Soma’da bir işçi katliamı yaşandı. Bugüne dek neredeyse hergün bir iş cinayeti yaşanıyordu zaten. Madenlerde ise katliama dönüşüyordu. Ama hiç bu kadar büyük sayıda bir katliam görülmemişti. Devletin resmi açıklamasıyla 301 kişi, gerçekte ise 700 civarında madenci yaşamını kaybetti. Bu, sadece Türkiye tarihinde değil, dünya tarihinde bile, en kitlesel madenci katliamlarındandır. Kaldı ki, dünyada bu kadar kitlesel ölümler, 1800’lü yıllarda yaşanıyordu.
Erdoğan’ın katliamın hemen ardından yaptığı açıklamada, o yılları örnek vermesi boşuna değildi. Hem katliamın büyüklüğünü, “diğer ülkelerde de oluyor” diyerek küçültmek, hem de Soma’lı madencilerin 1800’lü yılların koşullarında çalıştığını normalleştirmekti amaç.
Ama bunu başaramadılar! Her tür oyunu, entrikayı çevirdiler, fakat Somalı madencinin çığlığını bastıramadılar! Onları herkes duydu ve hangi koşullarda çalıştıklarını öğrendi. Büyük bir şaşkınlık ve öfke içinde…
Günlerce madende kaç kişi kaldığını gizlediler. Ölü sayısını alıştıra alıştıra vermeye gayret ettiler. Katliamın nedeni konusunda önce “trafo”yu göstererek, zaman kazanmaya çalıştılar. Gerçekte yaşanan “gaz zehirlenmesi” idi ve en fazla 45 dakika madende bulunan herkes ölmüştü. Arkadaşlarını çıkarmak için madene girenlerden de ölenler oldu. Fakat ölülerin bile ağzına maske taktılar, “yaralı” süsü vererek ambulanslarla götürdüler. Amaç; orada bekleyen madenci yakınlarının tepkisini bastırmak ve madende ölen işçileri, dışarıya çıktıktan sonra “hastanede öldü” diye göstererek, tazminatı olabildiğince düşük ödemekti.
Böyle bir anda bile, karlarını düşünüyorlardı. Zaten bu kar hırsı değil miydi ki, yüzlerce, binlerce işçiyi aramızdan ayıran…
AKP hükümetinin işbaşına gelmesiyle daha da azgınlaşan sömürü koşulları, iş cinayetlerini de devasa boyutlara getirdi. Son 12 yılda yaklaşık 14 bin kişi, bu cinayetlere kurban gitti. Bunda AKP ile artan özelleştirme ve taşeronlaşmanın payı oldukça büyük. Salt maden sektöründe bile, bu gerçeği görmek mümkün. Özelleştirme sonrası ölüm oranı ortalama 13 kat artmış. TMMOB’un 2010 yılında hazırladığı rapora göre, milyon ton kömür başına düşen ölüm sayısı, kamu madenlerinde 3.98 iken, özel sektörde 59.25!
* * *
Ankara’da günlerdir eylemlerini sürdüren Yatağan işçileri, “madencinin katili özelleştirme” diye slogan atıyor. Uzun yıllardır işçiler, “özelleştirme ve taşeronlaştırma ölüm demektir” diyordu ve çeşitli biçimlerde tepkilerini ortaya koyuyorlardı. Soma, bunun en çarpıcı göstergesi oldu. Ama ne yazık ki, son olmayacağa benziyor.
Çünkü hükümet, sözde madencilerin durumunu iyileştirme adına yeni bir “torba yasa” hazırladı ve içine taşeronu daha da yaygınlaştıracak maddeleri koydu. Oysa Çalışma Bakanı, daha geçen hafta meclis kürsüsünden taşeronu kaldıracaklarını ilan etmişti! Her zamanki gibi yalan ve demagojide sınır yoktu! “Torba”da ise, bugüne kadar “alt işveren” diye tanımlanan taşeronun, “üst işveren” de olabileceğine dair yeni hükümler bulunuyordu. Böylece taşeronluk neredeyse tüm alanları kapsayacak boyutta genişleyecekti. TC’nin açılımının “Taşeron Cumhuriyeti” olarak tercüme edilmesi, tamı tamına oturacaktı.
Taşeron son 10 yılda 350 binden 2,5 milyona ulaşmış. Ama bu bile az geliyor. Yaklaşık 15 milyonu bulan çalışanların neredeyse tümü taşeronlaştırılmak isteniyor. Çünkü güvencesiz çalıştırmak patronlar için oldukça karlı. Bu aynı zamanda örgütsüzleştirmek demek. Yine son 10 yılda sendikalı işçi sayısı 2 milyonun üzerindeyken, 1 milyonun altına düşmüş. Yani taşeron sayısı arttıkça, sendikalı işçi sayısı aynı oranda düşüyor!
Soma katliamı ile birlikte, özelleştirme ve taşeronlaştırmanın sonuçları tüm çıplaklığı ile görüldü. Başta işçi sınıfı olmak üzere kitlelerin tepkisi sokağa taştı, oradan devletin kurumlarına yöneldi. Somalı madenciler, TKİ’yi ve işbirlikçi sendika şubesini bastılar. Yatağan işçileri, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Enerji Bakanlığı önünde eylemler yaptılar. Eylemlerin temel talebi, özelleştirilmenin kaldırılmasıydı.
Son aylarda artan işgal, grev ve direnişlerle sesini duyuran işçi sınıfı, Soma’yla birlikte patladı. Bu, sadece AKP için değil, tüm egemenler ve onun sözcüleri için ciddi bir tehlikedir. Çünkü duyulan artık işçinin ayak sesleridir…
* * *
Soma katliamına karşı yükselen eylemler, Haziran direnişinin birinci yılı eylemleriyle devam etti. Devletin tüm polisiye önlemlerine rağmen, yine yüzbinler sokaklara çıktı, şehitlerini andı. Haziran’ın ateşinin sönmediğini egemenlere bir kez daha gösterdi.
Haziran’dan bu yana geçen bir yılda, kitleler sürekli eylem halindeler. Sokağı sandıkta boğma girişimi de tutmadı. AKP seçim hileleriyle gücünü koruduğunu göstermeye çalışsa da, bunun bir “pirus zaferi” olduğu kısa sürede anlaşıldı. Soma’da “hükümet istifa” sloganları içinde karşılandılar. Ve 1 Haziran’da yapılan iki ilin seçimlerini de kaybettiler.
AKP’nin irtifa kaybı devam ediyor. Aynı zamanda egemenlerin yönetememe krizi sürüyor. Bir yandan işçi sınıfının eylemleri yükselirken, bir yandan da Kürt halkının direnişi onları iyice zorluyor. Aylardır kalekol yapımına direnen Kürt halkı, Diyarbakır-Lice karayolunu günlerce trafiğe kapadı. O yolların kalekol ve karakol yapımı için kullanıldığını söyleyerek, kullanılamaz hale getirdiler.
İşçi ve emekçiler, en temel hak olan yaşam haklarının bile mücadele ile elde edebileceklerini görüyorlar ve mücadeleyi büyütüyorlar. “Haziran’da ölmek zor” demiş şair. Nazım Hikmet’ten Ahmet Arif’e, M. Fatih Öktülmüş’ten Haziran şehitlerine kadar çok değerli insanlarımızı yitirdik bu ayda. Ama Haziran, aynı zamanda mücadele ayı! Şanlı 15-16 Haziranlar ve Gezi direnişi bu ayda yaşandı. Şehitlerimizi saygıyla anıyoruz; onları yaşatmanın tek yolunun, direnişi büyütmekten geçtiğini biliyoruz.
O halde daha fazla direniş, daha fazla mücadele, daha çok yaşam!