Çok sözler edildi onlara dair

oturan-madenciler

Aşağıdaki yazı, 3 Mart 1992 tarihinde Zonguldak-Kozlu’da yaşanan grizu patlaması sonucu katledilen 400’ü aşkın madencinin ölümünün ardından yazılmıştır. Kozlu, o güne dek en fazla can kaybının yaşandığı maden ocağıdır. Ama o zaman da resmi ölü sayısı 263 olarak açıklanmış, yüzlerce madencinin üzerine beton dökülmüştür. Ve bugün olduğu gibi o gün de, devlet yetkilileri “kader” demiş, “bir daha yaşanmaması”nı dilemiş, yakınlarına yardım sözleri vermiştir. Soma’dan 22 yıl önce yaşanan bu büyük madenci katliamında,   birçok yönden benzer yaklaşımları görmek mümkündür.

Kozlu katliamına gösterilen tepkiler ise, bugünkünden çok daha zayıftır. Bunun üzerine 27 Genç Komünar, “katledilen madencinini haykıran soluğu” olmak için, Boğaziçi Üniversitesi’nin Rektörlük Binası’nı işgal ederler. Tam 3 gün boyunca binaya astıkları pankart ve dövizlerle, susmayan sloganlarıyla Kozlu’yu gündemde tutmayı başarırlar.

Bunun karşılığı, polis baskınıyla vahşice dövülerek gözaltına alınmak, aylarca hapis yatmak olur. Ama her yerde eylemlerini savunurlar, başta maden işçileri olmak üzere işçilerin durumunu anlatırlar, kapitalizmi teşhir ederler.

Ve yaşadıklarını kitaplaştırıp, “giriş”ine Nazım Hikmet’in dizeleriyle “çok sözler edildi onlara dair” diyerek başlarlar…

Bugün de “çok sözler ediliyor onlara dair…” Öyle ki, “Kozlu” yerine “Soma” yazsak, fark edilmeyecek, bugün yazılmış sanılacak. Ama fark eden önemli bir şey var; kitleler artık öfkelerini daha fazla eyleme döküyor, sokağa çıkıyor, taleplerini haykırıyor…

Kozlu katliamından ceza alan hiçbir yetkili olmamıştır! Soma’nın farklı olmasını ve bir daha yeni Kozlu’lar, Soma’lar yaşanmamasını istiyorsak, daha güçlü eylemlerle egemenleri sıkıştırmalı, Soma’nın unutulmasına, unutturulmasına izin vermemeliyiz!

* * *

Kozlu ocaklarında çalışan ve İkinci Zonguldak Kurultayı’nı izledikten sonra kendisiyle röportaj yapılan İlyas Usta, katılımın geçen yıla oranla düşük olduğunu söylerken, işçi hakları konularına değinilmeyişini de eleştiriyordu. (Cumhuriyet, 9.2.1992)

* * *

“Çok sözler edildi onlara dair” demiş şair…bogazici-isgal-kitabi

Gerçekten de, çok sözler edildi onlara dair, edilmek zorunda kalındı. Kimi tek satır bile söylemedi, ciltler dolusu söz arasında. Kimiyse destanlar yazdı, tek bir eylemle, tek bir sloganla ve hatta yeri geldiğinde hiçbir şey söylemeden susarak. Hepsi tarihe geçti söylenenlerin, ama bazısı kazınırken altın sayfalara, bazısı da tarihin çöplüğüne gitti…

“Çok söz edildi onlara dair…” Madencileri gündeme getiren her olayda, katliam sonraları, ya da her seçim dönemi, muhalif partilerin temsilcileri, en yüzsüz hükümet üyeleri doluşur oralara. Timsah gözyaşları dökülür. Hoş nutuklar atılır, boş vaatler sıkılır. Sonra verilen sözler unutulur seçimlerden ya da öfkeler yatıştırıldıktan sonra.

Burjuva gazetelerin ekonomi sayfalarında bir pazar filesinin kaça dolduğu ile emekçilerin aldığı ücret karşılaştırılır sık sık… Emekçilerin işinin ne kadar zor olduğunda dair ağlamaklı sözler edilir. Birçok konuda olduğu gibi ücretler konusunda da emperyalist ülkelerin reklamı yapılır, örnek gösterilir. Tüm emekçiler gibi madencilerin de sırtından elde edilen artıdeğerden, alınan ücret ne olursa olsun ücretli kölelik düzeninin özünün, yani üretim araçlarında özel mülkiyetin değişmediğinden hiç bahsedilmez.

Tüm dünyada ve Türkiye’de olduğu gibi Zonguldak’ta da korkunç boyutlara ulaşan işsizlik sorunu gündeme getirilir, panellerde, toplantılarda… Burjuva sosyologlar tarafından dahi toplumsal patlamalara yol açacağı söylenen işsizliği “gidermek” için yıllardır aynı projeler ısıtılıp ısıtılıp sürülür ortaya. Ama TTK’da iş bulamadığı için özel şirketlere bağlı ya da ormanın içindeki kaçak ocaklarda, sigortasız, boğaz tokluğuna, daha yüksek kaza ve ölüm riski içerisinde çalışmayı kabul edenlerden söz edilmez. Hele Kozlu’da patlamanın etkisiyle, ormandaki kaçak ocaklarda çalışan işçilerden de ölenler olduğundan hiç söz edilmez. Kozlu’da, toplu cenazelerin gösteriye dönüşmemesi için, polis-jandarma baskısıyla ve geride kalana iş vaadiyle, cenazelerini devlete bırakıp ocak ağızlarından evine “eli boş” dönen, üzerlerinde işsizlik kılıcı sallanan ailelerden de söz edilmez. Ama yine de edilen sözler “onlara dair”dir.

Çok sözler edildi onlara dair… Madencilerin sağlık koşullarının ne kadar kötü olduğundan, sağlık hizmetlerinin eksikliğinden dem vurulur burjuva muhalefet sınırları içinde. Ankara’ya yürümesi engellenen madencinin, sağlık hizmetlerindeki yetersizliklerden ötürü yine Ankara’ya, ama bu kez ambulansla gönderilmesine sızlanılır. Ama bunların hiçbirisi, madenci çoğu kez yolda öldüğü için, Mengen’den de önce geri dönülmesini değiştirmez.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın bünyesindeki İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Enstitüsü (İSGİM) tarafından maden emeklilerinin yüzde 23’ünün meslek hastalığına yakalandığı iddia ediliyor. Ancak madencinin ortalama ömrünün nasıl olup da 46 yıl olduğu, modern tıbbın, madencinin yakalandığı hastalıklar karşısında nasıl olup da çaresiz kaldığı açıklanmıyor. Hele de TTK’nın 1990 yılında İSGİM’e Karadon ocaklarında yaptırdığı sağlık taramasının sonuçlarının 3. kurum ve kuruluşlara bildirilmemesi için protokol imzaladıklarından hiç bahsedilmiyor.

Havzanın jeolojik yapısının bozukluğu ve bunun işçilerin yaşamına mal olduğu üzerine araştırmalar yapılır, kullanılan teknolojinin geriliğinden bahsedilir. Buna ayrılan paraların kimin cebine gittiğinden, açılan ihalelerin ne işe yaradığından, TTK bürokratlarının mal varlığından hiç söz edilmez. Ama yine de edilen sözler “onlara dair”dir.

Çok sözler edildi onlara dair… Madencilerin gözüne kum atmak için, 12 Eylül, ’82 Anayasası, IMF, emperyalist kapitalizm, ithal ikameci sanayileşme, yeni sömürgecilik, (Türkiye için olmasa da) faşist diktatörlük, kapitalizmin bunalımları, savaş, silahlanma, 1 Mayıs, asgari ücret, taşeronluk, emek- sermaye çelişkisi, devletin tarafsız, “BABA” olmadığı, ya hep beraber kurtulacağımız ya da hiç birimizin kurtulamayacağı vs., vs… konu ve kavramlarında keskin sözler edilir “madencilerin örgütü” Genel Maden-İş Sendikası’nın yayın organlarında. Sömürü ve zulüm düzenini ortadan kaldırarak sınıfsız komünist topluma yürüyebilecek yegane gücün proletarya olduğuna dair ise tek satır bulamazsınız.

Ankara Çankaya Belediyesi’nin yaptırdığı Madenci Heykeli’nin 14.4.1992’de yapılan açılışında, GMİS Başkanı Şemsi Denizer’in, Çankaya Belediye Başkanına verdiği plakette şunlar yazıyordu: “4 Ocak 1991 tarihinde başlayan ve Mengen barikatı ile durdurulan Zonguldak-Ankara yürüyüşümüzün Çankaya’ya ulaştığının simgesi Madenci Heykeli…” “Aslında madenci yürüyüşü Çankaya’ya vardı” deniyor sarı sendika ağaları tarafından. Ama grevi ve yürüyüşü nasıl sattıklarını, faşist diktatörlüğün, Körfez Savaşı’nda “ulusal güvenlik” nedeniyle, cephe gerisini sağlama alma telaşı içinde grevi erteleme kararına nasıl rezilce boyun eğdiklerini söylemiyorlar. Ama yine de edilen sözler “onlara dair”dir.

“Çok sözler edildi onlara dair” demiş şair… “Asırda onlar yendi/ onlar yenildi/ Çok sözler edildi onlara dair/ Ve onlar için/ ‘Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur’ denildi.”

Biz Komünarlar’ın söyleyecek çok sözü var “onlara dair”. Çünkü bilim babanın edecek çok sözü var. Ama sadece söz etmek yetmez, eksiksiz, yalansız ve zamanında söylenmelidir. Bu da yeterli değildir, aynı zamanda yaşama geçirilmelidir söylenenler. Yaşama geçirmek de belli bir yerle, belli bir zamanla sınırlanamaz, her yerde ve her zaman süreklilik taşımak zorundadır. Tüm bunlar kararlı ve militan bir mücadeleyi gerektirir. Bu mücadele, insanlığın nihai kurtuluşu yolunda sınıfsız komünist topluma varma mücadelesidir. İşte bu mücadelede söylenecek sözler kadar, verecek canımız var bizim.

* * *

Evet, İlyas Usta, işçi hakları konularına değinilmeyişinden şikayetçiydin. Dedik ya, değinmek yetmez; söylemek, doğru ve tam söylemek, söylenenleri yaşama geçirmek, bunun için sürekli mücadele etmek gereklidir.

Hey gidi İlyas Usta! Sen de o 463 proleterin arasında mısın yoksa? Değilsen söyleşirdik, öğrenecek çok şeyimiz var senden. Ama kabul et, senin de bizden öğreneceğin şeyler var… Grevi, yürüyüşü anlatırdın bize. Aşılamaz mıydı Mengen barikatı? Grev sırasında intihar eden 16 yaşındaki madenci kızını anlatırdın. Kimbilir, belki de senin kızındı. Yaşasaydı 18 yaşında olacaktı. Biz de sana, o büyük günden sonra, 18 yaşındaki kızların, Tanya’ların neler yapacağını anlatırdık. İntihar etmeyecekler bir kere. Yanlış anlama, madenci kızına değil sözümüz. Katledildi o, kapitalizm tarafından. İntihar etmeyecekler, yaşama ölesiye bağlı oldukları ve yaşamın anlam kazandığı her anda ölümü korkusuzca, seve seve kucaklayacakları için…

Niye anlatıyoruz ki bunları? Belki de yaşamıyorsun, katledildin Kozlu’da. Listede aradık da, bulamadık adını ilk çıkarılanların arasında. Diri diri gömülenlerin arasında ise rastladık İlyas’lardan bir İlyas’a. Ama soyadını bilmiyoruz ki senin… İlyas’lardan bir İlyas…

Belki de adı açıklanmayan, ölümü gizlenenlerdensin. Belki de boğucu gazı hissedince öleceğini anlayıp da, bacaklarını uzatıp yere oturduktan sonra sırtını kartiyere yaslayan, işçisini de dizine yaslayıp bebeğini uyutan bir anne şefkatiyle ceketiyle örten işçi çavuşusun.

İlyaslardan bir İlyas’la aynı soyadda bir de Halil’lerden bir Halil var. Ağabey-kardeş birbirini sımsıkı kucaklayıp ölenler siz misiniz yoksa? Belki 08-16’sın, belki 24-08, Yani yaşıyorsun bir vardiya farkıyla. Belki de yere oturmaya, kucaklaşmaya dahi vakit bulamadan yittin gittin 16-24’te. Oysa daha dün Yeni Çeltek’te duvarlara “patlamadan değil açlıktan öldük”; Kozlu’da, “18 gün yaşadık”, “Biz burada açlık ve havasızlıktan ölüyoruz” yazacak kadar vakit bulmuşlardı diri diri gömülen sınıf kardeşlerin. Ama merak etme, dün kadar yakınsa Yeni Çeltek, Kozlu; yarın kadar yakın olan günde, yurdun dört bir yanında dolaşacak silahlı madenciler, herbiri bir anıt… Ve dikecekler o yazıların önüne, en büyüğünü olmasa da (bilirsin maden ocakları basıktır) en onurlusunu anıtların, en dövüşkenini…

Onlar ki toprakta karınca,

suda balık,

havada kuş kadar

çokturlar;

korkak, cesur, câhil, hakîm

ve çocukturlar

ve kahreden

yaratan ki onlardır,

destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

(…)

Demir, kömür

ve şeker

ve kırmızı bakır

ve mensucat

ve sevda ve zulüm ve hayat

ve bilcümle sanayi kollarının

ve gökyüzü ve sahra

ve mavi okyanus

ve kederli nehir yollarının,

sürülmüş toprağın ve nehirlerin bahtı

bir şafak vakti değişmiş olur,

bir şafak vakti karanlığın kenarından

onlar ağır ellerini toprağa basıp

doğruldukları zaman.

 

En bilgin aynalara

en renkli şekilleri aksettiren onlardır.

Asırda onlar yendi, onlar yenildi.

Çok söz edildi onlara dair

ve onlar için:

zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,

denildi.

Nazım Hikmet

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …