’nin en önemli hedefi, ülkenin parçalanmasını engellemek, toprak bütünlüğünü koruyarak yönetimini ele geçirmek. Çünkü gerek Irak’ta gerekse Libya’da ortaya çıkan görüntü, ABD’yi ürkütmektedir. Aşiretlerin ya da örgütlerin, savaş başladığı andan itibaren kendi hegemonya alanlarını oluşturmaya yönelmeleri, devlet bütünlüğünün hızla parçalanmasına yol açıyor ve ABD’nin buralarda otorite kurmasını zorluyor. Irak’ta parçaları zorla birarada tutmaya çalışırken, Libya’da oluşan karmaşaya müdahale bile edemiyor. Hatırlanacaktır geçtiğimiz yıl Libya’nın ABD Büyükelçiliği yakılmış ve Büyükelçisi öldürülmüştü. Suriye’de de böyle bir tablonun çıkmasındansa, Esad’lı bir çözüme çoktan razı olmuş durumda.

Ancak bölgede çıkar çatışmaları, ABD’nin hesaplarının çok üzerine çıktı. Mesela ABD radikal islamcıların güç kazanmasından büyük bir rahatsızlık duyuyor; ama Türkiye, Rojava’ya karşı bir denge unsuru oluşturmak için radikal islamcılara açıktan destek veriyor. Çünkü Türkiye’nin en büyük korkusu, Kürtlerin Akdeniz’e kadar açılması ve Rojava’dan etkilenecek Kuzey Kürdistan’ın özerklik-bağımsızlık özlemlerinin güçlenmesi. Bu nedenle Türkiye topraklarında besleyip, eğitip silahlandırdığı çetelerin, Rojava’ya karşı savaşması için özel bir uğraş veriyor.

17 Aralık operasyonu sonrasında Cemaatle Erdoğan’ın arası açıldığı için bazı bilgiler daha rahat ortaya dökülebiliyor. Mesela 17 Aralık sonrasında sürekli olarak, Suriye’ye giden yardım tırları durduruluyor ve içinden MİT mensupları ile birlikte silahlar, roketler, uçaksavar mermileri vb çıkıyor. Üç yıldır sınırsız ve pervasız biçimde El Kaide’ye destek veriliyor, binlerce tır gönderiliyor. Sadece şu son çıkan tırlara bakmak bile, bu pervasızlığın boyutunu göstermeye yetiyor.

Diğer taraftan, Türkiye’nin çetelere yaptığı yardım, BM’nin resmi kayıtlarına da girmiş durumda. BM’nin üye ülkelerle ilgili tuttuğu “ihracat” kayıtlarına göre, Haziran ayında Türkiye’den Suriye’ye 3.6 ton silah yollanmış. Temmuz’da silah sevkiyatının ağırlığı 4.4 ton. Şam’da kimyasal silah saldırısıyla 1500 sivilin öldüğü Ağustos ayında, silah sevkiyatı 10 tona ulaşmış. ABD’nin Suriye’ye savaş ilan edeceğinin beklendiği Eylül ayında ise, Türkiye’nin gönderdiği silahın miktarı 29 tona fırlıyor.

Zaten Türkiye’den Suriye’deki muhalefete öylesine büyük ve öylesine açıktan bir yardım sözkonusu ki; böyle giderse, Türkiye’nin “terörü destekleyen ülkeler” listesine gireceği ve uluslararası savaş suçları mahkemesinde yargılanacağı söyleniyor.

* * *

Savaşı yorumlarken, tüm faaliyetleri emperyalistlerle olan uşaklık ilişkilerine bağlama eğilimi yaygındır. Ancak oldukça farklı bir dönem yaşıyoruz.

ABD’nin hegemonyasını kaybetmekte oluşu, geniş boşluklar ve manevra alanları oluşturuyor. Emperyalistlerin dikkati başka konulara yönelmişken, tali görünen alanlarda denetim-dışı hareketler ortaya çıkabiliyor. Bugün Türkiye’nin ya da El Kaideci çetelerin yaptığı da bu boşluklardan faydalanarak kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışmaktır.

Mesela ABD başlangıçta bütün gücüyle Esad’ın devrilmesi için uğraşıyordu; bu arada El Kaide’ci çetelerin Suriye içinde güç kazanmasına göz yumdu.Çünkü Esad’a en büyük darbeyi bu çeteler indiriyordu. Ve ABDbuna yoğunlaşmışken, Türkiye bu boşluktan yararlanarak bu çeteleri Rojava’nın üzerine sürüyor. ABD’nin Kürt politikasına zarar veren bu adım, tam da kendi oluşturduğu zemin üzerinden atılıyor.

Bir başka örnek, Irak’ta Şiilerle Sünnilerin dengesidir. ABD, Iraklı Şiileri İran’ın yedeği olmaktan çıkarma adına, onlarla daha yakın ilişki kuruyor, bu da Sünni kesimlerin hoşnutsuzluğunu ve IŞİD’i güçlendiriyor. Keza, ABD’nin Irak’taki en güçlü işbirlikçisi Kürtlerin ayrılma, ya da kendi petrolleri üzerinde sözsahibi olma isteği, ABD’nin “Irak’ın parçalanmasını engelleme”politikasına çarpıyor. Bu da Kürt bölgesinin, kendi hamisi olarak gördüğü ABD’ye tepki duymasına neden oluyor.

Ortadoğu’daki karmaşık dengeler içinde, çıkar çatışmaları giderek güçleniyor, ayrışıyor. ABD’nin hegemonya kaybına paralel olarak, bu tablo daha da büyüyecek, ABDemperyalizminin kontrol edemeyeceği düzeye hızla gelecektir.

Ancak unutulmamalıdır ki, emperyalistlerin ve işbirlikçilerin planları-hedefleri ne olursa olsun, bundan zarar görecek olan emekçi halktır. Bugün Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Lübnan’da savaşın acılarını emekçiler çekiyor, açlıktan işkenceye kadar her tür vahşetle emekçiler karşılaşıyor.

Savaş bize de çok uzak değildir. Türkiye’nin bu savaşta oynadığı rol, onu her yönüyle kendi ülkemizin üzerine çekmektedir. Egemenlerin çıkar savaşlarına karşı durmanın tek yolunun, kendi sınıf çıkarlarımızın kavgasını vermek olduğu unutulmamalıdır.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …