“Yeni HDP”nin kurulması ile HDK’nın ne olacağı tüm bileşenlerinin en büyük kaygısı. Üç yıl önce kurulduğunda methiyeler dizmekte birbiriyle yarışanlar,
ona onlarca yıllık ömür biçenler, şimdi “nadasa bırakıldığı”nı ve “işlevsizleşeceğini” söylüyorlar.
Bazen arşivlere dönüp bakmak, bugünü anlamak ve herkesi yerli yerine oturtmakta büyük bir yarar sağlar. Çok değil üç yıl öncesi söylenenler ile bugün söylenenleri karşılaştırmak, HDK bileşenlerinin durumları hakkında bir fikir verecektir. Aynı zamanda geçen sürenin bizleri bir kez daha haklı çıkardığını gösterecektir.
HDK kurulduğunda kaleme aldığımız “Kongre Hareketi ve Çatı Partisi” başlıklı yazıdan bazı bölümleri yayınlıyoruz.
***
HDK, Kürt ulusal hareketi ile Türkiye devrimci hareketinin birliği gibi sunulmakta, bir “milat” olarak gösterilmekte, yeniden birlik çığlıkları atılmaktadır… Oysa HDK, bu ülkede büyük iddialarla kurulan ilk “birlik” değildir. Özellikle 12 Eylül sonrası tasfiyeci dalganın ardından bu tür “birlik” arayışları hep sürmüş, Kuruçeşme’den ÖDP’ye sonu hüsranla biten birçok deneme de yapılmıştır.
Bugün HDK’yı oluşturan kişi ve kurumların birçoğu, dünün Kuruçeşme ve ÖDP’nin bileşenleri iken, bu başarısız deneyimler hakkında tek bir özeleştiri dahi vermeden, yeniden “birlikçi” kesilmekte, benzer abartılı beklentileri şimdi HDK için yapmaktadırlar…
Gelinen aşamada artık sosyalizmin adını da anmıyorlar. Kendilerini meclise taşıyan -ve taşıyacak olan- Kürt hareketini kutsuyor, onların öne çıkardığı “demokrasi, barış, özerklik” kavramlarını yineleyip duruyorlar. İçinde devrimin, sosyalizmin adının dahi geçmediği bu birliği, yine hiç sıkılmadan “solun birliği” olarak sunuyor, tüm devrimcileri bu birliğe çağırıyorlar…
(…)
Uzun süredir Kürt ulusal hareketinin “seçim blokları”na girmeye çalışıp, milletvekili pazarlıklarında anlaşamayarak blok dışına düşen ESP, bu kez böyle bir birliğin içine girebilmenin mutluluğu ile başı dönmüş. 22 Ekim 2011 tarihli Atılım’ın “Toplumsal keşif kolu” başlıklı başyazısında şunları yazıyor: “Zamanın akışını bir an için on yıl, yirmi yıl ileriye sarıp sonra geriye dönsek, 2011 yılının tarihe bıraktığı en önemli armağanın Halkların Demokratik Kongresi’nin (HDK) kurulması olduğu görülecektir.”
HDK’nın bırakalım on-yirmi yıl yaşamasını, bir yıl sonrasında bile ne olacağı şüpheliyken, ona şimdiden on yıllar biçmek ve “2011 yılının tarihe bıraktığı en önemli armağanı” olarak kutsamak, hem tarihsel deneyimleri, hem de bugünün gerçeklerini tümden unutmak veya bilerek çarpıtmaktır…
EMEP’in başkanı iken Kürt oylarıyla milletvekili seçilen Levent Tüzel, bir soru üzerine şunları söylüyor: “Oluşturmaya çalıştığımız hareketin içinde antiemperyalizm ve antikapitalizm içsel bir olgu olarak zaten yer alıyor. Bunu yazıya çiziye dökelim tartışmasına gerek görmüyoruz… Programda sosyalizm vurgusu olmasa da aslında bütün olarak bakıldığında toplumcu bir anlayışı göreceksiniz.”
Anti-emperyalizm ve anti-kapitalizmin “yazıya-çiziye dökülmemiş” olması, sosyalizmin programda yer almaması, ne gam! Yeter ki, milletvekili koltuğuna otursunlar, burjuva-liberal kesimler tarafından kabul görsünler! Fakat kendi kitlesi dahil, devrimci-demokrat kesimlerin desteğini yitirmemek için de, Kongre’yi “toplumcu bir anlayışa sahip”, emperyalizme ve kapitalizme karşı duruşu “içsel bir olgu” göstererek allayıp-pullamaya, onu “Kürt hareketiyle, Türkiye devrimci hareketinin birliği” imiş gibi lanse etmeye devam etsinler!
(…)
Kürt ulusal hareketi, Türkiye’deki muhalif kesimleri de eteklerinin altına toplayarak, düzen-içi iyileştirmeler mücadelesinde elini güçlendirmeye çalışıyor. Solukları tükenmiş, gelişme-büyüme umutlarını yitirmiş reformist ve liberal kesimler ise, Kürt hareketine sırtlarını dayayarak, onların “hayat öpücüğü” ile canlanmak istiyorlar. Bir yanıyla “alan razı-veren razı” bir durumla karşı karşıyayız. Böyle olunca, Kongre’ye Kürt ulusal hareketinin damgasını vurması, diğerlerinin buna fazla itiraz edemeden boyun eğmeleri anlaşılır bir durumdur. Her iki kesimin de ufku, düzen-içi iyileştirmeler ile sınırlı olunca, özsel olarak buluşulmakta, farklılar, ayrıntılarda ve biçimde kalmaktadır…
Fakat dünyanın hiçbir ülkesinde ve hiçbir döneminde, devrimci bir birlik, tepede yapılan uzlaşmalarla, salon toplantılarıyla kurulmamıştır! İşçi-emekçi hareketinden, devrim ve sosyalizm hedefinden kopuk bir birlik, tek kelimeyle tasfiyeciliktir! Yıllar önce, Kuruçeşme toplantıları için söylediklerimiz, bugün Kongre Hareketi için de geçerlidir:
“Her renkten revizyonizmi birbirine yapıştırmanın imkansızlığı bir yana, bu gerçekleşse bile eski gruplara bir yenisi daha eklenmiş olur, o kadar. Aşure bir çorba ya da tatlı çeşidi olarak belki bazılarına ilginç gelebilir, ama siyasette aşurecilik, en bayağı eklektizm, ilkesizlik ve hizip diplomasisi ile bir ve aynı şeydir.” (Birlik Üzerine, sf: 82)
Lenin’in “büyük bir dava ve büyük bir sorun” dediği birliğe gereksinim duymak başkadır, bu gereksinimi yerine getirebilmek başka!.. ML yaklaşım, ne grupçu sekterliğe, ne de liberal sınırsızlığa düşmeden, doğru ideolojik, politik ve örgütsel platformlarda ısrarcı olmaktır. Eğer “birlik” işçi ve emekçilerin birliğine ve mücadelesine hizmet etmiyor, devrim ve sosyalizmi hedeflemiyorsa, onunla oynamak, hatta buna alet olmak bile, son derece zararlı ve tehlikelidir. En hafif deyimle zaman ısrafıdır, kitlelerin özlemlerini sömürmek, onları oyalamaktır.
(PDD Kasım 2011)