Şubat güneşi

gundogumu-1-copy

Her insan gibi, kurumların da doğum günleri vardır.

Hele de bu “canlı bir organizma” ise.

Bu ay, ihtilalci komünistlerin kuruluş ayı. Bir nevi doğum günleri….

Hem de iki kez! İlki, 19-21 Şubat’taki İleri Militanlar Toplantısı (İMT)’dir. İkincisi, 15-17 Şubat’taki “yeniden doğuş” olan III. Konferans!

Her iki doğum da oldukça uzun ve sancılı bir dönemin ardından gelir. Her doğum gibi öncesinde büyük acılar yaşatarak ama sonrasında çok daha büyük bir mutluluk ve coşku vererek… Bunun verdiği itilimle en kritik süreçlere damgasını vuran, önemli başarılara imza atan, dostun-düşmanın saygı duyduğu bir yapı çıkmıştır ortaya.

* * *

Kökleri ’68’e dayanan bir yapıdan söz ediyoruz. Önderlerini o hareketli yıllarda, anti-emperyalist mücadele içinde, faşistlerle çatışmalarda, boykot ve işgallerde, grev ve direnişlerde yetiştirmiş bir yapıdan…

O yıllarda küçük bir devrimci gruptur. Fakat yüzünü sınıfa dönmüş, devrimin önderi olarak işçi sınıfını görmüş, sınıf içinde çalışmayı esas almıştır. Faşizme karşı kavgada militan, dövüşkendir. Commer’in arabasının yakılmasından 6. Filo’nun denize dökülmesine kadar, dönemin gençlik eylemlerinin içinde yer alırlar. Osman Yaşar Yoldaşcan, Mehmet Fatih Öktülmüş, İsmail Cüneyt, Sezai Ekinci gibi Türkiye Devrimci Hareketinde mütevazılığı, direnişçiliği, gözüpekliği ile öne çıkmış önderler yetiştirirler.

’71 devrimciliğinde belirgin olan devrimci dayanışmanın en güzel örneklerini sunmuşlardır. O zor günlerde ellerindeki olanakları paylaşırlar tereddütsüzce… 12 Mart işkencehanelerinde yazarlar ilk direniş destanlarını. Mahkemelerde devrimci görüşlerini haykırırlar. Zindanlarda firar girişimlerinde bulunur, hep dışarıyla, sıcak mücadeleyle yaşarlar.

Denizlerle atar yürekleri. Ve içeriden çıktıktan sonra birleşme girişimleri başlar. Fakat bu sağlıksız bir birleşme çabasıdır. Denizlere duygusal yakınlık, ideolojik-siyasal farklılıkları geriye itmiştir başlarda. Fakat sonrasında bu farklılıklar daha fazla açığa çıkacaktır. Bunda, birleşmeye çalıştıkları yapının ’71 sonrası sağcılaşan çizgisi de rol oynar. Sağcı politikalara ve menşevik-legalist örgütlenmeye karşı “devrimci muhalefet”in başını çekerler. ‘77’de ayrılık kaçınılmaz bir hal alır ve kopuş gerçekleşir.

Ne var ki, ’79’a kadar grup yapısından örgüte geçememenin tüm sancıları yaşanacaktır. Hem siyasal hem kitlesel olarak güçlü bir şekilde kopulmuştur; fakat ona uygun bir yapılanma yaratılamayınca, parçalanma ve dağılma süreci kaçınılmazdır.

Her geçen gün biraz daha eridiği, umutların azaldığı bir dönemde, geride kalan bir avuç kararlı komünist, “İleri Militanlar Toplantısı”nda bir araya gelir. Ölüm-kalım toplantısıdır bu. Ya tümden kaybolacak, ya da silkinip ayağa kalkınacaktır. İkincisi olur. “Buradan örgüt çıkacak!” sözü, kolektif iradeye dönüşür. Ve İMT, komünist bir örgütün doğuşunun “kurucu kongresi” olarak geçer tarihe… Takvim yaprakları 19-21 Şubat 1979’u göstermektedir.

* * *

ML bir program ve tüzükle yeni bir sayfa açarlar. Sağlam bir yeraltı örgütü yaratmaktır ilk hedefleri. Tıpkı Lenin’in “Ne Yapmalı”sında söylediği gibi “bana bir örgüt verin, dünyayı yerinden oynatayım” derler. Ve ilk iş olarak bu örgütü oluşturmada “çekül ipi” olacak yeraltı yayın organını çıkarırlar. 12 Eylül yıllarının tek devrimci yayını “Orak-Çekiç”in ilk sayısı, Nisan 1979’da basılır ve kapıaltlarından işçilere, emekçilere ulaştırılır. Ardından teorik yayın organı “İhtilalci Komünist” çıkmaya başlar. Teorik açılımlarıyla devrimci hareketi sarsar, birçok konuda ‘ilk’lere imza atar.

“Küçük ama çelikten bolşevik müfreze”dir o. Kısa sürede belli başlı sanayi şehirlerinde kök salar. Bir yandan resmi-sivil faşistlerin, diğer yandan oportünizmin azgın saldırılarına göğüs gererek, arka arkaya şehitler vererek kavganın ortasında pişer, yetkinleşir. Faşizme karşı mücadeleyi ML bir perspektifle ve militanca yürütürler. Faşist katillerin cezalandırılması, yasadışı kitle gösterileri, karakol baskınları, tutsak yoldaşların kaçırılması, polis/asker kolluk güçleriyle çatışmalar, ihtilalci komünistlerin ilk bir yıl içindeki eylemleridir. Kadrolarını bu çetin kavgada hazırlar, çelikleştirir, yeraltı sanatıyla eğitir, ML teoriyle donatırlar… O yüzden “seçkin kadrolar örgütü” olarak nam salacaktır sonrasında.

12 Eylül’e böyle girerler. 12 Mart deneyimini yaşamış ve ondan doğru sonuçlar çıkarmasını bilmiş önderlere sahip olmanın üstünlüğü vardır. O yüzden “hücum” derler 12 Eylül’ün ilk günlerinde… Saldırı taktiğidir kararları. “Çivi çiviyi söker” demiştir Yoldaşcan. Gerçekten de direniştir tek panzehiri faşist cuntanın. Ne var ki, kısa sürede yalnız kalırlar bu kavgada. Ve ard arda önderlerini, kadrolarını yitirirler çatışmalarda, zindanlarda…

12 Eylül yıllarında gücü oranında belki de en fazla kaybı ihtilalci komünistler verecektir. Fakat işkencede, zindanda, mahkemede direnişin sembolü haline gelmeyi de böyle başaracaklardır. Dişe diş, dövüşe dövüşe yürüyerek…

* * *

12 Eylül yenilgisinden çıkılıp yeniden toparlanmanın yaşandığı ’85 sonrasına ise, iyi bir giriş yapamaz ne yazık ki. Yönetici ve kadrolarının önemli bir kısmı şehit düşmüş, diğerleri de tutsaktır. Fakat aslolarak mücadelenin o dönemki ihtiyaçlarını kavrayıp ona göre konumlanmamakta yaşar sorunu. Sonrasında toparlanmaya gidecek ve ardından gerçekleştireceği II. Konferansı ile büyük bir atılım gerçekleştirecektir.

’90 yılındaki Körfez savaşına karşı geliştirdikleri “Savaşa ve Faşizme Karşı Genel Grev/Genel Direniş” çağrıları, bu yönde yoğun ajitasyon-propaganda ve eylem hattıyla; 12 Eylül’ün 10. yılında yükselttikleri protesto eylemleri ve çatışmalarıyla; gençlik içinde artan nüfuzu ve döneme damgasını vuran Boğaziçi işgali, Bornova yürüyüşü gibi eylemleriyle; işçi sınıfında “Devrimci Sendikal Birlik” örgütlülükleri ve bizzat önderliğini yaptıkları direnişlerle; emekçi memurların sendikalaşma mücadelesine büyük katkılarıyla; sanatsal alanda açılımlarıyla işçi ve emekçiler arasında hızla etkinliğini arttıracak, ülkenin dört bir yanına yayılacaklardır.

12 Eylül yıllarında devrimin yüz akı olmanın, mücadelenin tüm cephelerinde direniş destanları yazmanın prestiji, bu yıllarda meyveye durur. 12 Eylül faşizminin en karanlık günlerinde devrimci inancını korumuş, zulümlerin en katlanılmazına boyun eğmemiş “yekpare mermerler”, yeni kuşağa da kendi özelliklerini vererek, onlarca, yüzlerce kadro yetiştirirler. Bu kadrolarla direnişler, işgaller, yürüyüşler, eylemler örgütlenir; Boğaziçi’ler, Gazi’ler yaratılır. Yunus’lar, Eralp’ler, Nilgün’ler, Zeynep’ler, Hicabi’ler yetişir ve her biri kavganın doruklarında ölümü göğüsler… Sadece basit bir “geleneğin izi”ni sürüş değildir bu. Geleneği ileriye taşıma, kitlelere yaymadır. Remzi’nin teşhir masasına vurduğu tekmede olduğu gibi. Şaban’ın son kurşununa dek çatışıp “Yaşasın Partimiz!” sloganıyla can vermesi gibi…

Şehitlerin kanıyla yazılmıştır bu tarih… İleriye doğru her gelişmede, her kilometre taşında onların büyük özverileri, canları vardır. Ve geride kalanlardan tek istekleri; bu yapıyı daha da büyütmeleri, devrime taşımalarıdır.

Ne var ki, şehitlerin bu vasiyetini unutanlar çıkacaktır. Onlara bağlılıklarını kaybedenler, yüreklerindeki ateşi söndürenler, yapının ulaştığı aşamayı göremeyip gelişimin önüne dikilenler, devrime karşı sorumluluklarını yitirenler olacaktır. Yaklaşık 20 yıllık emeği, binbir zorluk ve meşakkatle katedilen yolu, dökülen ter ve kanı bir çırpıda heba edenler, onun en temel özelliklerini kaybettirmeye başlarlar. Ve gecenin en uzun, günlerin en kısa olduğu o karanlık 21 Aralık 1997 günü, kapkara bir karara imza atarlar. Başlattıkları ideolojik-siyasi-örgütsel tasfiyeyi, fiili tasfiye ile tamamlarlar…

Ama elbette “sabahın bir sahibi vardır.” Ve elbette yaptıklarının hesabını soran çıkacaktır.

* * *

Ayakta kalmayı başaran bir avuç komünist ise, yine bir Şubat ayında “dalgaları karşılayan gemiler gibi/karanlıkları yara yara” bir güneş gibi doğacaktır yeniden bu toprakların üzerinde. “Yeniden doğuş” derler buna. Tasfiyeciliğe karşı devrimci duruşun, bolşevizmin çıkışıdır bu.

İlk doğumdan çok daha sancılı, uzun bir süreç vardır önlerinde. Ama inançlarını, umutlarını hiç yitirmezler. Şehitlerine, tarihlerine dayarlar sırtlarını, yok edilmek istenen geleneklerine. Köklerinden kopmadan, onun özsuyu ile beslenir, yataklarını yavaş yavaş büyüten “yeraltı nehirleri” olurlar. “İhtilalci Komünist” yıllar sonra yeniden yayın hayatına girer. “Kesilmiş bir kol gibi, omuzbaşında hissedilen boşluğu” doldurur. Bildiriler görülür kapıaltlarında; afişler, pankartlar, duvar yazıları süsler, şehrin en merkezi yerlerini. Korsan gösteriler gerçekleşir, kuruluşta, şehitler ayında, 1 Mayıs’larda…

Zindanlarda da yeniden ihtilalci komünizmin direniş çizgisi yükselir. Firar girişimlerinin, barikatların, fiili direnişlerin başını çeker bolşevik tutsaklar. Ve alınlarına taktıkları kırmızı banda asla leke sürmezler, firesiz bitirirler bu maratonu da… Fatih’in öğrencisidir onlar…

Nerede bir direniş varsa, bolşevikler oradadır bütün gücüyle. Beyazıt’ta çatışmalı 8 Martlarda, kuşatmayı yaran Saraçhane 1 Mayısında, İzmit’te SEKAdirenişinde, Ankara’da TEKELçadırında, yasaklı 1 Mayıslarda Taksim çatışmalarında… Ve  İstanbul’dan Antakya’ya, Eskişehir’den Adana’ya tüm ülkeyi saran görkemli Haziran direnişinde…

* * *

İlk olarak ‘79’da yükselen ve bolşeviklerin elinde ’98 Şubat’ında “yeniden doğan” Şubat güneşi, o günden bugüne ihtilalci komünistleri ve ona gönül verenleri ısıtmayı sürdürüyor.

Bu güneş yükseldikçe, etrafı ısıtmaya başladıkça, çamurlar da bir bir dökülüyor. O kapkara günde kapkara karara imza atanlardan geriye ne kaldı? “Yengeç sepeti” misali kaynayıp durdular, birbirlerini yediler, parçalanıp bölündüler. Dost-düşman herkesin saygısını kazanmış, her tuğlasında, her taşında şehitlerin teri ve kanı olan, o sapasağlam yapıyı tasfiyeye girişmenin vebaliydi bu. Tarih bir kez daha göstermiştir ki, komünist bir örgütü tasfiye etmeye kalkanlar, bunun için egemen sınıfların yöntemlerini kullananlar iflah olmazlar!

Teslimiyetçilik ve tasfiyecilik yenilgiye mahkumdur! Zafer er ya da geç direnenlerin, devrimci duruşta ısrar edenlerin olacaktır!

 

Bu ay, ihtilalci komünistlerin kuruluş ayı.

Her Şubat’ta olduğu gibi bu Şubat’ta da kuruluş günlerini kutlayacaklar. Şehitlerini bir kez daha saygıyla anarak, her zaman onur duydukları tarihlerini yeniden irdeleyerek, kavga bayrağını daha da yükseltecekler…

Doğum günün kutlu olsun!

 

 

Köklerimiz toprakta tarihten geliyoruz!

Binlerce yıllık insanlık tarihinden, iki yüzyılı aşkın proletaryanın mücadelesinden, yüzelli yıllık Marksizm-Leninizm’in biliminden süzülerek geliyoruz… Spartaküs’ten Lyon’a, Paris Komünü’nden Ekim Devrimi’ne, yenilgi ve zaferleri kuşanarak geliyoruz… Pir Sultan’dan Şeyh Bedrettin’e, Mustafa Suphi’den Ethem Nejat’a, Denizler’den, Mahirlere, Kaypakkaya’lara, bu toprakların değerlerine sahip çıkarak, onlardan öğrenerek geliyoruz…

Yüzlerce ayrık otu içinde bir tutam kır çiçeği olarak, geleceğe umut taşıyanız…

12 Eylül karanlığını yaran, sokakları, evleri “granitten bir kale” yapan, zindanlarda ışık olup saçan, ölüm oruçlarında bayraklaşanlarız… İşkencehanelerde direniş destanları yazan, mahkemelerde egemenleri yargılayan, mücadelenin her cephesinde “kutup yıldızı” olarak parlayan ve yol göstereniz…

Komünarca silkinip, işgallerden, direnişlere büyüyerek geleniz… Fabrika fabrika grevlerin, sokak sokak çarpışmaların militanlarıyız. Ölmesin diye çocuklar, bombanın üzerine atlayan Yunus’uz! Yoldaşlarına siper olan Eralp’iz, Nilgün’üz! Faşizmin ininde, suratlarına tekme olup çarpan Remzi’yiz! Yoldaşcan’ın “hücum” komutuna uyarak, son mermisine dek çatışan Metin’iz, Şaban’ız! “Bizsiz olmaz bu işler” diyerek Gazi’den Ümraniye’ye kavganın ortasına koşan Zeynep’iz, Hakan’ız! Fatih’in kızıl bandını şerefle taşıyan, “Biz kazanacağız” şiarını kitlelere mal eden, ölüm orucu şehitleri ve gazileriyiz! İsmail Cüneyt’in cüretini kuşanan, kendini sürekli yenileyen ama asla uzlaşmayan, bu büyük davanın insanlarıyız!

12 Eylül tasfiyeciliğine olduğu gibi, “kendi tasfiyecilerimiz”e de bayrak açan, karanlığı yararak ilerleyen ihtilalci komünistleriz… Ateşi ve ihaneti gören, ama hiç tereddüt etmeden motorları maviliklere süren bolşevikleriz… Örgütçü ve militan kimliğimizi yeniden kuşanarak, “yeraltında nehirler” yaratanız…

Savaşa ve faşizme karşı, kavga bayrağını yükseltip, NATO’dan IMF’ye emperyalist kurumlara ülkemizi dar eden, 1 Mayıslar’da alanları zapteden, usta ve önderlerimizi gururla göndere çeken, meydanlara dikeniz…

Ve Haziran direnişinde barikatların başında, sokak savaşlarında, en önde dövüşen, en son çekileniz…

Biz çelikten bolşevik müfrezeyiz!..

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …