HDP-HC çatışması üzerine

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arifesinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) ile Halk Cephesi (HC) arasında başlayan çatışma, günlerce sürdü. Olaylar, HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın tanıtım standını, Nurtepe-Çayan Mahallesi’nde açmasıyla başladı, Gazi, Okmeydanı ve Sarıgazi’ye sıçradı. 29 Temmuz’dan 2 Ağustos’a kadar süren çatışmalarda bir kişi öldü, biri ağır onlarca kişi yaralandı.

Devrimci-demokrat güçler arasında günlerce süren ve böylesi ağır sonuçlara yol açan çatışmaların yaşanması, hiç kuşkusuz devrim cephesine zarar vermiştir. Çatışmaların yaşandığı bölgeler, geçmişten beri devrimci faaliyetlerin sürdüğü, emekçi mahallelerdir. Başta bu mahallelerde yaşayan emekçiler olmak üzere, devrimcilere sempati duyan kitleleri derinden etkilemiştir.

Çatışmaların fitili, HDP bileşenlerinden Özgür Devrimci Alevi Derneği’nin (ÖDAD) kurduğu standa HC’lilerin izin vermemesi ile ateşleniyor. HC, kendilerinin sadece uyarıya geldiklerini, fakat saldırıya uğradıklarını söylüyor. ÖDAD ise, standı kaldırmadıkları için HC’nin saldırdığını iddia ediyor. Kimin önce saldırdığı önemli olmakla birlikte, olayın vehameti karşısında tali kalıyor. Arkasında yatan neden konusunda ise, HC bunu HDP’nin reformist çizgisine, devrimcilere yönelik artan saldırganlığına bağlıyor; HDP ise, HC’nin “siyaset yasakçılığı”na…

HC’nin Çayan Mahallesi’nde kendi dışındaki devrimci kurumların faaliyetine izin vermediği ve bu yüzden bazı olayların yaşandığı, devrimci kamuoyu tarafından bilinmektedir. “Siyaset yasakçısı” bu tavrın doğru bulunması, kabul görmesi sözkonusu olamaz. İddia ettikleri gibi, mahallenin kuruluşunda tek başına emek harcamış, bedel ödemiş olsalar dahi, bu durum “siyaset yasakçılığı”nın gerekçesi yapılamaz. Kaldı ki, İstanbul’un birçok emekçi semti, (dönemin gecekonduları) halkla devrimcilerin ortak çabasıyla kurulmuştur. Buralarda şu ya da bu örgüt, daha aktif yer almış veya tek başına yapmış olabilir. Bu durumda herkesin kendini bir bölgenin “sahibi” ilan etmesi gerekir ki, bu son derece tehlikeli bir yöneliş olur. Kısacası “bu bölge benim, benden izin alınmadan hiçbir kurum faaliyet yapamaz” anlayışı, küçük-burjuva mülkiyetçi bir anlayıştır, kabul edilemez.

Fakat bu anlayışın sadece HC ile sınırlı olmadığı da bilinmektedir. Diğerleri bir yana, Kürt ulusal hareketinin, yıllar boyunca kendi dışındaki tüm örgütlere bulunduğu yerlerde “siyaset yasakçılığı” yaptığı kimse için sır değildir. Kendisini bölgenin “sahibi”, Türkiye devrimci hareketini ise “misafir” gördüklerini defalarca söylemişler, ona riayet etmeyenlere şiddet dahil her yöntemi uygulamışlardır. HDP’nin içinde yeralanların öncülleri bile, bu yüzden PKK ile çatışmak zorunda kalmıştır. Bugün de Kürt ulusal hareketi, HDP bileşenlerine “bölgede BDP örgütlü, burada işiniz yok, gidip Batı’da çalışın” demektedir. “Açılım”, “çözüm” adı altında sürdürülen politikaları eleştiren siyasi yapılara birçok kez saldırıları olmuştur. Yani Kürt hareketinin bu anlayışı, dünde kalmış değildir; halen varlığını korumaktadır. Bugün birçok siyasi hareketi kendi çizgisine çekebildiği için, saldırıların boyutu farklılaşmıştır.

Diğer yandan HDP, HC ile çatışma çıkacağını bilerek o adımı atmıştır. Çünkü Çayan Mahallesi’nde böyle bir faaliyete başlandığında, en hafifinden gerginlik yaşanacağını bilmeyen yoktur. Zaten yakın tarihlerde HDP bileşenleriyle HC arasında aynı nedenle sorunlar yaşanmıştır. Belli ki, HC’yi bu noktadan zorlamak, geri adım atmasını sağlamak istemişlerdir. Çatışmaların sadece Çayan’la sınırlı kalmayıp, diğer bölgelere taşınması, buralarda HC’nin kurumlarının basılması, molotoflanması, bunun göstergesidir.

Çatışmalarda devletin provakasyonuna son derece açık bir zemin de oluşmuştur. Kürtlük ve Alevilik gibi egemenlerin bilerek körüklediği ayrımların devrimci-demokrat kesimlere bulaştırılması asla kabul edilemez.

“Siyaset yasakçılığı” şu ya da bu örgüt gözetilmeden kınanmalıdır. Devrimci kurumların basılması da öyle. Cumhurbaşkanı adayı olarak Demirtaş’ın desteklenmesi ne kadar siyasal bir tercih ve propagandası bir hak ise, bunun reformist bir yaklaşım olduğunu söylemek ve seçimleri boykot etmek de o kadar haktır. HDP’nin içinde yer almak ve Kürt hareketiyle birlikte hareket etmek nasıl politik bir tercih ise, bu çizgiyi uzlaşmacı bulmak ve eleştirmek de bir o kadar politik duruştur. Ne yazık ki, bugün “azınlık” olan devrimci kesimlerdir. O yüzden “çoğunluğun” sesi daha fazla çıkmakta, temel bazı gerçekler bile boğuntuya getirilmektedir. Fakat önemli olan, doğruluk, haklılıktır ve en kritik dönemeçlerde sağa-sola savrulmadan durabilmektir.

Başta devrimci örgütler olmak üzere devrimci-demokrat kesimler, yaşananlara daha nesnel yaklaşmalı, konjonktürel değil, ilkesel bakmalı, eğip-bükmeden yanlışların üzerine gitmelidir. Bu tür çatışmalarda kaybedenin genel olarak devrim cephesi olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …