Bugün, başta ABD olmak üzere emperyalistler, I. Emperyalist savaş sonrası çizilen bugünkü Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizmeye soyunmuş durumdalar…
Ortadoğu, -özellikle Mezopotamya bölgesi- bereketli toprakları, yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle, sömürgeci güçlerin her dönem ilgi alan olmuştur. Aynı zamanda sıcak denizlere açılan jeostratejik konumuyla, Hindistan ticaretini kontrol altında tutan sömürgeci güçlerin (16. yüzyılda Portekizler, 17. yüzyılda Hollandalılar, 18.yüzyılda İngilizlerin) her zaman iştahını kabartmıştır. Bu ilgi, petrolün kullanım alanlarının çoğalması ve stratejik bir önem kazanmasıyla birlikte, daha da artar. Bunun tarihi, 20. yüzyılın başıdır ki, bu aynı zamanda kapitalizmden, onun son aşaması emperyalizme geçiş dönemidir.
Emperyalizm dönemine, ‘üzerinde güneş batmayan ülke’ olarak giren en büyük sömürgeci devlet İngiltere, bu hegemonyasını sürdürebilmek için, Ortadoğu üzerinde hakimiyet kurmak zorundaydı. O yüzden de Ortadoğu haritasını sil baştan çizmesi gerekiyordu. Çünkü tüm dünya gibi, Ortadoğu da emperyalist aşamaya geçmeden önce bölüşülmüştü. Hatta diğer bölgelerin paylaşımı tamamlanmadan çok daha önce Ortadoğu paylaşılmış, ‘sahipleri’ni bulmuştu. Dolayısıyla emperyalist güçlerin bölge üzerinde hakimiyet kurabilmeleri için, 19. yüzyıla kadar Ortadoğu’ya ‘sahip’ iki büyük devletin, Osmanlı ve İran’ın zayıflatılması ve parçalanması, onun üzerinden ‘yeniden paylaşımı’ gerekecekti.
İlk olarak Çarlık Rusyası, ardından İngiltere, bu bölgeye yönelirler. 19. yüzyılın bu iki büyük sömürgeci gücü, Karadeniz ve Kızıldeniz kıyılarına yerleşerek, Ortadoğu’nun sonraki gelişiminde de belirleyici bir rol oynayacaktır. I. emperyalist savaşın öngününde Almanya atağa kalkar ve Almanya, o yıllar, Berlin’i Bağdat’a bağlayacak olan demiryolu projesiyle Ortadoğu’ya, oradan dünyaya açılma politikasını (Drang nach Osten) yaşama geçirmeye çalışır.
Dönemin en hızlı yükselişini yaşayan Alman emperyalizmidir. Osmanlı içinde de işbirlikçilerini yaratır, Padişah Abdulhamit üzerinde etkili olur, ordu içinde de Enver Paşa’nın terfisini sağlayarak Osmanlı içindeki İngiliz işbirlikçilerini ekarte etmeyi başarır. Ve bütün bunların sonucunda, Osmanlı devletinin, Almanya’nın yanında savaşa katılımını gerçekleştirir.
Sykes-Picot anlaşması
Ortadoğu’nun yeniden paylaşımının gündeme geldiği günden bu yana, bu anlaşmanın adı daha sık telaffuz edilmeye başlanmıştır. Çünkü bugünkü Ortadoğu’nun sınırları büyük oranda bu anlaşma çerçevesinde belirlenmiştir. İngiltere-Fransa ve Rusya, Almanya’nın hızlı yükselişini ve yayılmasını durdurabilmek için, kendi aralarında işbirliği yaparak böyle bir anlaşmaya imza atarlar. Şimdi Ortadoğu’da sınırlar değişirken, bu anlaşmanın da ortadan kalktığı söyleniyor. Gerçekte bu anlaşma, daha o dönemde, önemli bir darbe yemiştir.
Nedir Sykes-Picot ve neleri içermiş, nasıl sonuçlanmıştır?
