Seçim sonuçları belli oldu. Ve AKP bir kez daha sandıktan birinci çıktı. Seçimlerde bir şeylerin değişeceğini umanları yine hüsrana uğratarak…
Aylardır Türkiye seçimlere kilitlenmişti. Yolsuzlukların, hırsızlıkların, artan baskı ve şiddetin hesabının sandıkta görüleceği, herkesin mutlaka oy kullanması gerektiği öylesine propaganda edildi ki, kitleler bu seçimde birçok şeyin değiştirileceğine inandırıldı. Ve yüzde 90’lara varan bir oranla, en yüksek katılımlı bir seçim gerçekleşti. Peki değişen ne oldu? Hiçbir şey!
Çünkü bu sistemde seçimler, kitlelerin duygu ve düşüncelerini, istek ve taleplerini ortaya çıkaran ve ona göre yönetim şeklini belirleyen bir araç değil; aksine her ne olursa olsun burjuva iktidarını ayakta tutan ve kitleleri sisteme bağlayan bir mekanizma olarak çalışmaktadır. Seçim sisteminden, adayların belirlenişine, oy pusulalarının hazırlanışından sayımına kadar her şey buna göre ayarlanmıştır. Her aşaması anti-demokratiktir ve her türlü hileye açıktır.
İşte bu seçimlerde de 40 ilden fazla yerde elektrik kesildi, sahte oy pusulaları bulundu, çöpe atılmış oy torbaları görüldü vb… Bu konuda 1500’den fazla tutanak tutulduğu söyleniyor. Keza seçim öncesi yine olmayan adreslerde binlerce sahte seçmen çıktı, önceden mühürlenmiş oy pusulalarıyla sandığa gelenler saptandı.
Saptandı da ne oldu? En fazla tutanak tutulup itirazlar yapıldı. Dostlar alış-verişte görsün misali, sonucu değiştirmeyecek yasal yollara başvuruldu. Ve hala “oy namustur”, “demokrasinin simgesi sandıktır” yalanları söylenip duruluyor…
Tek başına bunlar bile, bir seçimin meşruluğunu, geçerliliğini ortadan kaldırmaya yeterlidir. Buna rağmen “seçmen iradesi” denilerek kutsanmakta, “gelecek seçimler” için umut tazelenmeye çalışılmaktadır.
Tüm düzen partileri, burjuva aydınlar, gazeteciler, kitlelerin hayal kırıklığını ve sandığa karşı artan güvensizliğini giderme telaşındalar. En büyük korkuları, kitlelerin haklarını sokakta aramaya başlamasıdır. O yüzden ne seçim takvimleri bitiyor, ne umut tacirlikleri… Ve sanki AKP kaybedince, her şey güllük-gülistanlık olacakmış gibi bir yanılsama yaratıyorlar.
Yıllardır süren seçim oyunundan biliyoruz ki, hangi parti kazanırsa kazansın, kaybeden hep işçi ve emekçiler oluyor. Ve ne zaman kitleler, meydanları doldurup hak ve özgürlükler kavgasını yükseltiyorlar, ancak o zaman egemenleri korkutup haklarını söke söke alabiliyorlar.
Son seçimlerde her adayın, “yeşil alan” ve “park” sözü vermesi, “her şeyi kitlelerle belirleyeceğiz” demesi, Haziran korkusu değil midir? Şimdi “önümüzdeki seçimlere bakalım” diyerek, kitleleri evlere hapsetme çabası, yeni ayaklanmaları durdurma telaşı değilse nedir?
Seçimlerin bize bir kez daha gösterdiği şey, kendi gücümüze güvenmemizdir. Seçimlerle, düzen partileriyle, ne yapılanların hesabı sorulur, ne de varolan sorunlarımız çözülür! Aksine onlara yenileri eklenir ve daha katmerli bir sömürü, baskı rejimi devam eder.
* * *
Bunun işaretleri şimdiden görülmeye başladı bile. Hükümet, artan dış borçları ve boşalan hazineyi, işçi ve emekçilerin sırtından çıkarmaya hazırlanıyor. Bir süredir kendini hissettiren ekonomik kriz, daha da derinleşmektedir. Resmi rakamlar bile işsizliğin arttığını söylüyor. İşsizlikle birlikte, başta gıda olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinde görülen zamlar daha da artacaktır.
Seçim sonrasında bizi bekleyen bir diğer tehlike, Suriye ile savaşın tırmandırılmasıdır. Ortaya çıkan tapelerde görüldü ki, “Süleyman Şah Türbesi”ne yönelik bir saldırı tezgahlanarak Suriye’ye girmenin planları yapılıyor. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, “dört adam gönderirim, sekiz füze attırırım” diyerek, Türkiye’yi savaşa sokmak için ne tür provokasyonlar hazırladıklarını anlatıyor. İçteki toplumsal muhalefeti, dışa karşı savaşla bastırma, yıpranan Erdoğan imajını, “savaş kahramanı” payesiyle yenileme çabası içindeler.
Fakat seçimlerden AKP’nin galip çıkması, devletin içine düştüğü yönetim krizini ortadan kaldırmadı. Klikler arası çelişkiler tüm şiddetiyle sürüyor. Ne yolsuzluk-hırsızlık davaları ve tapeler bitecek, ne de cadı avları, operasyonlar…
Ama daha önemlisi, bir yandan ekonomik kriz, bir yandan artan savaş tehlikesi ile, daha zorlu bir döneme girilmesidir. Kitleler, hakları için sokağa dökülmeyi, mücadele etmeyi öğrendi. Fakat halen büyük bir örgütsüzlük içinde. Ve egemenlerin bu kadar pervasız saldırısı, buna dayanıyor.
* * *
Hem hırsız, hem de katil olduğu tescillenmiş bir hükümetin, sandıktan bir kez daha çıkmış olmasının kıymeti harbiyesi yoktur. Haziran ayaklanmasından Berkin’in cenazesine, milyonlarca insan sokaklara çıktı ve “katil devlet” diye haykırdı.
Önümüz 1 Mayıs! İşçi ve emekçiler olarak gücümüzü ortaya koyacağımız gün!.. Şimdiden 1 Mayıs hazırlıklarına başlamalı ve her biçimde örgütlenmeliyiz.
Son seçimlerde bir kez daha görüldüğü gibi sandığın çözüm olmadığını; özgürlük, bağımsızlık ve demokrasiye ulaşmanın tek yolunun devrim olduğunu en geniş kesimlere yaymalıyız.
Örgütsüz bir halk yenilmeye mahkumdur! Devrim için durmaksızın örgütlenmeli, örgütlemeliyiz! Krizi, savaşı ve daha da artacak olan sömürü ve zulmü durdurmanın tek yolu budur.