1 Mayıs direniş demektir!

1-mayis-barikat

1 Mayıs’a yaklaşırken, heyecanımız ve coşkumuz giderek artmıştı. Bu yılki 1 Mayıs hem devlet açısından, hem bizim açımızdan çok çetin geçecekti. Geçtiğimiz 1 Mayıs’ın ardından Haziran isyanı patlamış, kitleler günlerce Taksim Meydanı’nı zaptetmişti ve paylaşmanın, dayanışmanın, korkuları yenmenin tüm güzelliği yaşanmıştı. Her çatışmada, her direnişte bir kez daha korkuların nasıl yıkıldığını, kitlelerin ne kadar da engin bir deniz olduğunu görmüş olduk.

Asırlar öncesinden başlayan egemenlerin savaş davetini, sömürülenler ve onların öncüleri çoktan kabul etmişti. Bu savaşa büyük bir heyecan ve coşkuyla; ölümler, yaralanmalar pahasına, ama ille de sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyaya kavuşma özlemiyle katıldılar. Biz de 1 Mayıs’lara bu bilinçle hazırlandık. Günler öncesinden faaliyetlere başladık. Afişler, stickırlar, dergi dağıtımları, ev ziyaretleri vb…

Bazen aynı cümleleri defalarca kullanmak anlamı değersizleştiriyormuş gibi görünebilir. Oysa “1 Mayıs kavga günüdür” sözü, hiçbir zaman anlamını yitirmiyor. Onun içindir ki, devletin yıllarca yasaklama çabalarına rağmen Taksim’i almadaki ısrar ve kararlılık sürüyor.

AKP hükümeti Taksim’i vermek zorunda kaldıktan sonra “biz verdik” demagojisi yapmıştı. O “lütufkar” hükümet, şimdi “size Yenikapı’yı, Maltepe’yi bahşediyorum” diyor! Onlar ne kadar bahaneler üretmeye çalışırsa çalışsın, biz onların korkularının sistemlerinin yıkılması olduğunu biliyoruz. Milyonların hep bir ağızdan devrim, sosyalizm sloganlarını haykırması, sistemi tehdit etmesidir asıl mesele. Burjuvazinin bir temsilcisi olan AKP hükümeti de, işte bu sınıf bilinci ve kiniyle hareket ediyor. Yeni Haziranlar olmasın diye alıyorlar tüm güvenlik önlemlerini. Zaten 1 Mayıs’tan birkaç gün önce Başbakan’ın danışmanlarından biri, “başbakanın korkusu yeni bir Haziran” diye açıkça söylemişti.

1 Mayıs’ı kendi it dalaşlarına alet etmeyi de ihmal etmediler. “Fethullahçı polisler gaz sıkmayacak” dediler mesela. Oysa klikler arası kavga ne kadar şiddetli olursa olsun, işçi ve emekçilere düşmanlıkta birleştiklerini çok iyi biliyoruz. Bunu bir kez daha gördük, yaşadık… Türkiye’nin her tarafından polisler, yeni yapım tomalar, akrepler, envai çeşit plastik mermiler ve gaz bombalarıyla doldurdukları cephanelerle saldırı hazırlıklarını yaptılar ve yine vahşice saldırdılar.

Bir yandan da ihanetçileri devreye soktular ve 1 Mayıs’ı bölmeye çalıştılar. Kadıköy’e yasak diyen Başbakan, sırf Taksim iradesi kırılsın diye o alanı açtı Türk-İş’in ağalarına.

* * *

1 Mayıs sabahı erkenden kalkıyorum ve yola çıkıyorum. “Bugün nasıl geçecek acaba” sorusu aklımdan hiç çıkmıyor. Kesin olarak bildiğim; yoldaşlarım, devrimciler can pahasına çatışacaklar ve Taksim’i zorlayacaklar. Haziran isyanından sonra kitleler korku duvarlarını deldiler ya, onlar önümüze çelik duvarlar da dikseler yürüyeceğiz üzerine… Çeşitli taktikler düşünüyorum, polis çemberini nasıl yarabiliriz diye. Zaten yoldaşlarla son günlerde sürekli 1 Mayıs üzerine konuşuyoruz. Bu yıl kuşatmanın ve ablukanın daha geniş olacağı açık, buluşma noktalarının tutulmuş olma ihtimali de yüksek. Caddeler ve sokaklar bariyerlerle kaplı, başlarında onlarca sivil-resmi polis bekliyor. Ama mutlaka buluşma noktasına ulaşmalıyım.

Yoldaştan telefon geliyor, ilk buluşma yerinin tutulmuş olduğunu, ikinci yere gelmemi söylüyor. Onlar daha ikinci yere varamadan polis saldırısı başlamış. Bunları önceden öngörüp kararlar almıştık. Bu 1 Mayıs’ta kaç kişi bir araya gelebilirsek, ordumuz orada kurulacak ve çatışmaya o noktadan başlayacağız. Kararımız böyle!

Neyse ki kısa bir süre sonra diğer yoldaşlarla buluşmayı başardık ve artık savaş meydanına doğru yola çıkıyoruz. Yolda diğer devrimci gruplara rastlıyoruz. Her biri kendi yoldaşlarıyla buluşabilmenin ve eyleme başlamanın telaşı içinde. Biz de Bomonti’ye inip flamayı açıyoruz ve sloganları patlatıyoruz. “Yaşasın 1 Mayıs”, “1 Mayıs kızıldır kızıl kalacak!”, “Katil devlet hesap verecek!”

Ara sokaklardan Ergenekon’a ulaşabilirsek, DİSK’in oraya gidebileceğiz. Ergenekon’dan polis barikatının zorlanmasına karar veriyoruz. Pankartımızı açıyoruz ve  sloganlarımızı haykırıyoruz. Barikata 20 metre kala TOMA ve akrep hareketleniyor, gaz bombaları yağmaya başlıyor. Bizde de sapancılar harekete geçiyor ve bilyeleri yağdırıyorlar. Bu sırada halkın ilgisi de yoğun. Bizim bulunduğumuz yere doğru gelenler, nerelerde TOMA, akrep var, onları söylüyorlar, yönlendiriyorlar. Bir müddet sonra bir sokağın açık olduğunu öğrenip oradan DİSK’in önüne çıkıyoruz.

Burada binlerce kişi var ve yoldaşlarımızı da görüp kucaklaşıyoruz. İlk iş, diğer pankartı tellere asmak. Birazdan yürüyüş de başlayacağı için acele ediyoruz.

* * *

Flamalarla kortejde yerimizi aldık. Beş metre ilerimizde polis barikatı. Görüşmelerin yapıldığını görüyoruz. Bu formalite aslında. Biraz sonra saldırı başlayacak. Geçen yıl da böyle olmuştu. Birkaç dakika sonra TOMA’lar hareketleniyor ve gaz bombaları patlıyor. Yavaş yavaş geriye çekiliyoruz, arkamız yoğun bir gaz bulutu… TOMA’lar sürekli su sıkıyor. Her şeyimiz sırılsıklam…

DİSK’in sokağına geldiğimde bir patlama sesi ve elimin acıdığını hissediyorum. TOMA’dan sıkılan su THY bürosunun camlarını parçalamış ve benim de elime o camlar gelmiş. Gözümüzü ve yüzümüzü yarma ihtimali de vardı. DİSK’in önüne çok yoğun gaz bombası atılıyor. Polis bariyerlerini sokağın girişine yığmaya çalışıyoruz. Hemen ardından Abidei Hürriyet Caddesi’ne çıkıyor ve yoldaşlarımı buluyorum. Artık mevzi burası. Polis Şişli Karakolu’nun orada. Barikatları oraya kadar itiyoruz. Saatlerce bir onlar, bir biz saldırıyoruz.

Bir an var ki, çok güçlü saldırıya geçtiğimiz bir kesit. İki caddeden birden tüm devrimciler yükleniyor ve TOMA’lar, akrepler hareket edemiyor, çevik kuvveti geriletiyoruz. Biraz daha zorlarsak, polis karakolunun içine gireceğiz. Bu arada yoğun bir polis saldırısı başlıyor ve bir yoldaşın kafasında gaz fişeği patlıyor. Yoldaşın kulağının arkasında kocaman bir şişlik ve kanama var. Onu DİSK’in içine göndermeye çalışıyoruz, ancak yoğun gazdan sokamıyoruz ve ara sokaklara çekiliyoruz. Yoldaşın kafasındaki kanama durmayınca, bir bakkala sokup ambulansa haber veriyoruz. Bir süre sonra ambulans geliyor ve yoldaşı hastaneye gönderiyoruz.

* * *

Polis ara sokaklarda artık ve dağıtmak için çok yoğun saldırıyor. Elimizde barikata koyacak neyimiz varsa koyuyoruz, hangi silahlarımız kalmışsa çatışıyoruz. Stalingrad aklıma geliyor. Hani sokak sokak aylarca süren savaş… Şimdi her birimiz orada çatışan neferleriz… Bir yoldaş bilyelerin bittiğini söylüyor. Ne kadar çok bilye vardı halbuki. Onların da gazları, suları bitiyor.

Biz sokağa sokmuyoruz ama kitle de yavaş yavaş azalıyor. Devrimci kurumların bir kısmı başka sokaklara dağılmış durumda. Yoldaşlarla telefonda son durumu konuşuyor ve saat 15.30 gibi oradan çıkmaya karar veriyoruz. Çekileceğimiz yerde mahalle halkının telaşla bize geldiğini görüyoruz. “Ne olur buradan gidin, yukarıda serseriler toplanmış” diyerek uyarıyorlar. İlk etapta yukarıda devrimcilerle polis arasında çatışma olduğunu düşündük, ama sonra sivil faşist bir güruhun sopa ve bıçaklarla çıktığını öğreniyoruz.

Okmeydanı Hastanesi içinden Perpa önüne çıkarken, hastanenin içinde birçok plastik mermiye rastlıyoruz. Polis yine hastane içine kadar gaz bombaları ve plastik mermiler atmış. Caddeye çıktığımızda çevik kuvvetin ve tomaların beklediğini görüyoruz. Buradaki çatışmaların şiddeti, taşlardan, demir parmaklıkların yıkılmasıdan belli. Sonra yoldaşlarla vedalaşıp bir savaşı daha kazanmanın moraliyle ayrılıyoruz..

Devlet, sadece bir meydanı işçi ve emekçilerden “koruma”nın savaşını verdi. Biz ise on binlerle yeni yeni zaferlerin… Bizler Haziran’ın sıcaklığını taşıdık alanlara. Abdullah, Ali İsmail, Ethem, Mehmet, Ahmet, Berkin, düşen yoldaşlarımız, tüm devrim şehitleri, ellerimizdeki sapanda, taşta yürüdü bir kez daha. Devletin cephanelikleri ise bir kez daha yerle bir oldu. Kazanan direniş ve biz olduk.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …