O gökdelenlerinizin altında işçi kanı var

torun

Soma katliamının üzerinden henüz kısa bir zaman geçti. Ama işçi katliamlarının arkası kesilmedi. En son Torunlar Center inşaatından toplu katliam haberi geldi. Işıltılı koca gökdelenlerin, AVM’lerin altında işçi kanının yattığı, bir kez daha kör gözlere sokulurcasına görüldü.

İstanbul’un göbeğinde, Mecidiyeköy’de asansörün raydan çıkması sonucu 32. kattan yere çakılmasıyla 10 işçi öldü. 6 Eylül’de yaşanan bu katliamdan bir ay önce, aynı inşaatta bir işçi, yine asansör nedeniyle katledilmişti. Ama haber olabilmek ve dikkat çekebilmek için onar onar katledilmek gerekiyordu!

Asansörü tamir etmek yerine, işçileri ya onlarca katı yürüyerek çıkmak, ya da bozuk şekilde binmekle karşı karşıya bırakan patronlar, utanmadan çıkıp aynı asansöre kendilerinin de bindiğini iddia edebildiler. Tıpkı Soma patronu gibi basın önüne geçtiler ve suçu işçilerin üzerine attılar. Onlar her türlü eğitimi veriyorlar, ama işçiler kurallara uymuyorlardı(!)

* * *

İstanbul’un göbeğinde yaşanan katliam haberi gelir gelmez, devlet ambulans ve itfaiye yerine, inşaat alanına çevik kuvvet, tomalar ve akrepleri gönderdi. Ölen ölmüştü, önemli olan protestoları önlemekti! Onları asıl ilgilendiren, hatta tek ilgilendiren şey buydu! Asansörün içinde kaç işçi olduğu dahi, saatler sonrasında ortaya çıkarılabildi.

Katliamın ardından yeni başbakan Davutoğlu, “herkes şehit düşen işçi kardeşlerimiz için fatiha okumakla yükümlü” dedi. Bir fatihayla bütün sorumluluklarından kurtuluyorlardı! Tıpkı Ethem Sarısülük davasında “öldüğünü duyduktan sonra çok fatiha okudum” diyerek iyi halden indirim alan Ahmet Şahbaz gibi…

“Fıtrat”, “kader”, “fatiha”… Devletin anlayışı her işçi katliamının ardından bir kez daha kendini kusuyor. İşçi ve emekçilere asla tutmayacakları sözleri verip, birkaç göstermelik tutuklamayla sorumluluğu üstlerinden atmaya çalışıyorlar. Kanunları ise, patronların çıkarları doğrultusunda çıkarmaya devam ediyorlar. İşçilerin sadece işgüçlerini sömürmüyorlar, kanını, canını alıyorlar. İşçilerin cesetleri üzerinden gökdelenleri yükseltiyor, karlarına kar katıyorlar.

* * *

Katliamın ardından aldıkları polisiye önlemler, sadece eylemleri değil, inşaatta çalışan işçilerin dışarıya çıkıp bilgi vermesini engellemek amacını da taşıyordu. Ancak işçilerin önemli bir kısmı, işten atılmayı göze alarak, çalışma ve yaşam koşullarını anlattılar ve ölen arkadaşlarına sahip çıktılar.

Elektrik işçisi Nazım Altındemir, “tek asansör çalışıyordu ve bindiğimizde dua ediyorduk, böyle bir facianın yaşanacağı belliydi” dedi. Ahmet Demir, “iki gün önce içinde insan yokken boşluğa düştüğünü ve tamir edilerek tekrar kullanıldığını duymuştuk. Asansör görevlisinin hiçbir teknik ve bilgi ve eğitimi yoktu. Hepimiz içinde olabilrdik” diyor. Hüseyin Yıldız ise, asansörlerin sürekli arızalandığını, 20 gün önce de düştüğünü söylüyor. Ve hepsi insanlık dışı koşullarda, adeta cehennemde yaşadıklarını anlatıyor.

İşçilerin koşulları kamuoyuna yansıdıkça, milyarlarca dolar karların nasıl sağlandığı da gün ışığına çıktı. Kocaman farelerle dolu kirli koğuşlarda yaşayan, üst üste ranzalarda nöbetleşe uyuyan işçiler, 24 saat boyunca kölece çalıştırılıyorlardı. O gökdelenler, o residanslar ki, bir dairesi 1-2 milyona satılıyor. Bu binaları inşaa edenler ise, inşaatların en izbe köşelerinde kölece barındırılıyor; bir asansörün tamiri, karları eksilmesin diye yaptırılmıyor!

* * *

İstatistikler, Türkiye’nin işçi katliamlarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü olduğunu açıklıyor. Ve bu durum her geçen yıl katlanarak sürüyor. 2005 yılından sonraki artış, oldukça çarpıcıdır. İşçi Sağlığı ve İşgüvenliği Meclisi’nin verilerine göre, 2002’de 872 işçi hayatını kaybederken, 2006’da 1592 işçi katledildi. 2008’de kriz nedeniyle sayı biraz düştükten sonra, “ekonominin canlanması” ile birlikte yeniden fırlıyor. 2009’da 1171, 2010’da 1444, 2011’de 1700 diye yükseliyor ve 2014’ün ilk altı ayında 950’ye ulaşıyor. İşçiler her yıl artan oranda burjuvazinin kar hırsına kurban ediliyor.

Ama madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda ölenler, birer rakam değil; her biri umutları, özlemleri, beklentileriyle canlı birer insanlar. En son Torunlar inşaatında ölen işçilerin kimisi okuyabilmek için para biriktirmek üzere girmişti işe, kimisi hasta çocuğunu tedavi ettirmek için… Birçoğu Anadolu’nun değişik bölgelerinden İstanbul’a çalışmaya, yaşamlarını idame ettirmeye gelmişti. Ama onların payına yine ölüm düştü. Aynı yerde çalışan iki kardeş de bunların arasındaydı…

* * *

Katledilen işçilerin ardından egemenlerin ve onların sözcülerinin döktükleri gözyaşları, attıkları nutukların hepsi sahtedir. Yaptıkları ve yapacakları, karlarını daha çok büyütmektir. Soma’nın üzerinden birkaç gün geçince işçileri çalışmaya zorlayanlar, Torunlar Center’da da aynısını yaptılar ve işçileri çalışmazlarsa işten atacaklarını söylediler.

Ne acısını yaşama hakkı vardı işçilerin, ne de itiraz etme hakkı. Ama kitlesel protestoları engelleyemediler. Ne tomaları, çevik kuvveti, ne de işçilere yönelttikleri tehditleri kar etmedi. Aileleri arayan Davutoğlu’na en güzel cevabı, inşaatta katledilen Dersimli üniversite öğrencisi Ali Hıdır Genç’in babası verdi: “Sorumlusu sizsiniz” diyerek başsağlığı dileğini kabul etmedi. Hesap sorulması gerekenin burjuvazi ve onun devleti olduğunu hatırlattı. Ama bu acılı babanın haklı isyanı, AKP yandaşı medya tarafından hedef tahtasına çakıldı. Sabah gazetesi sözde nezaket dersi vermeye ve utanmadan “Başbakan adam yerine koymuş aramış” diyerek bir de aşağılamaya kalktı. Bu da yalaka burjuva basının, işçi ve emekçilere “nezaket”li bakışıydı! İşçi ve emekçiler ve onların aileleri “adam yerine” bile konulmamalıydı!

* * *

Ama boşuna! İşçi ve emekçiler artık daha fazla dayanışma içinde ve seslerini birleştirmeye çalışıyor.

Soma’daki katliamın ardından Türkiye’nin her tarafından nasıl yüzbinler sokaklara döküldüyse, Torun Center’daki katliamın ardından da kitleler sokaklara döküldüler. İnşaat işçileri, otobanları kapattı ve binlerle greve gittiler, ölen arkadaşlarının hesabını sordular.

Sorulacak hesap büyüdükçe, sınıf kinimiz de büyüyor. O nefretle vurulacak burjuvazinin beynine. Nasıl onlar sınıf kinleriyle yaklaşıyor, bizleri iliğimize dek sömürüyor, aşağılıyor ve katlediyorlarsa; biz işçi ve emekçiler de hesabın sorulacağı o büyük ve görkemli günlerin özlemiyle yürüyeceğiz üzerlerine…

Ve siz, bir kez daha bakın o görkemli ve şatafatlı gökdelenlere, residanslara, statlara… Bir kez daha göz atın o bilboardlarda yansıyan ve cennet diye sunulan binalara. Temelinde can ve kan göreceksiniz, milyonlarca ağacı ve hayvan cesedini göreceksiniz! Camlarından ve kapılarından üzerlerinize kan damlayacak sessiz sessiz!..

O milyon dolarlar, işte bu yaşamların üzerinden doluyor kasalara… Torunlar, Ağaoğulları, “yeni yaşam alanlarını” böyle sokuyorlar gözümüze…

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …