Patronlar ve onun devleti, işçi ölümlerine doymuyor. Gün geçmiyor ki, bir işçi cinayeti-katliamı yaşanmasın… Madenlerde, inşaatlarda, yollarda sürekli ölüyorlar.
Soma’da 300’ün üzerinde madencinin katledilmesinin üzerinden 6 ay geçmeden, Ermenek’ten bir katliam haberi daha geldi. 18 madenci, bu kez sular altında kalmıştı. Keza Zonguldak’ta, Şırnak’ta ve diğer madenlerde işçiler birer-ikişer ölmeye devam ediyordu.
Madenler, birer “ölüm kuyusu” gibi işçileri yutarken, inşaatlar da durmuyordu. 10 işçinin Mecidiyeköy’ün ortasında katledilmesinden sonra da yeni ölümler yaşandı. Ve en son Yalmaç’ta mevsimlik işçileri taşıyan bir midibüs kaza yaptı, 17 işçi daha orada can verdi. 27 kişilik arabaya 45 işçi bindirilmişti; öğrenildi ki, daha öncesinde aynı arabaya 70 işçinin bindiği olmuştu!
Kapitalizmde işçi-emekçi hayatının ne kadar değersiz olduğunu, her gün yaşanan ölümlerle tekrar tekrar öğreniyoruz. Tek amaç daha fazla kar olunca, işçinin sadece alınterini değil, kanını-canını da emiyorlar. Patronlar öldürüyor, devlet de onları koruyup-kolluyor! Bugüne dek yaşanan onca işçi katliamından ağır cezaya çarptırılan bir tek patron oldu mu? Daha geçtiğimiz günlerde Mecidiyeköy’deki ölümlerden sorumlular hakkında “takipsizlik” kararı verildi. Tepkiler yükseldiğinde, en fazla “dayıbaşı”lar, taşeronlar yargılanıyor, ama asla büyük patronlar değil!
Çünkü bu devlet ve onun hükümetleri büyük patronlara hizmet etmek için kurulmuştur. Onların çıkarlarının sözcüleridir; onlara dokunacak hiçbir kararı almaz, hiçbir yasayı çıkarmazlar.
Örneğin Soma katliamının ardından, sözde madencilerin durumunu düzelten bir yasa çıkarıldı. Ama maden patronları lokavta gittikleri halde, hükümet hiçbir şey yapmadı; sonra madencilerin yemek, servis gibi en temel haklarını gaspederek çalışmaya zorladılar, aylarca ücretlerini ödemediler, yine bir şey yapmadı! Ne zaman ki, buna karşı yürümeye kalktılar, önlerine polisi, yasaları diktiler!
Somalı madenciler, aylardır ücretlerini alamıyorlar. Onlar adına toplanan bağışlara da devlet el koymuş durumda. Buna tepki olarak Ankara’ya yürümek için yola çıktıklarında, Ermenek’ten katliam haberi duyuldu. Bunun üzerine yönlerini Ermenek’e çevirdiler, ama oraya gimelerine de izin verilmedi. Adeta sıkıyönetim ilan edilmiş, Ermenek’e girişler durdurulmuştu! Basına bile engel çıkardılar. Oradaki insanlık-dışı uygulamaları kimse görmesin, duymasın; kimse acılı ailelerle dayanışmasın, öfkeler eyleme dönüşmesin diye…
AKP hükümeti, Soma’dan bu dersi çıkarmıştı! İşçi ölümlerini değil, ona karşı oluşan tepkileri durdurma yönünde önlemleri arttırmışlardı. Çünkü bu ölümlerin durmayacağını en iyi onlar biliyordu. AKP hükümeti döneminde işçi ölümlerinin sayısında çok ciddi bir artış var. Günde ortalama 5 işçi can veriyor. Kapitalist sömürü sistemi en vahşi haliyle işletiliyor; rüşvet, rant ve yolsuzlukta sınır tanınmıyor; kendi yasalarını bile çiğneyen bir pervasızlıkla hareket ediliyor. Taşları bağlayıp köpekleri salıyorlar!
* * *
AKP döneminde artan sadece işçi ölümleri değil. Kadın cinayetleri de yüzde 1400 dolayında arttı. İşçi ve kadın düşmanı yüzleri çok net biçimde görüldüğü halde, “insan hakları”, “demokrasi”, “barış” havarisi kesildiler.
Sözde “analar ağlamasın” diyerek bir “çözüm süreci” yürütüyorlardı. Ama hergün analar ağlamaya devam ediyordu. Hem de artan sayılarla… Cumartesi anneleri geçen ay 500. haftaya girdiler. Yaklaşık 20 yıldır Galatasaray Meydanı’nda “kayıplarımız nerede” diye soruyorlardı. Fakat ne çocuklarının kemiklerine ulaşabildiler, ne de katilleri yargılandı! Güya AKP, Ergenekon davalarıyla kontr-gerillayı yargılayacaktı! Buna ‘sol’dan destek verenler, umut ve beklenti pompalayanlar oldu. Oysa bırakalım kontrgerillanın yargılanmasını, onları bu davalardan aklamaya çalıştılar. Ardından da hepsini serbest bıraktılar. Şimdi Gülen Cemaati’ne karşı onlarla uzlaşma dönemiydi. Hatta Ergenekon ve Balyoz davalarını açanlar hakkında dava açılması gündemdeydi…
MGK, 10 saati aşkın süren son toplantısıyla 28 Şubat rekorunu kırdı! Hükümetin “paralel yapı” ile mücadeleyi, gerçek anayasa olarak bilinen “kırmızı kitap”a sokma çabası, “bütün cemaatleri kapsama” tehlikesi karşısında boşa düştü. Elbette bu kadar uzun toplantının tek konusu Cemaat değildi. Peşmergenin Kobane’ye geçişinden “çözüm süreci”ne birçok kritik konu gündemdeydi. Devletin MGK kararları ile yönetildiği bir kez daha görüldü.
AKP’yi “askeri vesayete, darbelere karşı” diyerek “demokrat” ilan edenler, yaşananlardan da sorumludurlar. 12 Eylül’den sonra ilk kez 6 ilde “sokağa çıkma yasağı” uygulandı mesela. Kobane için ayağa kalkan kitlenin üzerine vahşice saldırıp iki günde onlarca insanı katlettiler. Ardından “misliyle karşılık bulacaklar”, “5 toma yetmezse 100 toma getiririz” diyerek devlet teröründe sınır tanımayacaklarını ilan ettiler.
Bu arada “çözüm sürecini bitiririz” tehdidi ile Kürt hareketini tamamen teslim alma çabaları da hız kazandı. HDP’yi ve onun eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ı 6-7 Ekim olaylarının sorumlusu ilan edip hedefe çaktılar. Ardından HDP Genel Merkezi’ne ve Demirtaş’a yönelik saldırılar gerçekleşti.
* * *
Görüldüğü gibi işçi ve kadın cinayetlerinde rekor kıran AKP hükümeti, Kürt halkına yönelik saldırılarda da önceki hükümetleri aratmıyor. Büyük ozan Nazım Hikmet’in söylediği gibi, sana düşman / bana düşman / Düşünen, başkaldıran insana düşman…
Bu insanlar, güçlerini birleştirip egemenlerin üzerlerine yürümedikçe de, aşağılanmaya, sömürülmeye ve katledilmeye devam edilecek… İşçi, emekçi ve ezilen halkların ortak düşmanı olan emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı güçlerini birleşmeleri dışında başka yol yoktur. Bu ücretli kölelik sistemine son vermek için örgütlenmeli, birleşmeli ve savaşmalıyız!