Mayıs ayı, “68 olayları” olarak bilinen, dünyayı ve ülkemizi sarsan gençliğin başkaldırdığı aydır. Aynı zamanda 6 Mayıs’ta “68 kuşağı”nın simgelerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın darağacında; 18 Mayıs’ta İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede katledilişinin yıldönümüdür. Her Mayıs ayında ’68 döneminin öne çıkardığı ve egemenler tarafından katledilen devrimci önderler anılır, dünyada ve ülkemizde ’68 olayları yeniden hatırlanıp yorumlanır.
Elbette her sınıf ve kesim, ‘68’i ve o dönemin önderlerini kendi bakışaçılarına göre ele alırlar. Özellikle son yıllarda “ulusalcı” olarak bilinen şoven kesimler, İşçi Partisi’sinden CHP’ye kadar, Denizlere sahip çıkmaya, onun şahsında ‘68’lileri Kemalist göstermeye özel çaba harcamaktadırlar.
‘68’lilerin devrim ve sosyalizm idealleri yok sayılmakta, sadece ABD karşıtlığı öne çıkarılmaktadır. “Bağımsız Türkiye” şiarını, sadece ABD’den değil, bir bütün olarak emperyalist sistemden bağımsızlık olarak ele aldıkları gölgelenmektedir. Aynı şekilde Denizlerin birer enternasyonal devrimci oldukları, Kürt halkının üzerindeki asimilasyon ve baskı politikalarına da karşı durdukları gizlenmektedir. Dahası Denizleri bir “ikon”a dönüştürüp içini boşaltmakta, burjuva siyasetlerine alet etmeye çalışmaktadırlar.
Denizlerin ve bir bütün olarak ‘68’lilerin ilk başlarda Kemalizm’den yoğun biçimde etkilendikleri doğrudur. Fakat mücadele içinde adım adım bu etki azalmış, başta Küba ve Çin olmak üzere dünyadaki devrimlerden etkilenerek sosyalist bir düzeni istemişlerdir. Bunları savunmalarında ve son mektuplarında görmek mümkündür. Savunmalarında; “Emperyalizme karşı silahlı mücadele suç değildir. Gayri milli olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsüdür.” demişlerdir. Deniz idam sehpasında; “Yaşasın Marksizm-Leninizmin Yüce İdeolojisi! Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının Bağımsızlık Mücadelesi! Kahrolsun Emperyalizm!” sloganlarını atmıştır. Yani Kemalizmden etkilendikleri “çocukluk” dönemlerini hızla aşarak, Marksizm-Leninizm’e yönelmişler, yeraltı örgütlerini kurarak birçok silahlı eylem gerçekleştirmişlerdir.
’68 üzerine burjuvazinin çarpıtmaları yeni değildir. Başta emperyalist burjuvazi olmak üzere, ’68 olaylarını şu ya da bu ölçüde yaşayan tüm ülkelerdeki egemen sınıflar, yeni ‘68’leri bir daha yaşamamak için onun devrimci özünü boşaltmaya özel bir önem verdiler. Yıllarca bu yönde beyin yıkama faaliyeti yürüttüler.
Genç kuşaklar açısından ’68, uzak bir tarih. Birçoğu ‘68’i ve onun anlamını, burjuva medyadan öğrenmek durumunda kalıyor. O açıdan ‘68’i gerçek yönleriyle ortaya koymak, dünyada ve ülkemizde ‘68’in nasıl yaşandığını ve ne anlam ifade ettiğini sergilemek, o yıllarda şehit düşen devrimcilere karşı bir borç ve sorumluluk olduğu kadar, bugünün gençliğine karşı da görevimizdir.
Dünyada ‘68
‘68’i ve o kuşağın devrimcilerini anlayabilmek için, o yılların dünyasını ana hatlarıyla bilmek gerekir.
’60’lı yıllar, dünya kapitalist sisteminin ikinci emperyalist savaş sonrası, görece istikrarlı gelişiminin tıkanmaya başladığı yıllardı. Savaşın yıkımıyla yeni pazarlar bulan emperyalizm, kısa sürede yeniden “aşırı üretim” bunalımına sürüklenmişti. Savaş sonrası üretim araçlarındaki yenilenme ile ABD emperyalizmine rakip olan Batı Almanya ve Japonya’nın atağı, emperyalistler arası çelişkileri de keskinleştirmişti. Bu, daha fazla sömürü ve baskı rejimi demekti. İşsizlik, emperyalist-kapitalist ülkelerde bile ciddi bir sorun olmaya başlamıştı. İşsizlik artarken ücretler düşüyordu.
İşsizlik sorunu esas olarak gençliğin sorunuydu. Çünkü işsizler ordusunun yarısı 25 yaşın altındaydı. Üniversite mezunları arasında da işsizlik oranı yükseliyordu. ’68 eylemlerinde özellikle İtalya’da öne çıkan önemli bir neden “diplomalı işsizlik”ti.
Bununla birlikte kapitalizmin gelişmesi, vasıflı işgücü ihtiyacını artırıyordu. Daha fazla teknisyene, mühendise ihtiyaç vardı. Böylece “üniversitelerin sanayileşmesi” için yeni düzenlemeler yapıldı. Öğrenim kitleselleşti. Öğrenci sayısı ABD ve Batı Almanya’da iki katına, Fransa’da üç katına, İtalya’da yarım misli fazlasına ulaştı. O güne kadar elit bir tabaka yetiştiren üniversitelerde, işçi-emekçi çocukları da okumaya başladı. Bu da ’68 hareketinin öznel yönünü olgunlaştırdı.
Gençlik sadece ekonomik olarak değil, kültürel olarak da kıskaca alınmıştı. “American way of life” (Amerikan yaşam tarzı) müzikten giyime, eğitimden eğlenceye kadar her alanda dayatılıyordu. Burjuvazi tüm kurumlarıyla, basını, TV’siyle, otomatikleşmiş, tek tip bir yaşam sunuyordu gençliğe. Bu duruma gençliğin tepkisi artıyordu.
O yıllar, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde ulusal kurtuluş mücadelelerinin arttığı yıllardı aynı zamanda. Buna karşılık emperyalistler, bu mücadeleyi işgal ve katliamlarla bastırmaya çalışıyordu. 1958-62 yıllarında Fransa, Cezayir’deydi; 1960’da İngiltere, Fransa ve Belçika, Kongo’daydı; 1961-62 yıllarında ABD, Küba’daydı ve ’64 sonrasında Vietnam’da… Vietnam, bardağı taşıran son damla oldu.
Öğrenciler, Vietnam savaşının durdurulması, zorunlu askerliğin kaldırılması, öğrencilerin askere alınmasını getiren yasaların değişmesi için celp kağıtlarını yakmaya başladılar; yürüyüşler, gösteriler düzenlediler. Gözaltılara, tutuklamalara, cinayetlere rağmen, yüzbinlerce öğrenci, polisle kıran kırana çatıştı. “Kahrolsun Emperyalizm!”, “Kahrolsun Sömürgecilik!” dönemin en öne çıkan sloganları oldu.
’68 öğrenci eylemlerinin ayırtedici bir diğer özelliği; sözde “sosyalist”, “komünist” partilerden bağımsız, hatta onlara rağmen gelişmesidir. Gençliğin, emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı başkaldırısı, revizyonist, reformist partilerin “barışçıl” parlamentarist, pasifist ideolojilerine tepkiyi ve onlardan kopuşu da beraberinde getirmiştir.
’68 eylemlerinde işçi sınıfının daha aktif rol oynamaması, hareketin önderliğini yürütememesi, o güne kadar güvendiği parti ve sendikaların ihaneti yüzündendir. SSCB’deki geriye dönüşle birlikte (Kruşçev dönemi) Avrupa’daki birçok parti de revizyona uğramıştır. İşçi sınıfı ML önderlikten yoksun kalmıştır.
Türkiye’de ‘68
’68, Türkiye’de de öğrenci eylemlerinin yükseldiği bir yıldır. Avrupa’dan bir etkilenme vardır kuşkusuz, fakat bu etkilenme, burjuvazi ve uşaklarının iddia ettikleri gibi bir “taklit”, “özenti” değildir. 27 Mayıs öncesinden başlayarak, 1960 sonrası adım adım yükselen öğrenci hareketinin bir devamıdır. Yani iç dinamiklere dayanan, esas olarak oradan beslenen bir harekettir.
’68 Mayısı’nda “NATO’ya Hayır!” kampanyası başlatılır. Ardından bir dizi demokratik talep için üniversitelerde boykotlar, işgaller başlar. Bir ay sonra 6. Filo’nun gelmesiyle anti-Amerikan, anti-emperyalist gösteriler, protestolar baş gösterir.
Bu protestolardan dolayı, polisin İTÜ Öğrenci Yurdu’na baskını ve Vedat Demircioğlu’nun katledilmesi, eylemleri daha da yükseltir. Binlerce öğrenci önce Taksim’e, sonra Dolmabahçe’ye yönelerek ABD askerlerini denize atarlar.
‘68’in Kasım ayında, Vietnam kasabı CIA ajanı Commer, ABD’nin Ankara Büyükelçiliğine atanır. 6 Ocak 1969’da Commer, siyah renkli cadillac otomobiliyle ODTÜ’ye gelir. İhtilalci komünist hareketin kurucularından Osman Yaşar Yoldaşçan ve Mehmet Fatih Öktülmüş’ün de içinde bulunduğu kalabalık bir öğrenci grubu, Commer’in arabasını ters çevirip yakarlar.
Bu eylemler, ’68 gençlik hareketinin ABD emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı başlattıkları mücadelenin simgesi haline gelmiştir. Aynı zamanda gençliğin reformist barışçıl partilerden devrimci tarzda kopuşunu hızlandırmıştır.
‘68 öğrenci hareketlerinin üzerinden ’71 devrimci atılımı mayalanacak ve döneme damgasını vuran silahlı devrimci örgütler kurulacaktır. Bunda Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Sinan Cemgil vb. öğrenci liderlerinin Filistin halkıyla dayanışmak için Filistin’e gitmeleri ve orada savaşmaları, önemli bir rol oynamıştır.
Türkiye’de de öğrenci hareketi, -tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi- işçi sınıfı mücadelesiyle dayanışma içindedir. O yıllarda gerçekleşen birçok işçi eylemine öğrenci gençlik katılmıştır. Özellikle 15-16 Haziran büyük işçi direnişine katılımları yüksek olmuş, bu eylem öğrencileri de çok etkilemiştir.
’68’li olmak, devrimci olmaktır!
Egemen sınıflar, gençlik eylemlerini her zaman gençliğin yaş dönemi özellikleri ile açıklayıp, soyut bir “kuşak çatışması” olarak gösterirler. ’68 kuşağı da bundan fazlasıyla nasibini almıştır. Oysa ’68 hareketinin, düzen karşıtı, radikal, anti-emperyalist içeriği, slogan ve eylemleriyle çok açıktır.
Avrupa’daki ’68 öğrenci eylemlerinde her ne kadar anarşist, anti-otoriter gruplar yer almışsa da, hareketin ilham kaynağı sosyalizm olmuştur. SSCB’deki geriye dönüşe ve Avrupa partilerinin ihanetine rağmen sosyalizm, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin, gençliğin umudu olmaya devam ediyordu. Sosyalizmin prestiji yüksekti. Fakat bu daha çok, anti-emperyalist küçük burjuva sosyalizmiydi. Öğrenciler Mao’nun, Che’nin, Ho Chi Minh’in posterleriyle yürüyorlardı.
Ülkemizde ’68 gençlik hareketinin liderleri de dönemin etkilerini üzerlerinde taşıyorlardı. Onlar aynı zamanda yeraltı örgütünün, silahlı devrim mücadelesinin tohumlarını attılar. Bu yönleriyle Mustafa Suphi TKP’sinden sonra hakim hale gelen reformist-revizyonist görüşlerden kopuşun da miladı oldular. ’71 devrimciliğini simgeleyen Deniz, Mahir, Kaypakkaya, idam sehpalarında, çatışmalarda, işkencehanelerde direnişleriyle ve yiğit ölümleriyle, gelecek kuşaklara büyük bir miras bıraktılar.
Ne var ki, gerek dünyada gerekse ülkemizde ’68 hareketinin asıl eksikliği, sağlam bir örgütlülükten, ML bir önderlikten yoksun olmasıdır. Bu yoksunlukla birleşen, işçi sınıfı ve emekçi halkla bütünleşememesi, hareketin iktidar perspektifini zayıflattı ve sonunu hazırladı.
Fakat kesin olan şudur; ’68 hareketi, anti-emperyalist niteliği ve düzen karşıtlığı ile DEVRİMCİDİR! Süngülere, silahlara, çıplak göğüs yürüyüşleri ile DEVRİMCİDİR! Barikatları, kaldırım taşları ve molotoflarıyla DEVRİMCİDİR! Emperyalist kapitalizme inen bir şamar olmuş, onu sarsmış, fakat düşürememiştir. Şamarın yetmediğini, öldürücü yumruğun nasıl indirilmesi gerektiğini göstermiştir.
‘68’in devrimci mirasını sahipleniyoruz
Bir bütün olarak ’68 kuşağı olarak bilinen devrimci gençlik kuşağının katledilmesinin, ezilmesinin üzerinden 40 yılı aşkın bir süre geçti… Ama kaç çocuğun adı Deniz, İnan, Mahir, Ulaş, Sinan oldu bilinmez. Onları asanlar, katledenler, bin kez öldüler. Fakat Denizler, bu ülke halklarının mücadelesinde hep yaşadılar, yaşayacaklar…
Dün Denizlere saldıranlar, faşizm karşısında nedamet getirenler, bugün onları bağırlarına basarak boğmaya çalışıyorlar. Ama ne onlara “iyi çocuklardı ama darbe yanlısıydılar” diyerek saldıran gerici güruh; ne Kemalist gösterip, sadece anti-Amerikancılığı öne çıkaran “ulusalcı”lar ve Denizleri bir nostalji olarak anan bugünün reformisti eski “yol-arkadaşları”, o kuşağın devrimci ideallerini karartamazlar.
Denizleri anmak, onların uğruna savaştıkları idealleri bilmekle ve bu idealler uğruna onlar gibi dövüşmekle olur.
Biz, Denizlerin, Mahirlerin, Kaypakkaya’ların devrimci ruhunu, militanlığını sahipleniyoruz ve ML bir bakış açısıyla daha ileriye taşıyoruz.
Onların mirasına gerçek anlamda sahip çıkmanın, uğrunda can verdikleri idealleri yaşatmak, devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmek olduğunu biliyoruz. Bu bilinç ve sorumlulukla hepsini saygıyla anıyoruz.
’68 demek, isyan ve başkaldırı demektir.
İnsanlığın tüm acılarını, kendi acıları olarak sahiplenmek;
egemenler tarafından dayatılan yoz-bencil yaşamı
bir kağıt gibi buruşturup atmak demektir.
Bizler, çıplak göğüsleriyle
süngülerin, silahların üzerine yürüyenlerden öğreneceğiz ‘68’i. Kaldırım taşları ile barikatlar kuranların sesinden dinleyeceğiz…
Daha güçlü ve sağlam vuruşları adım adım örerken,
yine Deniz gibi haykıracağız;
“Düşmesin bizimle yola
Evinde ağlayanların gözyaşlarını
Boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
Kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
İşte
Şu güneşten düşen ateşte
milyonlarca kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
Göğsünün kafesinden yüreğini;
Şu güneşten düşen
Ateşe fırlat;
Yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var akın, güneşe akın,
Güneşi zaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!..”