Yerel seçimlere sayılı günler kaldı. Ama kaldırımların yenilenmesi ve caddelerde avaz avaz bağırarak dolaşan arabaları olmasa, seçimlerin yaklaştığı anlaşılmayacak. Adaylar da eskisi gibi “çılgın projeler”den, şaşırtan vaatlerden sözetmiyorlar. Üstelik bu bir yerel seçim olduğu halde…
Şu anda asıl ilgi, AKP’nin ve Başbakan’ın yolsuzluklarına çevrilmiş durumda. Neredeyse her gün ortaya çıkan kasetlerle yolsuzluk, rüşvet ve dönen para trafiği öylesine baş döndürüyor ki, kitlelerin adeta nutku tutulmuş vaziyette. Sarfedilen para miktarlarını ise havsalarının alması mümkün değil!
Nasıl olsun ki? Örneğin, yolsuzluk operasyonunun başladığı 17 Aralık sabahı, İçişleri Bakanı Muammer Güler, oğlunu telefonla arıyor ve evde para olup olmadığını soruyor. Oğlu da “üç-beş kuruş var” diyor; Bakan, paranın miktarını sorunca, “1 trilyon” rakamını duyuyoruz dehşet içinde! Aynı sabah Başbakan da oğlu Bilal’i arıyor, hepsi teyakkuza geçmiş vaziyette. Evdeki paraları götürmesini istiyor oğlundan. O da akraba çevresiyle birlikte paraları eritmeye çalışıyor, ama evde hala 30 milyon kaldığını söylüyor! Evdeki toplam paranın 1 milyar dolar olduğu ve bunun 66 kg tuttuğu, arabalarla taşındığı, ayrıca bunların da görüntülendiği haberleri dolaşıyor.
Rahatlıkla telaffuz edilen bu rakamları, bir işçinin, memurun, emeklinin anlayabilmesi mümkün müdür? 30-40 yıl çalıştıkları halde bu miktarların yüzde birini bile birarada göremeyen milyonlarca emekçi var. Ama daha yaşı 30 civarında olan ve bugüne dek doğru düzgün bir işte çalışmayan Bakan-Başbakan çocukları trilyonlarla oynuyor!
Halkın vergileriyle dolan devletin kasası, bir avuç sömürücü zorba tarafından böylesine soyulurken, asgari ücretliye bir simit parası zammı bile çok görülüyor. Hatırlanacaktır; Çalışma Bakanı Faruk Çelik, geçtiğimiz aylarda 800 TL olan asgari ücret için, “az para değil, geçinilir” demişti. Onların dilinde asgari ücret, şimdiki haliyle 840 TL “çok para”, 1 trilyon ise “üç-beş kuruş”!
Ortalıkta bu rakamlar uçuşurken, bir baba ölen oğlunu sırtındaki torbada taşıyor. Hala kış aylarında köy yolları karla kapanıyor ve hastalar ölüme terk ediliyor. Askeri helikopterler, Roboski’de köylüleri bombalamak için kalkıyor da, hasta çocuklar için kalkamıyor… Ve yolsuzluk, rüşvet, rant üçgeninde milyonlarca lira dolaşırken, işçi ve emekçiler, onların çocukları, hastane kapılarında ölüyorlar. Kimisi küçük Muharrem gibi hastaneye bile ulaşamadan…
* * *
Son gelişmeler, bunun gibi birçok çarpıklığı, tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Bunlardan biri de “hukuk”tur. Burjuva hukukun, devleti elinde tutan sömürücü sınıfların hukuku olduğu, en sıradan insanın bile görebileceği kadar açık ve nettir. Evinde ayakkabı kutularıyla paralar çıkan Halk Bankası Müdürü, ardından Bakan çocukları, altın kaçakçısı Rıza Zarrab, kısacası yolsuzluktan tutulan herkes tahliye edildiler. Baklava çalan çocuğu hapiste yatıran bu devlet, trilyonları götüren kişileri, iki ay içinde serbest bıraktı.
Bilal Erdoğan, savcılık tarafından çağrılmasına rağmen günlerce gitmedi. Önce savcı değiştirildi, yeni bir savcı atandı, yani iş garantiye alındı; sonra göstermelik ifade işlemi yerine getirildi. Ardından Erdoğan ve oğlu arasındaki telefon konuşmaları ortaya çıkınca, Başbakan “montaj” dedi. Bu iddiayı kanıtlaması gereken TÜBİTAK ise, önce “paralel” dedikleri unsurlardan temizlendi. Şimdi artık kasetleri gönderip “montaj” belgesini alabilirler!
Aynı durum Adli Tıp Kurumu için de geçerlidir. Ölümcül durumdaki hasta tutsaklara “sağlam” raporu veren bu kurum, Kabataş’ta saldırıya uğradığını söyleyen AKP’li kadına, bacağındaki birkaç morluğa bakarak, kapı gibi rapor döşeyebilmiştir. Bu arada direniş boyunca ağır şekilde yaralanan, katledilen insanlarımızın failleri saklanıyor, mahkemeleri başka illere taşınıyor, ailelerine ve onlara sahip çıkanlara saldırılar sürüyor.
Kısacası taşları bağlayıp köpekleri üzerimize salıyorlar. İnternet yasağından, yeni MİT yasasına, polise verilen yetkilere kadar böyle… MİT’e adam kaçırma, işkence yapma, hapishanede sorgulama vb. en geniş yetkiler tanınıyor mesela. Daha doğrusu, zaten yaptıkları bu fiileri, yasal hale getiriyorlar. Bir de eskaza bir MİT mensubu yakalanırsa, savcının derhal MİT’i araması ve o kişiyi MİT’e teslim etmesi gerekiyor. Son aylarda ortaya çıkan TIR’larda olduğu gibi, başlarını ağrıtacak yeni bir gelişmenin önünü alıyorlar böylece. MİT’i her tür denetimden ve yargılamadan muaf tutuyorlar. Zaten MİT’in TIR’larına arama emri veren savcıyı da görevden aldılar, bundan sonra yeltenecek olanlara gözdağı verdiler. Diğer yandan, İstanbul ve Ankara’da polise sınırsız arama yetkisi vererek, halkın üzerinde baskı ve terörü arttırıyorlar.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar, artık iyice açığa çıkan yüzlerini örtemeyecekler ve halkın öfkesinden kurtulamayacaklar! Bu durumun farkında olan burjuvazi, AKP’nin bir halk hareketi ile yıkılmasını önlemek için sandığı devreye sokuyor. Başta CHP olmak üzere diğer düzen partilerini hükümete hazırlıyor. Kitleler bir kez daha seçim aldatmacasıyla kandırılmaya çalışılıyor.
Oysa “Alo Fatih” hattında da görüldüğü gibi, seçim sonuçlarıyla istedikleri gibi oynuyorlar. Kamuoyu araştırma şirketleri, medyası, tüm araçlarıyla sonuçları belirliyebiliyorlar. Bu gerçek bir yana, şu ya da bu hükümetin el değiştirmesi ile, işçi ve emekçilerin yaşamında hiçbir değişiklik olmadığı tecrübeyle sabittir. Yıllardır hükümetler kuruluyor, yıkılıyor; biri inip biri çıkıyor, ama kaybeden hep halk oluyor. Sandıkla bir şeyin değişmediğini ve değişmeyeceğini, kendi deneyimlerimizle gördük, yaşadık. Artık kendimizi kandırmaktan ve bu oyunun bir parçası olmaktan kurtulalım!
Çözüm sandıkta değil, sokakta! Kendi kaderimizi kendimiz belirleyelim! Yeni Haziran’lara daha örgütlü bir şekilde hazırlanalım! Devrim ve sosyalizm hedefiyle mücadeleyi yükseltelim!