Fatih Yaşıyor!

fatih-gezi

Mehmet Fatih Öktülmüş’ü yitirdiğimizden bu yana tam 30 yıl geçti!

Onu 1984’ün 17 Haziranı’nda “ölüm orucu” eyleminde yitirdik. 12 Eylül cuntasının zindanlarda uygulamaya çalıştığı faşist yaptırımlara bedeniyle barikat kuranların başındaydı. Son sözlerinde bile, “ölebiliriz ama biz kazanacağız” diyordu.

O sözler ki, sonrasında içerde-dışarda direnişlerin sloganı oldu. Ve Fatih, direniş alanlarında elimizdeki bayrak, duvarlara nakşettiğimiz isim, bize hep yol gösteren, moral ve güç veren bir sembol haline geldi.

Esasında o, daha yaşarken sembolleşen ender isimlerden biriydi. Çünkü mücadelenin her alanında en önde dövüşen, kendinden önceki direnişi hep ileri taşıyan, yeni değerler katan komünist bir önderdi.

Faşist cuntanın işbaşına geldiği en karanlık günlerde de, cesaretin, azmin, dik duruşun simgesi oldu. İşkencede ifade vermeyen, zindanlarda hiçbir yaptırıma boyun eğmeyen, faşizmin ininde bile devrim ve sosyalizme inancını haykıran, direniş virtüözüydü.

O yüzden daha yaşarken, başta yoldaşları olmak üzere tüm tutarlı devrimcilere yol göstermiş, önderlik etmiştir. Sadece kendisi direnmekle kalmamış, etrafına da direnme azmi aşılamış, buzkıran olmuştur. Fatih’le direnişin özdeşleşmesi, direnişinin kolektif bir hal alması, bunun içindir. Onun asıl büyüklüğü de buradan gelir.

* * *

Fatih’i yitireli 30 yıl oldu!fatih-cadir

Geçen zamana rağmen unutulmayan olay ve kişiler için, “sanki dün gibi” denir! Ama biz Fatih’in ölümü için “sanki dün gibi” bile diyemiyoruz. Çünkü o gerçekte yaşıyor. Hep yanıbaşımızda, bizimle birlikte soluk alıp veriyor. Ve o sadece “dün”ümüz değil, bugünümüzü, yarınımızı kuruyor…

Zorlandığımız, sıkıştığımız anlarda, sevindiğimiz, gururlandığımız gelişmelerde, ille de direnişlerimizde, eylemlerimizde hep bizimle birlikte…

Haziran direnişinde çadırımızda örneğin! Taksim Meydanı’nın direklerinde, Gezi Parkı’nın ağaçlarında, kurduğumuz barikatlarda… “Gülümseyen yüzü, denetleyen gözleri” ile direniş alanının her yerinde, boydan boya dolaşıyor alanı… Bir kez daha yoldaşlarına, dostlarına güven; düşmanlarına korku saçarak…

Soma’da madenci katliamına karşı eylemlerimizde örneğin! Boğaziçi’nden İTÜ’ye madencinin “haykıran soluğu”nda! İşgal yerlerinin duvarlarına yazılan sloganda, söylenen marşlarda, yapılan sohbetlerde…

Meydanlarda, sokaklarda, grevlerde, faşizme karşı yürüdüğümüz her yerde, yine en önümüzde, bizimle birlikte savaşıyor! Dalgalandırdığımız flamada, taşıdığımız pankartta, attığımız sloganda, fırlattığımız taşta yaşıyor!

Çünkü o biziz! O, “yoldaşlarının toplamı”! Ölmeden önce, “bir nevi vasiyetname” dediği son yazısında; “bizdeki mal-mülk belli, o da siz yoldaşlarımda fazlasıyla var” demişti olanca mütevazılığı ile…

Onun yoldaşı olmak, ayrı bir onur ve ayrıcalıktır. Aynı zamanda ona layık olma, onun çizgisini sürdürme yükümlülüğüdür. Bu oldukça ağır, ama bir o kadar şerefli bir görev ve sorumluluktur.

O açıdan Fatih’in yoldaşı olmak kolay değildir! Bir dönem onunla aynı safta olmak ya da hala onun yoldaşı olduğunu iddia etmek, yetmez!

Fatih gibi dövüşmek, Fatih gibi direnmek, Fatih gibi yaşamak ve tabi ki gerektiği yerde Fatih gibi ölebilmeyi gerektirir.

* * *

Fatih yoldaşı yitireli 30 yıl oldu!

O, aramızdan ayrıldığında 30’lu yaşlarındaydı. Yani yaklaşık yaşadığı süre kadar bir zaman geçmiş ölümünün üzerinden… Ama daha kim bilir kaç 30 yıl yaşayacak!..

Fatih gibi, mücadeleleriyle yaşadıkları döneme damgasını vuranlar, en karanlık anlarda umudun ve geleceğin ışığı olanlar, asla unutulmazlar!fatih-taksim

Düşmanları, kara çalmak için hangi yola başvurursa başvursun; dost görünenleri, düştükleri durumu meşrulaştırmak için ne kadar çarpıtırsa çarpıtsın veya bağrına basarak boğmaya çalışsın, mutlaka ama mutlaka gerçek değerini anlayanlar çıkar ve onu kendilerini bayrak edinerek kitlelere mal ederler.

Spartaküs’ten bu yana, tarih bu örneklerle doludur.

İsimlerini Spartaküs’ten alan Alman komünistleri Liebnecht ve Rosa, “biz yaşayalım ya da ölelim, programımız yaşayacaktır her şeye rağmen…” demişlerdir.

Programlarının yaşaması, yani uğruna can verdikleri davalarının devam etmesi, en büyük dilekleri ve son sözleridir. Gerçek anlamda yaşamının böyle olacağını bilirler çünkü. Aksi halde bir ikona dönüşürler ki, bu tüm gerçek devrimcilerin en büyük korkusudur.

Fatih de, çizgisini, direnişini sürdürenlerle yaşıyor ve yaşayacak!

* * *

Fatih yoldaşı yitireli 30 yıl oldu!

30 yılda tam üç kuşak devrimci yetişti. Hemen hepsi de Fatih’le tanıştı. Ya kitabını okudu, ya birilerinden dinledi; ya da bir afişte, duvar yazısında, pankartta gördü. Kimisi, Fatih’in yoldaşı olma onuruna erişti. Onu her yönüyle tanımaya, onun gibi olmaya çalıştı…

Şimdi Fatih’in bayrağını, 16-17 yaşında gençler taşıyor. Liseliler, üniversiteliler, işçiler, işsizler, emekçiler taşıyorlar. Sıkılan yumrukları ile Fatih’i anıyorlar meydanlarda, mezar başında… Ant içiyorlar barikatlarda, çatışmalarda, yürüyüşlerde…

“Biz kazanacağız” şiarı, Fatih’ten ÖO şehitlerimize, Tekel’den Haziran direnişine, eylem eylem, kuşak kuşak taşınıyor… Fatih’in alnındaki kızıl bant, alınlardan ellere geçerek dikiliyor direniş burçlarına… Asla leke sürdürmeme, yere düşürmeme ve hep yükseklerde tutma gayretiyle…

Fatih, Osman, İsmail, Ataman, Remzi, Nilgün… Tüm şehitlerimiz, direniş alanlarında, bizim olduğumuz her yerdeler… Genç yoldaşlarının “kavga isimleri”, “idol”leri durumunlar…

Şairin dediği gibi “ölü mü denir şimdi onlara?”

* * *

Fatih yoldaşı yitireli 30 yıl oldu!

O yaşadığı 30 yılı aşkın süreye çok şey sığdırdı.

Üniversiteyi ODTÜ’de okudu. ’68 kuşağının sonuna yetişmesine rağmen, gençlik eylemlerinin birçoğuna katıldı. ABD Büyükelçisi Commer’in arabasının yakılması eyleminin içindeydi mesela, teyzesinin oğlu aynı zamanda yoldaşı Osman Yaşar Yoldaşcan’la birlikte…

20’li yaşlarda, -daha sonra komünist bir örgüte dönüşecek olan- devrimci bir grubun içinde yeraldılar. Dönemin en büyük soygunu Denizli Ziraat Bankası soygununu gerçekleştirdiler. Paranın bir kısmını o sırada Denizleri kurtarmak için çalışan Mahirlere ulaştırıdılar. Devrimci dayanışmanın en güzel örneklerinden birini sundular, daha o genç yaşlarında. Bunu son yeraldığı ÖO eylemi dahil birçok kez gösterecekti.

Ne yazık ki, kısa bir süre sonra yakalandılar. Fatih’in de, Osman’ın da bu ilk işkence sınavıydı ve alınlarının akıyla çıktılar bu sınavdan.

Fatih, daha sonra bir çok kez işkence görecekti, ama her defasında bir öncekini aşarak, işkencede direnişin destanını yazacaktı. Yoldaşları, Fatih’in direnişini rehber alacaklar ve 12 Eylül yıllarının “Adressiz Sorgular”ı böyle yaratılacaktı.

12 Eylül’de idamla yargılandığında “Fatih ve arkadaşları” diye çağrıldılar mahkeme salonlarında. Orada da faşizme meydan okuyacak ve “yargılayan savunma” ile bir kez daha tarihe şerh düşecekti.

Mücadeleye atıldığı üniversite yıllarından, ölümüne dek geçen 10-15 yılı, gerçek anlamda ateş altında geçirdi. Kaç kez faşistlerle çatışmaya girdi, kurşun yağmuruna tutuldu bilinmez. Kaç eylem, kaç grev örgütledi, kaç defa hapis yattı, kaç defa firar etti ve kaç kez ölümle burun buruna kaldı…

En son yine Osman’la birlikte, cuntanın ilk günlerinde, bir eylem hazırlığında iken karşılaştılar ölümle. Orada çok sevdiği yoldaşı Osman’ı kaybetti ve koluna aldığı kurşun yarası ile yaşadı son yıllarını…

O haliyle ilden ile mekik dokudu. Sadece faşizme karşı değil teslimiyete ve tasfiyeciliğe karşı da amansız bir savaşım içinde oldu. Tasfiyeci örgütlerin yüzüstü bıraktığı devrimcilere el uzattı. Hem dışarıda, hem içeride onlara yol gösterdi, direnme gücü aşıladı.

Fatih’in sadece yoldaşları tarafından değil, tüm devrimciler tarafından sevilip sayılması ve anılmasında bu özellikleri belirleyicidir. O daha yaşarken devrime mal olmuş ender önderlerden biridir.

* * *

Fatih’i yitireli 30 yıl oldu!

Onun ölüm haberini yoldaşlarına bildiren yazının başlığı “Fatih öldü yoldaşlar, başlar yukarı!” idi.

Ölümünden bu yana, -öncesi gibi, sonrasında da- yoldaşlarının başı hep yukarıda oldu. Onun acısını yüreklerine gömerek, bıraktığı boşluğu doldurmaya çalıştılar.

Uğruna canını verdiği ilkelerin tasfiyesine, temel değerlerin erozyonuna asla izin vermediler. Her tür uzlaşmacılığa, düzen-içi yaklaşımlara set oluşturdular. Faşizme karşı mücadeleyi, reformizme ve tasfiyeciliğe karşı mücadele ile birleştirdiler. Fatih’in “yargılayan savunması”ndaki “son sözleri”nde olduğu gibi, Marksizm-Leninizmi her koşul altında savunmaktan geri durmadılar.

Onun başeğmezliğini ve direnişini, mücadelenin her alanında sürdürerek, geleneği halka halka taşıdılar bugünlere… Ne şehitlerimizin, ne geleneklerimizin unutulup gitmesine izin verdiler.

“Eğer nereden gelindiği bilinmiyorsa, nereye gidildiği de bilinmez” der bir Afrika atasözü. Fatih ve tüm şehitlerimizin yaşamı, bize nereden geldiğimizi anlatır. Onlar bizim köklerimiz, tarihimizdir. Fakat asla geçmişte kalan ve donan şeyler değildir. Hep canlılığını koruyan, bizimle birlikte yaşayan, aynı zamanda geleceğimize ışık tutan fenerlerdir.

Her yeni kuşakla birlikte yeniden doğacak ve geleceğimize yön vermeye devam edecekler…

* * *

“Ey ömrünü destan gibi yürüyenler / Yaşayan kimdir gerçekte, ölen kim” diye sormuştu şair. Ve aslında sorunun içinde yanıtını da vermişti: “Yaşarken bile tükenenler, yılgın yılgın düşenler mi / yoksa çekilip tarihin burçlarına, bayrak bayrak ölümsüzleşenler mi?”

Fatih, “bayrak bayrak ölümsüzleşenler”dendi ve ölümünün ardından burçlara diktiğimiz, onurla taşıdığımız bayrak oldu…

O, öleli 30 yıl oldu!

Kaç 30 yıl geçse de yoldaşları bayrağını yere düşürmeyecek… Giderek daha yaygın ve daha çok dikecek her yere… Devrimimizin diğer önderleriyle birlikte selamlayacaklar, işçi ve emekçileri, ezilen halkları…

Ve “o büyük gün” geldiğinde, bizimle birlikte katılacaklar o görkemli coşkuya…

 

 

Her özlemi yağmurla başlatan bu yerde

Bir kartal havalanır gökyüzüne

Adını yıldızların en görkemlisine yazar

Bütün yanlışlara göz ucuyla bakar…

Aşar dağları, denizleri ve kentleri

Bağcılar’da bahçeleri taşır güneşe

Metris’te ölümü gül diye yakasına takar

Rüzgar olup estiği

Tohum olup serpildiği yerler

Renk renk grev bahçeleri

Sel sel Ankara yürüyüşleri

İşyerleri, fabrikalar ve bütün işçiler

Bulvarlar, sokaklar ve bütün caddeler

Bir bir gelip onun yüreğinden geçerler

 

Her özlemi yağmurla başlatan bu yerde

O kartal ki

Adı hem yürekte sızı

Hem gökyüzünde Kutup yıldızı!

Bakar bulutların üstünden yerin ta derinliklerine

Sorar en kuytudaki çaresiz yalnızı…

 

Pamuk tarlalarında yangın yüzlü ırgatlar

Açlık denizlerinden ağlara çekilmiş nasırlar

Ve ilk komünden beri geçen yüzyıllar

Bırak ki bakışlarında

O kartalın uçuşuna vurulsunlar

Ve sorsunlar

Anlamı nedir diye yaşamanın

Her yerde tükendiği bir anda umudun

Umudu çelik çelik donanmanın

Mutlaka bir anlamı vardır böyle yaşamanın

Adnan Yücel

 

Bunlara da bakabilirsiniz

Metal’de -yasağa rağmen- grevler sürüyor

Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) 5 işletmede TİS görüşmelerine 9 Ağustos’ta başlamıştı. Bunlardan 1’i hariç 4’ü …

ASGARİ ÜCRET ve BİZ EMEKLİLER…

17 bin 2 TL olan asgari ücrete yapılacak zam, günümüzde en temel gündem maddelerinden birisi. …

İEB, savaş bütçesine karşı mücadeleye çağırıyor

Mecliste görüşülmekte olan yağma ve savaş bütçesine, işçilere layık görülen sefalet ücretine karşı, İşçi Emekçi …