Soma’da yaşanan katliamın ardından yaklaşık iki ay geçti. Geride kalanların ilk hissettiği acı ve öfke duygusu azalmış değil; aksine hesap sorma güdüsünü ve mücadele azmini perçinliyor. Biz de yaşananların ardından, geride kalanlarla bundan sonra ne yapacakları konusunu konuşmak üzere tekrar Soma’ya gittik.
Soma’da hala yaşanan acının ağır havası hakim; ancak işçilerle temasa geçtiğinde arka planda sıkı bir çalışmanın olduğunu görüyoruz. Soma’da hareket bitmiyor. Madenciler ve yakınları, gerek sokağa çıkıp eylem yaparak, gerekse bundan sonra ne yapacakları konusunda toplantılar düzenleyerek mücadeleye devam ediyor.
Diğer yandan, sendikalaşma konusunda önemli bir hareketlenme var. İşçilerin bir kısmı Maden-İş’te kalırken, bir kısmı, DİSK’e bağlı Dev Maden-Sen’e geçmeye başlamış. Patronun değil de işçinin yanında olan bir sendika istediklerini, yerin altına inip işçinin derdini dinleyen ve anlayan bir sendikacı istediklerini anlatıyorlar. Özellikle Dev Maden-Sen’e geçen işçilerin büyük çoğunluğu bunu ifade ediyor.
Ortaya çıkan bu tabloya yeniden döneceğiz. Ama öncelikle Türkiye’de maden işçilerinin durumuna bakmak gerekiyor.
İşgücü maliyetleri nasıl düşer
Türkiye’de 1980 öncesi dönemde, madencilik sektörü kamu ağırlıklı bir yapıdaydı. Ancak 1980 sonrası uygulanan neoliberal politikalar neticesinde, kamu işletmeleri birer ikişer özelleştirilmeye başlandı.
Bu doğrultuda özelleştirilmesi düşünülen kurumların başında Türkiye Taş Kömürü (TTK) ve Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) vardı. Madencilik oldukça karlı bir sektördü ve özel şirketler hızla bu alana el attılar. Bu dönemde, devlet de TTK ve TKİ’nin karını düşürmek için yatırımları azaltmaya, “zarar ediyoruz” demogojisini yükseltmeye ve en verimli maden ocaklarını özel sektörün hizmetine sunmaya yöneldi. Üretim “rödovans” denilen bir tür kiralama yoluyla özel sektöre devredildi.
1990’larda hız kazanan özelleştirmeler, 2000’lere geldiğimizde özel-kamu oranları tersine döndü. Maden sektöründe 1980 yılında yüzde 91 kamu ve yüzde 9 özel sektör şeklindeki dağılım; 2002 yılında yüzde 82 özel sektör, yüzde 18 kamu şeklini aldı. Madende özelleştirmeye gidilmesinde savunulan gerekçeler, diğer kamu kuruluşlarında olduğu gibi, maliyeti düşürmede ve kaliteyi arttırmada özendirici unsurların olmaması ve bundan dolayı kamu sektörünün verimsiz olmasıydı. Maliyetleri düşürmek derken kastedilen şey, elbette işgücü ve işgücünü koruyucu maliyetleri oluyordu!
Taşkömürü rezervlerinin tamamı, TTK’ya ruhsatlı olmasına rağmen üretimin büyük bir kısmı özel sektörce yapılıyor. TTK sahalarındaki madencilikle ilgili her türlü sorumluluğu rödovansçılara yüklemiş durumda. TTK’nın denetimi sadece faaliyet raporlarının ve üretimin kontrolü biçiminde kalıyor. Bu durum, TTK’yı en büyük “işveren”, özel maden işletme sahiplerini ise kamuya bağlı taşeron haline getiriyor.
Zonguldak Kömür Havzası’nda özel sektör ve taşeronların günümüzde en az 5 bin maden işçisi çalıştırdığı tahmin ediliyor ve rödovansçı şirketlerin taşeron sayısının 200’ü aştığı düşünülüyor. Bu şirketlerin çoğu madencilik ile doğrudan ilgisi bulunmayan alanlarda faaliyet göstermekte ve en az 500’e yakın sayıda ocaktan kömür çıkarılmakta. Asıl ruhsatın TTK’ya ait olmasına rağmen işletmesini özel bir şirketin yaptığı uygulama Soma’da da vardı. Ruhsat TTK’ ya aitken madenin işletilmesi Soma Holding tarafından yapılıyordu. Yani Soma Holding’in kendisi kamuya bağlı bir taşerondu.
TKİ yeraltı maden işletmeciliğinin neredeyse tamamını rödovans ve hizmet alımı yoluyla özel sektöre devretmiş durumda. 2012 verilerine göre satılabilir 6.4 milyon ton kömürün 4 milyon tonu rödovans ve 2.1 milyon tonu hizmet alımı yoluyla üretildi. Rödovansın payı yüzde 56’ya, hizmet alımının payı yüzde 41’e ulaşmış, TKİ’nin kendi imkanları ile çıkardığı yeraltı kömürü sadece yüzde 3’tür.
Soma özelinde baktığımızda da değişen bir şey yok. Yeraltı madenlerinin hepsi özel, kamu sadece açık ocaklarda var. Açık ocak madenciliği dediğimiz şey, madenin yeraltında bulunduğunun saptanmasıyla ya da herhangi bir kazı yapmadan ve yeraltına inmeden, yüzeyde gözlenebilen kısmının (mostra) üzerindeki örtü tabakasının kaldırılarak maden çıkarılması işlemini anlatan yöntemdir.
Daha çok işçi denetimden uzak
Aynı şekilde istihdam açısından baktığımızda da 1990’da 27 bin 800 işçinin çalıştığı TKİ’de 2012 itibariyle sadece 4 bin 500 işçi çalışmakta. TKİ kendi bünyesinde çalışan işçi sayısını hızlı bir biçimde düşürdü. Buna karşılık TKİ’nin kömür üretiminde bir düşüş söz konusu değil.
Türkiye‘de son 15 yıllık süre zarfında kömür madenciliği sektöründeki istihdamda kamunun payı gerilerken, özel sektörün payı arttı. 1995 yılında özel sektör madenlerinde çalışan işçi sayısı 10 bin 367 iken, bu rakam 2008 yılına gelindiğinde 38 bin 492‘ye çıktı. Yani özel sektör işçilerinin sektördeki payı yüzde 40.5‘ten yüzde 69.6‘ya çıkmış oldu.
Bu rakamlar, yalnızca sigortalı işçileri kapsamakta; özel sektör madenlerinde kayıt dışı işçi çalıştırmanın yaygın bir uygulama olduğunu düşünürsek, oranlar daha yüksek olacaktır. Kömür madenciliğinde istihdamın özel sektöre kayması, daha çok işçinin denetimden uzak, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinden yoksun biçimde, düşük ücretlerle, ağır çalışma koşulları altında çalışmasına neden oluyor. Özel sektör tarafından işletilen kömür madenlerinde istihdam edilen işçi sayısı, son 15 yılda yaklaşık 4 katına çıkmış, ancak işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri aynı hızda artmamış; bu nedenle daha çok iş kazasına yol açmıştır.
Sendikalı madenci sayılarına baktığımızda, 2004’te 81 bin 748 olan madenlerde örgütlü işçi sayısı 2014 itibariyle 38 bin 492’ye gerilerken, Soma’daki katliamın yaşandığı madende de örgütlü olan Maden-İş’in üye sayısı 10 yılda 49 binden 30 bine düşmüş. ÇSGB’nin 2014 Ocak istatistiklerine göre; madenlerde örgütlü işçilerden 27 bin 251’i Maden-İş’e, 10 bin 992’si Genel Maden-İş’e, 74’ü Öz Maden-İş’e, 174’ü Dev Maden Sen’e üye olduğu görülüyor.
Soma özelinde baktığımızda ise, 13 bin civarında maden işçisi sendikalı. Bunun 1500’ü kamuda, 6 bine yakını Soma Kömürleri’nde, 5 bin kadarı da İmbat Madencilik’te bulunuyor. Hepsi Maden-İş üyesi. Ancak son yaşananlardan sonra durum değişti. Maden-İş’te kalmak istemeyen birçok işçi, Dev Maden-Sen’e geçmiş durumda. Yaşanan katliamdan sendikanın da sorumlu olmasına duyulan tepki, Dev Maden-Sen’e geçişin nedenini oluşturuyor.
Ülkemizde sarı sendikacılık elbette sadece Maden-İş’le sınırlı değil, ancak burada işin rengi değişiyor. Maden-İş göz göre göre gelen bu katliamı durdurmamış, asli görevi olan işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini aldırmamıştır, katliamın doğrudan ortağı haline gelmiştir.
“Kaybettiklerimizi geri getiremezler”
Konuştuğumuz işçiler daha birçok sebepten ötürü Maden-İş’ten şikayetçi. Bunlardan biri de sendika içinde uygulanan seçim sistemi. Maden-İş’e üye bir işçi, 11 Mart’ta yapılan sendika seçimi anlatıyor. “Bütün işçilere sorun” diyor, “siz gönül rızasıyla oyunuzu atabildiniz mi?” diye. Ve ekliyor; “ben atamadım!” Kendisinin de hak etmeden delege olduğunu, seçime bir gün kala patronun gelip açıkladığını anlatıyor. İşçilerin önlerine patronun belirlediği “yönetim listesi” veriliyor, ilk altıyı yazıyorlar, bu kişilere 167 delegenin bir tane bile zayiat vermeden oy atması isteniyor. Atmazlarsa kapı gösteriliyor. İşçiler katliamdan önceki son yönetimin bu şekilde geldiğini söylüyorlar.
Peki katliamdan sonra değişen ne?
Maden-İş’te kalmak isteyen işçiler delegasyonun değişmesinden, seçimlerin tekrar yapılmasından yana. Evet yaşanan katliamın ardından Maden-İş Ege Şube yönetimi görevden alındı, seçimler tekrar yapıldı. Fakat bu seçim de çok aceleye getiriliyor, birçok işçinin haberi olmadan ya da birçok işçi yetişemeden seçim tamamlanıyor. Görüldüğü gibi böyle bir katliamdan sonra dahi, işçilerin en temel hakkı olan özgürce seçim ortamı sağlanamıyor. İşçilerin tepkisini yatıştırabilmek için yöneticiler değiştirilmiş olsa bile, sendikanın düzeni, sendikanın gerçek kimliği değişmiyor.
İşçilerin önemli bir bölümü, sendika değiştirdiği koşulda yarın madende çalıştırılmayacağını, hiçbir yerde iş bulamayacağını düşünüyor, bu nedenle Maden-İş’te kalmaya devam ediyor. Zaten Maden-İş, işçileri sendika değiştirirlerse “başlarına gelecekleri” anlatmaya, açıkça tehdit etmeye başlamış bile. Hatta işçilerin e-devlet şifrelerini toplamaya başlamışlar. Daha önce başka işyerlerinde patronun işçilerden e-devlet şifresini alarak değiştirdiğini, böylece işçilerin başka sendikaya üye olmasını fiilen engellediğini görmüştük zaten. Soma’da da patronun çıkarını sendika gözetiyor, sendika değiştirmeyi baştan durdurmaya çalışıyor.
İşçilerin yaşadığı memnuniyetsizlik kolay kolay gidecek gibi durmuyor. Nitekim birçok işçiye, Ege Şube yönetiminin görevden alınması yetmemiş, işçiler “Genel Merkez’den tut, hepsi istifa etse de bir işe yaramayacağını” söylüyorlar ve “bundan sonra o sarı sendikaya oy vermeyeceğiz” diyorlar. Bir başka konuştuğumuz işçi ise, “Maden-İş gerekirse baştan sona bütün kadrosunu değiştirsin, kaybettiklerimizi geri getiremez” diyor.
Elbette tek sorumlu Maden-İş değil, o sadece bir parçasını oluşturuyor. Bu katliama sebep olan kapitalist sistemin sömürü mekanizması, patronların kar hırsı, devletin sermayeye hizmet için var olması ve bunun ortağı olan, işçinin değil patronun çıkarlarını savunan sendikalar…
Yaşam hakkımız için daha fazla mücadele
İşçiler bugün Maden-İş’e duydukları büyük tepkiyle Dev Maden-Sen’e geçiyorlar. Dev-Maden-Sen’in ÇSGB Ocak 2014 istatistiklerine göre 174 üyesi var. Ancak son zamanlarda Soma’da yapılan üyeliklerle sayının 3 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Zaten “sendika değiştirenler üç-beş kişi” denmesine rağmen Maden-İş sendikasının görünür telaşı da, sendika geçişinin hiç de küçümsenmeyecek düzeyde olduğunu gösteriyor. Keza Türk-iş, Soma’da miting örgütleyerek Maden-İş’i güçlendirmeye, yokolan prestijini yeniden kurmaya çalışıyor.
Dev Maden-Sen’in, bu haliyle yetki alıp alamayacağı meçhul, fakat DİSK’e geçen işçilerle konuştuğumuzda onların asıl amacının yetki olmadığını anlıyoruz. Yetkiyi alamasalar da sendika değiştirerek hem Maden-İş’i cezalandırmış oluyorlar, hem de kendilerinin yönetebileceği bir sendikayı umuyorlar.
Çünkü ortada basit bir kaza yok, göz göre göre izin verilmiş bir katliam söz konusu. İşçilerin sendikaya güveni kalmamış. Bir çoğu, sarı sendika denen sendikayı istemediklerini, işveren sendikasını tamamıyla ortadan kaldıracaklarını ve sonuna kadar mücadele edeceklerini söylüyor.
Genel olarak sendika değişikliği, işçiler için bir tercih olmaktan çok, yaşanan sorunların ulaştığı bir eşiği ve bu eşikte ortaya çıkan bir bilinç dönüşümünü ifade eder. Mesela Yatağan işçileri, bütün olumsuzluklarına rağmen Tes-İş sendikasından ayrılmadan, sendikayı eylemleriyle daha fazla zorlayarak mücadelelerini sürdürüyorlar. 2010 yılında 78 gün boyunca Türk-iş’in önünde çadır kuran Tekel işçileri için de benzer bir durum geçerliydi. Ancak sendikadan umudu kestikleri koşulda, işçiler sendika değişikliği gerçekleştiriyorlar. Soma işçileri için bu eşik, katliamın kendisidir, sendikanın katliama ortak olmasıdır. Ancak sendika değiştirmekle işçiler, yaşadıkları bütün sorunları çözemez, sınıf sendikacılığını bir anda kuramazlar. Çünkü sendikanın “devrimci”leşmesi, yine işçi sınıfının-öncü işçilerin mücadelesi ile gerçekleşecek bir durumdur.
Bugün Soma’da işçilere pekçok sözler verildi. Ölen işçilerin ailelerine maaş bağlanması ve tazminat verilmesi, hayatta kalan işçilere 6 ay madene inmeme hakkı, bu sürede maaşların, hatta çift maaşın ödenmesi, çeşitli sosyal haklar vb. Ancak hem devletin hem de patronların bu sözleri tutmayacakları çok açıktı. Çünkü işçilere verilen her bir hak, işçilerin çalışmadıkları her bir gün, patronun karını azaltan bir unsurdur. Keza başka alanlarda başka işçilere örnek olmakta, yarın başka katliamların arkasından da benzer taleplerin yükselmesinin önünü açmaktadır.
Bu yüzden devletin ve patronların tutumu, işçilerin direnişini kırmak ve onları biran önce madene sokmak, Maden-İş’in güç ve inisiyatifini artırmak, aykırı bütün sesleri susturmaktır. Maaşların söz verilen tarihte ödenmemesinden, cep telefonlarına gelen “yarın işbaşı yapacaksınız” mesajlarına, Türk-iş’in gerçekleştirdiği mitingden işçilerin e-devlet şifresini toplamaya kadar atılan her adım, bu doğrultudadır.
İşçiler bu saldırıların herbirini direnişle karşılamaktadır. En son, maaşların yatırılmaması üzerine yapılan oturma eylemi, bir gün içinde sonuç vermiş, maaşlar yatırılmıştır. Verilen herbir sözün tutulması için bile, işçilerin tekrar tekrar direnişe geçmesi gerekmektedir.
Sendikanın durumu da bu mücadelenin seyrine bağlı olacaktır. Yarın madene yeniden inilmesi gündeme geldiğinde, işçilerin Dev Maden-Sen’e geçişi hız kazanacaktır. Ancak Dev Maden-Sen’in üzerindeki devlet ve patron baskısı da aynı hızla artacaktır. Dev Maden-Sen’in militan ve sınıftan yana bir sendikacılık yürütmesinin tek koşulu, devrimci-öncü işçilerin kararlı bir mücadele ile yönetime gelmeleri ve taban örgütlerini oluşturmalarıdır. Öncü işçiler oldukça yaygın ve iyi bir örgütlenme gerçekleştirilmeli, bölgedeki her işçiye ulaşmalı, bütün köyleri gezmelidir. Soma madenlerinde çalışan işçiler Maden-İş gibi “katliam ortağı” bir sendikaya mahkum olmadıklarını öğrenmelidirler.
Bugün Soma’da işçilerin seçimi sadece sendika değiştirmekle sınırlı değildir. Başka herhangi bir işkolunda, işgüvenliği böylesine “yaşamsal” değildir. Hayatta olmak ya da olmamanın anlık olduğu madencilik sektöründe, “var olmanın yolu”nu seçmek zorundadır işçiler. Bu da, asıl olarak kendi üretimden gelen gücüne dayanarak, sendikasına yaslanarak ama sendikayı da ileriye çekerek, sınıf bilinciyle yürüteceği yaşam mücadelesidir.