Çöplerde çıkan oy torbaları… 40’tan fazla ilde saatler süren elektrik kesintisi… Enerji Bakanı’nın 40 ildeki kesintiyi “kedidir kedi” diyerek açıklamaya çalışması… Binlerce sandık usülsüzlüğü tutanağı… CHP’nin oy deposu ilçelerde, son hafta içinde seçmen listelerinden düşürülen binlerce seçmen… Seçimden bir gün önce Erdoğan’ın konuşma metninin “Cuma Hutbesi” adıyla camilerde okunması… İçişleri Bakanı’nın, gece ve sabaha karşı ilçe seçim kurullarına giderek sayıma doğrudan müdahale ettiğinin görülmesi… Seçim günü, iki haber ajansının verdiği rakamlar arasındaki uçurum…
Ve bu koşullarda yapılan bir seçimin galibi olarak çıkan AKP!
Geçtiğimiz seçimlerde, CHP milletvekili Atilla Kart, ülke genelinde 12 milyon “ölü” seçmenin kayıtlara eklendiğini tespit etmiş ve duyurmuştu. (Resmi seçmen sayısı 50 milyon civarındayken, 12 milyon sahte oy, zaten başta yüzde 24’lük bir fark yaratıyor.) Boş arsalara, boş evlere, 2-3 kişinin yaşadığı evlere, onlarca “ölü” seçmen kaydı yapılmıştı. Ve seçim günü, AKP’liler otobüslerle sandıktan sandığa taşınmış; herbirinin eline tutuşturulmuş çok sayıdaki kimliğe göre, pekçok sandıkta mükerrer oy kullanmışlardı. Üstelik “parmak boyası” uygulaması da kaldırıldığı için, bir kişinin, farklı sandıklarda onlarca kez oy kullanmasının önünde bir engel de kalmamıştı. Keza, seçim sonrasında kritik noktalarda elektrik kesintileri yaşanmış, oyların değiştirildiği yönünde pekçok veri ortaya çıkmıştı.
Bu seçimlerde de, seçimin galibi resmi kayıtlara göre AKP olarak görülüyor; ama özellikle büyükşehirlerde ve tartışmalı noktalarda, gerçekte seçimin galibi seçim yolsuzlukları oldu. Herzamankinden daha fazla ve daha gelişkin biçimde seçim hilesi, mükerrer oy ve yolsuzluk gerçekleştirildi. En önemlisi, seçmen listelerinde “adres” bölümü ortadan kaldırıldı; sahte adreslere sahte seçmen kaydı yapıldığının farkedilmesi engellendi. Bu yolsuzluklara, Suriye’den gelen ve oy kullanma hakkı verilen 1 milyondan fazla mülteci de eklendi.
AKP’nin “ustalık” dönemindeki en büyük ustalığının, seçim yolsuzluğu olduğu çok net biçimde görüldü.
Ankara direniyor
Seçim günü yaşanan herşey, AKP’nin seçim hilelerinin ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor. Sayım başladığı andan itibaren, bu hileler ayyuka çıktı. Genel olarak seçim günü akşam saat 9-10 civarında sonuçlar netleşmiş olurken, bu defa sonuçlar bir türlü netleşmedi. Üstelik sonuçlar açıklanmaya başladığında ortaya çıkan tablo, gecenin ilerleyen saatlerinde sürekli değişti; sabaha karşı, ilk görüntüden bambaşka bir tablo ortaya çıktı.
Hiçbir il ve ilçedeki seçim sonuçlarının doğru olmadığı, CHP’nin kazandığı yerlerde bile AKP’nin çok büyük yolsuzlukları olduğu tartışmasız biçimde, tarafsız bakan herkesin görebileceği kadar açıkça ortadaydı.
İşaret fişeği Ankara’da ateşlendi. Bazı ilçelerde kitlelerin seçim yolsuzluğuna tepki göstermesi üzerine, CHP adayı MHP’li Mansur Yavaş, seçim sonuçlarına itiraz etti. Ve Ankara ayağa kalktı. Arkasından, dergimiz yayına hazırlandığı sırada, pekçok il ve ilçede seçimlere itiraz haberleri yağmaya başladı.
Bu seçimlerin, kitle hareketinin dinamikleri açısından çok büyük önem taşıdığını çeşitli biçimlerde ifade etmiştik. Haziran Ayaklanması sırasında kitleler devlete olan tepkilerini ortaya koymuşlar, ancak eylemin başlangıç sloganı olan “Hükümet İstifa”, reformistlerin ve burjuva aydınların etkisiyle geriye düşmüştü.
Haziran Ayaklanması, somut-görünür kazanımları son derece sınırlı biçimde bitti; ancak geride çok büyük bir öfke ve kendi gücüne güven duygusu ile birlikte, devlete karşı mücadele tecrübesi bıraktı.
17 Aralık yolsuzluk operasyonu, AKP hükümetine karşı olan öfkeyi yeniden biledi. Ancak bu defa, düzen partileri “kararınızı sandıkta verin” sözüyle kitleleri düzene bağlamaya, seçimler üzeriden umut dağıtmaya başladılar. Bu beklenti, yolsuzluklara karşı güçlü eylemliliklerin ortaya çıkmasını engelledi. Kitleler, “hangi adayı istediklerini” değil, “hangi adayı istemediklerini”; daha açık bir deyişle, “AKP’yi istemediklerini” belirtmek amacıyla sandığa gittiler. “AKP gitsin de kim gelirse gelsin” düşüncesi baskın hale geldi. Öyle ki, CHP’nin MHP’li, AKP’li adayları göstermesi bile, daha mazur görüldü. Özellike İstanbul ve Ankara’yı AKP’den almak, en büyük beklentiydi.
Fakat seçim sonuçları, bu beklentiye uygun olmadı. AKP, yüzde 45’ler gibi büyük bir oy oranıyla açık ara önde çıkmıştı. Dahası, İstanbul ve Ankara yine AKP’de kalmıştı. Üstelik Erdoğan zafer ilanı için “balkon”a çıktığında, “Bilal oğlan”dan Egemen Bağış’a kadar, adı yolsuzluk skandallarına karışmış isimler yanındaydı. Yani Erdoğan, seçim sonuçları ile yolsuzlukları da akladığını ilan ediyordu.
AKP gerçekten önemli büyükşehirleri kaybetseyi, kitleler belli düzeyde bir zafer kutlamasının arkasından, kendi yaşamlarına dönebilirlerdi. Ancak öyle olmadı. Seçim hilelerinin bugüne kadar rastlanmadık düzeydeki boyutu, yeni bir öfke dalgası yükseltti.
Başlangıçta hem burjuva aydınlar, hem de militan bir kitle hareketinden korkan CHP, “ne yapalım, bu seçmen AKP’ye oy veriyor” diyerek, hemen cumhurbaşkanlığı seçimlerini tartışmaya başladılar. Fakat Ankara’da kitlenin kendiliğinden tepkisi, önce CHP’nin adayı Mansur Yavaş’ı harekete geçmek zorunda bıraktı; onun harekete geçmesi, daha fazla kitlenin bu işe sarılmasına neden oldu, sonuçta Ankara sokağa döküldü.
Aslında bu yolu açan, Antakya olmuştu. Antakya’nın Alevi kitlesi, Sadullah Ergin’in kazanmaması, kazandığı koşulda Alevi katliamı gerçekleştireceği beklentisine öylesine kitlenmişti ki, daha seçim akşamında, sayımın başlamasının hemen ardından sonuçların Sadullah Ergin’in lehine döndüğü anda, kitleler sokaklara döküldü. Suriye savaşı başladığından bu yana, yaşananların etkisiyle militan bir mücadele hattına sahip olan Antakya halkının bu eylemli tepkisinin daha da büyümesinden korkan devlet, hemen sonuçları değiştirdi ve Antakya’da, küçük bir oy farkıyla da olsa CHP kazandı.
Bu örnek, Melih Gökçek’ten kurtulmak konusunda büyük bir istek ve kararlılık taşıyan bütün Ankaralılar’ın da yolunu açtı.
İstanbul ise bu konuda geride kaldı. Bunda asıl unsur, cemaate yakınlığı ile bilinen Sarıgül’ün geriye çeken tutumuydu. Cemaatçiler, seçimleri AKP’nin kazandığının açıklandığı anda sinerek geriye çekilmiş, Sarıgül de buna uygun davranmıştı. Kitleler ise, belediye başkanına karşı Ankara’dakine benzer çok özel bir öfke taşımamanın, direnişe önderlik edecek bir gücün, direnişi ateşleyecek bir unsurun olmamasının etkisiyle, çok fazla harekete geçemediler.
Buna rağmen, AKP’nin kazandığı pekçok il ve ilçede itirazlar yapıldı. Her itiraz, bölgenin kitlesini harekete geçirdi. Bu hareket, devletin öngöremediği bir dalgaya dönüşme potansiyelini taşıyor.
CHP’nin yetersizliği
CHP elbette ki bir düzen partisidir. Hem de, seçimlerden önce ABD’ye gidip icazet ve taktik alacak, cemaatin verdiği isimleri aday gösterecek, salt biraz fazla oy almak için “solcu” görüntüsünü bile terkederek faşist sembollere sarılacak kadar açık bir düzen partisi.
Ancak CHP’nin kitle tabanında, belli düzeyde ulusalcı-laik kesimler olsa da, asıl yekunu demok-rat-emekçi bir kitle oluşturmaktadır. Bu kitle Haziran direnişine de katılan ve AKP’ye karşı çatışan bir kitledir. Direnişin ardından, bu seçimlerde “AKP’yi yenme” duygusu doruk noktasına çıkmıştı. Ve AKP’yi gönderecek en güçlü aday olarak CHP görünüyordu. Bu duyguyla, gerçekte CHP’yi eleştiren pekçok kesim, CHP’ye oy verdi. Devrimci önderlikten yoksun olduğu için sisteme değil, sadece AKP’ye yönelen öfke, muhalif ve demokrat geniş kitlelerin, CHP’nin arkasında toplanmasına neden oldu.
Ancak CHP, kitlelerin bu güvenine ve talebine hazır olmadığını her biçimde gösterdi. En başta, seçilen adaylar, bunun göstergesi oldu. Dahası, Kılıçdaroğlu’nun Ankara’daki seçim çalışmasında MHP’lilerin karşısında faşist bir sembol olan kurt işaretini yapması, belkemiksizliğin en çarpıcı örneklerinden biri olarak siyaset tarihine geçti.
Bugün, İstanbul başta olmak üzere, seçim sonuçlarını değiştirmek için özel bir çabaya girişmemiş olması, CHP’nin fazla öne çıkmama tutumuyla bağlantılıdır. Sonuçta, cemaate ve MHP’ye dayanarak bir güç toplamaya çalışırken, kitlelerin eylemli gücü CHP’yi korkutmaktadır. Tıpkı Haziran günlerinde olduğu gibi, CHP, kitlelerin eylemi militanlaştığında, yangınsöndürücü rolünü oynamaya başlamıştır. CHP, tüm düzen partileri gibi, kitlelerin eylemle hak almasını, sokakta zafer kazanmasını istememekte, bundan ürkmektedir.
BDP kazandı HDP kaybetti
Selahattin Demirtaş’ın, seçimlerden hemen sonra yaptığı basın toplantısında, “AKP’nin kendilerine destek de köstek de olmadığını” söylemesi, seçim şaibelerinin bu kadar ayyuka çıktığı bir süreçte, en hafif deyimle talihsiz bir açıklamaydı. Genel olarak AKP’nin zorda kaldığı zamanlarda, AKP’yi destekleyen tek güç olarak her kesimin eleştirisini alan BDP, bu sözlerle AKP’ye bir destek daha vermiş oldu.
Diğer taraftan, BDP seçimleri “demokratik özerklik konusunda bir referandum” olarak ilan etmişti ve bu sonuçlarla bir anlamda “Kürdistan haritası”nı çizebileceklerini düşünmüştü. Seçim sonuçları ise, belli bir artışı barındırmakla birlikte, bekledikleri kadar parlak olmadı.
Selahattin Demirtaş, 26 Mart tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan röportajında, hedeflerini “BDP ve HDP oy toplamının Türkiye genelinde yüzde 10’u bulacağı; şu anda 98 olan BDP’li belediyelerin sayısının 150’ye çıkacağını; 4 büyükşehir kazanacaklarını; kendilerinde olmayan Kars, Erzurum, Ağrı, Muş, Bitlis, Bingöl, Mardin, Urfa gibi belediyeleri alacaklarını” ifade ediyordu.
Bu hedeflerden bazılarını elde etmiş durumdalar. Mesela Bitlis, Mardin ve Ağrı’da seçimleri BDP’nin kazanmış olması önemlidir. Keza Urfa gibi daha önce olmadıkları bir ilde, oylarının yüzde 30’a tırmanması da, buradaki çalışmanın etkili olduğunu gösteriyor. Diğer taraftan, “oy deposu” ve “kale” niteliği taşıyan Diyarbakır ve Hakkari gibi bazı illerde ciddi oy kayıplarının ortaya çıkması, birçok ilde Hüdapar’ın belirgin bir oy alması, AKP’nin özellikle Diyarbakır’da oyunu önemli düzeyde artırması üzerinde durmayı hak etmektedir.
Diğer taraftan, büyük umutlarla seçim öncesine yetiştirilen HDP, Kürt hareketinin umut ettiği gibi BDP’yi güçlendiren bir etki yaratmamış, tersten zayıf karnına dönüşmüştür. Özellikle İstanbul’daki adaylar üzerinden bir oy patlaması yapılacağı hesap edilmişti. Devrimci-demokrat çevrelerden çok geniş bir kesim HDP çatısında birleştirilmiş, Kürt hareketinin çekim alanına giren bu kesimlerin çalışmasının BDP’yi güçlendireceği hesap edilmişti. Oysa İstanbul’da, BDP’nin standart oyunun üzerine çıkılamadı; bu da büyük bir hayalkırıklığı yarattı.
Bugüne kadar BDP’nin Kürt illerinde “belediyecilik” adına çok somut icraatlar gerçekleştiremediği biliniyordu. Onun asıl gücünü, bugün Rojava’da yükselen mücadele ve bu mücadelenin ülkeye yansıması oluşturuyor. Savaş ortamının yarattığı dinamiklere bağlı olarak Kürt hareketi büyümeye devam ediyor.
Bu yanıyla, Kürt illerinde kapsamlı bir “belediyecilik” yapmaya fazla ihtiyaç da duymuyor. “Kürt olmak” ortak paydası ve “anadil kullanımı”, “kadın hakları” gibi bazı ulusal-siyasal taleplerin ifadesi, bölgede BDP’nin güçlenmesini sağlamaya yetiyordu. Bu konuda BDP’ye dönük bütün eleştirilere rağmen, HDP aynı politikaları batıya taşımaya, bu politikalar üzerinden ilerlemeye çalıştı ve hezimet kaçınılmaz oldu. Özellikle İstanbul’da, CHP ile çatışmalı bir tutum ve CHP’ye oy verecek kitleleri küçümseyen-dışlayan bir üslup, HDP’nin seçim çalışmasını dinamitleyen, “ortada” duran kesimleri CHP lehine kemikleştiren bir etki yarattı.
BDP, ulusal taleplere odaklı kendi duruşunu sürdürmektedir. Kürt halkının mücadele gücüyle kazanımlarını büyütecek olanaklara da sahiptir. Ancak siyasal duruşunu BDP’nin politik hattına eklemleyen HDP, yaşadığı seçim yenilgisinin ardından, önemli tartışmalara gebedir.
* * *
Eğer seçim sonuçları üzerinden başlayan eylemler sürerse, yeni bir halk hareketine dönüşebilir. Berkin’in cenazesinde sokaklara dökülen milyonlar, Haziran ruhunun sürdüğünü gösterdiler. Kitlelerin öfkesi dinmiş değil, aksine her gelişme ile daha da bileniyor ve daha büyük bir tepkiye dönüşüyor.
Bu seçimlerden de AKP’nin çeşitli dalaverelerle galip çıkması, seçimlere umut bağlayan kitlelerde hayal kırıklığına ve tepkilere yol açtı. Ve bu tepki sokaklara taştı.
Kitleler kazanımlarını sadece ve sadece eylemli güçleriyle elde edebileceklerini gördüler. AKP’yi sandıkta yenmenin mümkün olmadığını bu seçimlerde kesin biçimde anladılar. Bir kez daha haklarını aramak için sokağa çıktılar. Bu seçimlerin en önemli kazanımı bu olmuştur.
Ne yazık ki, hareket, devrimci bir önderliğe sahip olamamanın handikapını taşımaktadır. Devrimcilerin çıkarması gereken en önemli sonuç da budur.