Hükümet yolsuzluk operasyonu ile zor duruma düşünce, yeni ittifak arayışlarına yöneldi. Bir yandan “ulusalcı” kesimlere, bir yandan Kürt hareketine göz kırpıyor.
17 Aralık operasyonunun hemen arkasından Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, önce Cumhurbaşkanı ile, sonra Başbakan’la görüştü. Ergenekon, Balyoz gibi davaların “yeniden görülmesi”ni istedi. Bugüne dek farklı raporlar veren TUBİTAK, şimdi sanıkların lehine raporlar hazırlayarak, “yeniden yargılanma”nın yolunu düzledi. Keza “özel mahkemeler”in kaldırılacağı, elindeki davaları “ağır ceza”ya göndereceği duyuruldu. Başta eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere, “hükümete darbe teşebbüsü”nden içeride tutulan general ve subayların tahliyesine yeşil ışık yakıldı.
Benzer bir durum KCK davasında yargılananlar için de geçerli. Bilindiği gibi uzun süredir içeride olan BDP milletvekilleri geçen ay tahliye edildiler. “Özel mahkemeler”in kaldırılması ve “yeniden yargılanma” yolunun açılmasıyla ile KCK davasından mahkum edilen kişilerin de tahliyeleri mümkün olacak.
Sadece KCK’li tutsakların değil, Öcalan’ın koşullarında da değişiklikler gündemde. 17 Aralık’tan bu yana BDP heyetinin İmralı ziyaretleri sıklaştı. Leyla Zana’nın görüşme talebi hemen kabul gördü. Kuşkusuz bunda Barzani’nin mesajı ve Suriye’de ABD’nin istekleri doğrultusunda yeni adımların atılması, önemli bir rol oynuyor. Bununla birlikte yakın zamanda bazı milletvekilleri ve gazetecilerin de Öcalan’la görüşeği bildiriliyor. Ve uzun yıllardan sonra ilk kez Öcalan’ın fotoğrafları yayınlanıyor.
Elbette AKP bu adımları boş yere atmıyor. Karşılığını fazlasıyla alıyor. Çünkü her iki kesim de hedefe “Gülen Cemaati”ni çakıyorlar ve AKP’ye, şu anda en fazla ihtiyacı olan zamanı kazandırıyorlar.
Özellikle Kürt hareketinin bu çatışmada AKP’den yana tavır alması, ona sunulan eşsiz bir destek oluyor. Tıpkı Haziran direnişinde olduğu gibi “çözüm süreci”ni devam ettirmek adına, AKP’ye “hayat öpücüğü” sunuluyor. Ve her seçim döneminde yaptıkları gibi, bu kez de 30 Mart’a kadar “ateşkes”in süreceği duyuruluyor.
* * *
Bazı tavizler elde etmek için “ulusalcılar”ın ve Kürt hareketinin AKP’ye sunduğu desteğe rağmen, AKP’nin işi halen zor görünüyor. Öncekiler bir yana, son gelişmelerle AKP’nin kitleler nezdinde iyice yıpranan imajı, Suriye başta olmak üzere dış politikada üst üste yaptığı hatalar ve giderek şiddetlenen ekonomik krizin boyutları, AKP için çanların çaldığını gösteriyor.
Egemenler yeni bir at değiştirmenin hazırlığı içindeler. Kuşkusuz buna en yakın aday CHP. Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyaretleri ve Cemaat’e yakın duruşu, yeni hükümet namzedi olarak onun hazırlandığını işaret ediyor. Yaklaşan seçimler de buna yasal bir zemin sunuyor. AKP’nin bir darbeyle, hele ki bir kitle hareketi ile devrilmemesi için, elbirliği ile çaba harcıyorlar. Düzen-içi yöntemlerle çözmeye çalışıyorlar. “Kuvvetler ayrılığı” yalanının devam edebilmesi için, AKP’nin yargıyı tamamen kendine bağlama girişimi olan HSYK’daki değişiklikleri durdurdular. Erdoğan’ın AB ziyareti sonrasında bu geri adımı atması, emperyalistlerin kulağını çektiğini gösteriyor.
Diğer yandan Barolar’dan CHP’ye düzen muhalifi tüm kesimler, Cumhurbaşkanı’nı bir “çözüm merci” gibi sunuyorlar. Sanki Abdullah Gül, AKP’li değilmiş, bugüne dek herşeyi birlikte kotarmamışlar gibi! Gül de kimi zaman hükümetten farklı görünmeye çalışarak, sözde “tarafsız” rolünü oynuyor.
Kısacası hükümeti muhalefeti ile hep birlikte “düzenin bekası” için ellerinden geleni yapıyorlar. Kendi deyimleriyle “çivisi çıkmış düzenin çivilerini yeniden çakmak için” üzerlerine düşeni yerine getiriyorlar. Bir kez daha düzen muhalifliğinin sınırlarını ve gerçek rollerini gözler önüne seriyorlar.
* * *
Aralarında ne kadar çelişki-çatışma olursa olsun, egemen kesimlerin işçi ve emekçilere saldırıda birleştikleri tecrübeyle sabittir. Filler tepişirken, ezilen her zaman çimenler olur.
Bu kez de öyle oldu. En ağır fatura yine halka kesiliyor. Krizin faturası, onların sırtına yıkılıyor.
Bakan çocuklarının evlerinde para sayma makineleri, Halk Bankası Müdürü’nün evinde ayakkabı kutusunda milyon dolarlar çıkarken, “asgari ücret” yüzde 6 ile 890 TL olarak belirlendi. Açlık sınırının 2 bine ulaştığı günlerde, milyonlarca kişi bu ücretle geçinmek zorunda. Hiç küçümsenmeyecek bir kesim, günde 1 dolarla geçiniyor.
Aynı günlerde Konya’nın bir ilçesinde penceresi kırık bir evde “Ayaz bebek”, soğuktan öldü. Resmi belgelere göre, 31 milyon kişi, sızdıran çatı, nemli duvar ve çürümüş pencere ile kışı geçiriyor.
Halka reva görünen yaşam bu!
Üstelik işsizlik de sürekli artıyor. TÜİK verilerine göre resmi işsiz sayısı, 3 milyon. Genç nüfustaki işsizlik ise yüzde 20’ye dayanmış durumda. Toplam 11 milyon çalışan sosyal güvenceden yoksun.
Bir kez daha görüyor ki, bu düzenin işçi ve emekçilere verebileceği tek şey işsizlik ve açlık. AKP gitmiş CHP ya da başka bir parti gelmiş, yoksul halk için değişen bir şey yok! Hepsi bu sömürü ve soygun düzeninin devamından yana. Bir de seçim aldatmacasıyla bunları iktidara bizim getirdiğimiz palavrası uyduruluyor!
Hayır! Bu çürümüş düzen bize ait değil! Haziran direnişi ile minyatür bir şekilde ortaya çıkan komünleri, parasız eğitim ve sağlığı, kütüphanesi, forumları ile söz ve karar hakkına sahip olduğumuz kendi düzenimiz için savaşalım!
Enternasyonal marşında söylendiği gibi, “Yıkalım bu köhne düzeni” Kendi iktidarımızı, emeğin iktidarını kuralım!