Sykes-Picot 1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında yapılan anlaşmadır. Adını, bu anlaşmaya imza atan İngiltere’nin temsilcisi Sykes ile, Fransa’nın temsilcisi Picot’un isimlerinden almıştır. Sonra Rusya’nın da dahil edilmesiyle, Ortadoğu’nun üç sömürgeci güç tarafından bölüşüm anlaşması halini almıştır.
Sykes-Picot, I. Emperyalist savaş öncesinde Ortadoğu’da en büyük sömürgeci olan Osmanlı’yı parçalanma planıdır aynı zamanda. I. Emperyalist savaşta Almanya’nın yanında yer alan Osmanlı’nın, Almanya’nın yenilmesiyle birlikte, diğer emperyalist güçler tarafından bölüşümüdür. Fransa, Osmanlı’dan “savaş tazminatı” olarak bugünkü Suriye, Lübnan, Filistin, Adana-Toroslar bölgesini istemektedir. Rusya, Trabzon’un batı kesimlerini, Cizre-Umriye arasında kalan bölgeyi ele geçirmiştir. İngiltere ise, petrol bölgesi olan Musul-Kerkük’ü garanti altına alarak, Fransa ve Rusya’nın diğer bölgeleri almasına göz yummuştur.
Paylaşım planı budur. Fakat 1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi, emperyalistlerin bu anlaşmasını deşifre eder. Devrimle birlikte Çarlığın gizli belgelerine ulaşan Bolşevikler, Ortadoğu’nun bu üç sömürgeci devletler tarafından nasıl paylaşılmak istendiğini kamuoyuna açıklar.
Rusya, Ekim Devrimi ile birlikte, zaten anlaşmanın fiilen dışına düşmüştür. Rusya’nın yerine kurulan Sovyetler Birliği, anlaşmayı tanımadığını açıklamış ve bölge halklarını emperyalist savaşa, işbirlikçilerine karşı mücadeleye çağırmıştır.
1917 Devrimi, sadece bu gizli paylaşım anlaşmasını kitlelere açıklamakla kalmaz, ezilen halklar üzerinde yarattığı etkiyle de, savaşın gidişatını değiştiren bir rol oynar. Bunların başında Türkiye’de gelişen ulusal kurtuluş mücadelesi gelmektedir. Sykes-Picot anlaşmasındaki bölüşüm, 1920 yılında Serv olarak bazı küçük değişikliklerle Osmanlı’nın önüne yeniden getirilecektir. Ancak Ekim Devrimi’nin maddi-manevi desteğini de arkasına alan Ankara Hükümeti, Serv’i tanımadığını açıklayarak, bugünkü TC sınırlarına kavuşabilecektir.
Bütün bu değişimlere rağmen, Ortadoğu’nun I. Emperyalist savaş sonrası bölüşümü, Sykes-Picot anlaşması çerçevesinde olmuştur.
Savaş ve devrim
1917 Ekim’inde Rusya’da patlak veren Bolşevik Devrimi, emperyalistlerin planlarını alt-üst eden en önemli gelişmedir. Lenin’in “ya savaşlar devrimlere yol açar, ya da devrimler savaşları önler” saptaması, Ekim devrimi ile birlikte somut bir gerçek halini aldı.
Ekim Devrimi’nin, hem Rusya gibi büyük bir sömürgeci ülkede ve çok geniş bir coğrafyayı kapsayarak gerçekleşmesi, hem de daha önemli olarak, proleter devrim niteliğinde olması, onu öne çıkardı. Yoksa I. Emperyalist savaşın başlamasından iki yıl kadar sonra, birçok Avrupa ülkesinde halk ayaklanmaları ve devrimler patlak vermeye başlamıştı.
1916 yılında İrlandalı işçi ve emekçiler, Connolly’nin önderliğinde emperyalist savaşa karşı ayaklandılar. Bu ayaklanma, İrlanda devrimine yol açacak uzun bir sürecin ilk adımıydı. Keza Almanya’da Spartakistler önderliğinde işçiler, 1 Mayıs 1916’da sokaklara çıktılar, grevler gerçekleştirdiler. Ocak 1918’de ise, bir ayaklanmaya dönüştü. 1917’de Fransa’da bir tümen asker ayaklandı, kızıl bayraklarla Paris’e yürüdü. İtalya’da sanayi şehirlerindeki sokaklar, kitle hareketlerine sahne oldu. 1918’de Avusturya-Macaristan’da devrim gerçekleşti.
Bütün bunlar, ama özellikle de Ekim Devrimi, emperyalist savaşın durmasında ve birçok emperyalist planın alt-üst olmasında belirleyici bir role sahiptir. Sykes-Picot anlaşmasını dünya halklarına açıklayan Bolşevikler, emperyalistlerin Ortadoğu üzerindeki planlarını bozarken, halkların ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerine de esin kaynağı oldular. Sadece esin kaynağı olmakla da kalmayıp, para, silah vb. yardımlarla, bu mücadelelerin zaferle taçlanmasına en büyük desteği sundular.
Türkiye’nin ulusal kurtuluş savaşında da Ekim Devrimi ve onun katkıları, çok önemlidir. Hatta diyebiliriz ki, Türkiye Cumhuriyeti varoluşunu, büyük oranda Ekim Devrimine borçludur. Çünkü Sykes-Picot anlaşmasını deşifre edip emperyalistlerin Ortadoğu üzerindeki planlarını bozan da, Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketini maddi-manevi güçlendiren de Ekim Devrimi’dir. Dahası, emperyalizmin en büyük korkusu olan ‘komünizm heyulası’nın Rusya’dan Türkiye’ye yayılma ihtimaline karşı, emperyalistleri tavizkar olmak zorunda bırakan da, bu devrimdir.
Bu gerçeği, her tür milliyetçi akım, özellikle gözlerden ırak tutmaya, gizlemeye çalışır. Savaşları durduracak tek gücün devrimler olduğu gerçeğinin; gerek I. emperyalist savaşın bitmesi, gerekse Türkiye’deki ulusal kurtuluş savaşının başarıyla sonuçlanmasında, Ekim Devrimi’nin rolünün, bilinmesini istemezler. ‘Misak-ı milli’ ve ulusal kurtuluş savaşı üzerine onca gürültü koparıldığı halde, Ekim Devrimi ve SSCB’den bahsedilmemesi bu yüzdendir.
Savaşı durduracak tek güç
Kısacası, insanlık tarihinin en eski uygarlıklarının beşiği olan bu coğrafyada, I. emperyalist savaş sonrası sınırlar yeniden çizilirken ve yeni devletler oluştururken, bölge halklarına hiç danışılmamış, onun iradesine başvurulmamıştır. Bunların içinde biraz farklı bir seyir izleyen Türkiye, yukarıda özetlediğimiz gibi, bunu içte işgale karşı gelişen halk direnişine ve hemen yanıbaşında gerçekleşen Ekim Devrimi’ne borçludur.
Emperyalistlerin Ortadoğu politikalarına yön veren ana faktör, yeraltı-yerüstü zenginlikleridir. Bunun da başında petrol, su gibi enerji ve yaşam kaynakları gelmektedir. Bu durum, bugün için de geçerlidir. Yine sınırlar, halkların iradesi dışında çizilmeye çalışılmakta ve yine her şey, bu kaynakların kimin ele geçireceğinde düğümlenmektedir.
Fakat başta Ekim Devrimi olmak üzere, emperyalist savaşa karşı başlayan halk ayaklanmaları ve devrimler, her şeyin emperyalistlerin planları doğrultusunda gerçekleşmeyeceğini somut olarak göstermiştir. II. Emperyalist savaşta ise, emperyalistler kaldırdıkları taşı ayaklarına düşürmüş ve birçok ülkede devrimler patlak vermiş, sadece faşizm değil, kapitalist-emperyalist sistem büyük bir darbe yemiş, geriletilmiştir. Öyle ki I. Emperyalist savaş sonrasında, dünyanın altıda biri sosyalist iken, II. Emperyalist savaş sonrası dünyanın üçte biri sosyalist kamp içinde yer almaya başlamıştır.
Bugün sürmekte olan yeni emperyalist savaşı da durduracak ve emperyalistlerin planlarını bozacak tek güç, işçi ve emekçilerin, ezilen halkların ayaklanmaları ve devrimlerdir.