Savaşa girme hazırlıklarına hız veren AKP hükümeti, Kobane’ye destek vermek için yapılan eylemlerin ardından, askerin ve polisin yetkilerini arttıran yeni bir yasayı daha meclisten geçirdi.
2013’deki Haziran ayaklanmasında kendi sonunu gören hükümet, tüm kurumlarda temizlik operasyonlarına girişmişti. Kobane için Türkiye’nin dört bir yanında başlayan eylemlere de devletin kolluk güçleri vahşice saldırdı. Eylemlerde ölen insanların birçoğunu kendileri katlettikleri halde, “cam çerçeve kırdılar”, “kamu malına zarar verdiler” diyerek 6 ilde sıkıyönetim ilan etti. Ardından yine büyük bir gözaltı-tutuklama terörü başlattı.
Kitlelerin artan eylemlerinden korkan AKP, hem yargıda hem de kolluk güçlerinde yeni düzenlemelere gitti. Erdoğan’ın “kahraman” ilan ettiği polisler, insanları sokaklarda katlederken, hareket alanlarının kısıtlı olduğunu iddia edebilmişti. Davutoğlu ise, “yanan her tomanın yerine 10 toma alırız” diyerek, teçhizat alımlarının hızlandırılacağını söyledi. Kitlenin meşru eylemine “misliyle karşılık vereceğiz”le başlayan saldırganlığa devam ettiler. Yine HSYK seçimlerinde Gülen Cemaati’ne karşı elde ettikleri üstünlüğü pekiştirmek için, yargıçların ve savcıların atanmasında düzenlemelere giriştiler.
17-25 Aralık operasyonu sırasında zor anlar yaşayan AKP, kendini kurtarmak amacıyla yasaları değiştirmişti. Ve bunu da demokratikleşmenin bir gereği gibi sunmuştu. Polis ve yargıda arka arkaya yapılan operasyonlarla “yolsuzluk” dosyalarının hepsinde “takipsizlik” kararı aldırdıktan sonra, 6 ay önce değiştirdiği yasayı, yeniden değiştirip eskisinden daha anti-demokratik haline getirdi.
Yolsuzluk dosyalarında telefonlardan başı epeyce ağrıdığı için, telefon dinleme yetkisini tek hakimin kararına bıraktı. (Öncesinde bir dinleme işlemi için oy çokluğu gerekiyordu.) Savcı olmak için avukatlıkta 5 yıl çalışma zorunluluğunu da 2 yıla indirdi. Bu da AKP’nin yargı içindeki kadro sayısını arttırmasının önünü açmak içindi. Ceza Sulh Mahkemesi sacılarının yetkileri de genişletildi. Örgütlü suçlarda yetkili olan mahkemeye bütün illerde operasyon yetkisi verildi. (Oysa önceki değişiklikte, başka bir ilde operasyon yapabilmek için o ilin mahkemelerinin izni gerekiyordu.)
Polislere, yargısız infazları resmileştirecek tarzda, “vur” emri verildi. Zaten pekçok durumda pervasızca kurşun sıkan polis, artık yasal izinle bunu yapabilecek. Molotof atmaya karşı polis silah kullanabilecek. Okmeydanı’nda cemevi önünde Uğur Kurt’u katleden polis de böylece aklanıyor, Gezi eylemlerinde pervasızca katledenler de.
Asıl amaç, en demokratik hakların kullanılmasnı engellemek. Basın açıklamalarına dahi son dönemde vahşi şekilde saldırmaları bu yüzden. Eylem öncesi toplanma yerlerini siviliyle-resmisiyle polisin ablukaya alması, yürüyüşlerin “güvenlik” gerekçesiyle önlenmesi bu yüzden.
Polisin kişiyi ve ikamet adreslerini, işyerlerini aramak için savcılıktan alması gereken iznin kapsamı da genişletildi. “Somut delile dayalı arama” ibaresi, “makul şüphe” şeklini aldı. Polis herkesi “şüpheli” diye çevirip gözaltına alabilecek, evlerini basabilecek. Mahkeme kararlarına rağmen evleri talan eden, duvarları-kapıları kırarak giren polisin, bu değişiklikten sonra neleri yapabileceğini tahmin etmek zor değil.
Keza mala el koyma ve tedbir alma durumu da genişliyor. “Anayasal düzeni değiştirmek” durumunda ancak yapılabilen “el koyma” işlemini, şimdi “hükümete karşı hakaret ya da tehdit”, “yasadışı örgüte yardım” gibi maddelerle genişletiliyor ve kolaylaştırılıyor. AKP’nin kendine muhalif herkesi “hükümete karşı tehdit” olarak gördüğünü ve haklarında birçok dava açtıklarını biliyoruz. Böyle bir durumda o kişilerin banka hesapları dondurulacak, mal varlıklarına el koyulabilecek. Bugüne dek baskı ve terörle sindiremediklerini, ekonomik olarak köşeye sıkıştırmanın hazırlıklarını yapıyorlar.
Eylemlerde gözaltına alınanların tutuksuz yargılanması da değişiyor. Artık herhangi bir eylemden, baskından gözaltına alındığı anda, delil olmasa dahi tutuklama kararı çıkacak. Eylemde yüzün kapalı olması bile suç unsuru kabul edilecek. Dosyaya erişim hakkı da kısıtlanıyor. Dosyalara gizlilik kararı koyarak yıllarca devrimcileri-komünistleri hapiste tutan devlet, iddianame hazırlanana kadar “tutukluluk” süresini uzatıyor. Devletin anayasasına, düzenine, hükümete tepkilere kadar genişliyor kapsam. Dosyada sanık olacak kişi, ancak kendisiyle ilgili olan kısma ulaşabilecek, Yani dosyanın tamamı hakkında fikir ve bilgi sahibi olmadan, neyle yargılandığını dahi bilmeden uzun süre hapiste tutulacak. Dosya örnekleri de avukatlara “soruşturmayı tehlikeye düşürebilir” gerekçesiyle verilmeyecek. Ancak savcı izin verirse ve hakim onaylarsa dosyalar incelenebilecek.
Hükümet, her kitle eyleminin ardından, askerin ve polisin yetkisini arttırıyor. Envai çeşit silahlarla güçlendirdikleri askerin ve polisin gücü, kitlelerin önünde duramadıkça, sivil faşistleri devreye sokuyorlar. Amaçları kitleleri sokağa çıkamaz hale getirmek, “korku duvarlarına” hapsetmek!
İşçi ve emekçileri her türlü ekonomik cendereyle sıkıştıran, vahşice sömüren ve madenlerde, inşaatlarda katleden devlet, onun isyanını polis-asker şiddetiyle, mahkeme kararlarıyla durdurmanın peşinde. Ama korkunun ecele faydası yok! Bunca baskı ve şiddete rağmen kitleler artan sayılarda sokağa çıkıyor. Çıkarılan hiçbir yasanın, sokaklarda hükmü geçmiyor. Son sözü yine sokaklar söylüyor.
Sokaklar, meydanlar, caddeler, fabrikalar işçilerin ve emekçilerin okuludur. Bu okulda yılların deneyiminden çıkan ve burjuvazinin de çok iyi bildiği bir slogan vardır: “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır”!