Faşizmin yenilgisinde “dönüm noktası”; STALİNGRAD DİRENİŞİ

direnis-tarihi1

II. emperyalist savaşın sonucunu belirleyen Stalingrad direnişi, emperyalist savaşa karşı devrimci önderliğin ve bu önderlikle bütünleşmiş halkın yenilmezliğinin simgesidir. Ondan dolayıdır ki, her direnen şehir, Stalingrad’la özdeşleştirilir. Bugün Kobane’nin olduğu gibi…

Emperyalist savaş ve ona karşı mücadele, her zaman insanlığın varlık-yokluk sorunu olmuştur. Ama her defasında kazanan, “büyük insanlık”tır, devrimdir, sosyalizmdir…

I. emperyalist savaş, Ekim Devrimi başta olmak üzere birçok yerde ulusal kurtuluş savaşlarına sahne olurken, II. Emperyalist savaş, faşizme karşı sosyalizmin zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu zaferde “dönüm noktası” Stalingrad direnişidir. Onun bir efsane halini alarak bugünlere ulaşması da bu yüzdendir.

Stalingrad, en ileri teknoloji ile donanmış faşist bir orduya karşı, devrimci bir önderlikle bütünleşmiş bir halkın direnişi ve zaferidir. Ve Stalingrad, tüm insanlığa, emperyalist savaşa karşı zaferin anahtarını sunmuştur.

* * *

ABD başta olmak üzere emperyalistler, ’29 krizinin şiddetli sarsıntısı üzerlerinden atamamışlardı. Diğer taraftan, sürekli olarak ekonomik büyümesini ve refahını artıran, üretim rekorları kıran sosyalist Sovyetler Birliği (SB) dünya halklarına umut yayıyor, işçi ve emekçi kitleler için çekim merkezi oluyordu. Bu nedenle emperyalist ülkeler özellikle sosyalist Sovyetler Birliği’ni hedefe çaktılar, SB’ye saldırması konusunda Hitler’i cesaretlendirici politikalar izlediler. Böylece emperyalistler sosyalizm tehdidinden kurtulacaklar, dünya genelinde işçi ve emekçilerin, ezilen halkların umutları da paramparça olacaktı.

1941 yılında Almanya, yönünü SB’ye çevirdi. Alman ordusu, Ukrayna topraklarından başlayarak, modern teçhizatla donatılmış milyonlarca askeriyle ilerliyorlardı. 3 Haziran 1941’de faşist general Franz Halder savaşın sadece iki hafta süreceğini açıklıyordu. Ama iki haftada sonuçlanacağını umdukları bu savaşı bitiremediler. Orada karşılaştıkları direniş, Nazi Almanyası’nın sonunu getirecekti.

Hitler, giriştiği sefer için “dünya tarihinde görülen en büyük askeri yürüyüş” diyordu. En modern teçhizatla donatılmış ve her girdiği ülkeyi çok kısa sürede yerle bir etmiş 3 milyon askerine güveniyordu. Berlin, Londra, Washington’daki görüşler, en fazla bir ay içinde Sovyet direnişinin ‘yıldırım savaşı’ ile ezileceği şeklindeydi. Oysa bu savaşın sonucunu, yalnız silah gücü değil, bütün dünyanın bir cephe halinde birleşmesi belirleyecekti.

Stalin bunu, Alman istilasının başlamasından iki hafta sonra radyoda yaptığı ilk savaş sırası konuşmasında belirtti. Sovyet halkına, düşmanın epeyce toprak ele geçirdiğini söyledi. Ne var ki bu, paniğe neden olmamalıydı. “Yenilmeyecek ordu yoktur, hiç de olmamıştır” diyordu. Almanya, çok önemli askeri avantajlar sağlamıştır, ama “kendisini kana susamış bir saldırgan olarak ortaya koymakla politik bakımdan kaybetmiştir.” Sovyet karşı stratejisi, “Bütün bir halkın savaşı” olmalıdır. Ordu, “her karış vatan toprağı için savaşmalıdır” ama “zorunlu geri çekilme halinde” değerli her şey boşaltılmalı ya da yok edilmelidir. “Avrupa ve Amerika halklarındaki” sadık müttefiklere sesleniyordu: “Ülkemizin özgürlüğü için verdiğimiz savaş, demokratik özgürlükler için, Avrupa ve Amerika halklarının mücadelesi ile kaynaşacaktır.” Bu ülke halklarını yalnız direnmeye değil, “zaferi kazanmaya” çağırıyordu…

Sovyetler Birliği’nin Hitler’e direnmesi, sürgündeki hükümetler ile ittifak kurması, Avrupa’daki bütün Nazi düşmanı unsurları -komünistlerden tutun da monarşistlere dek- Direnme Hareketi’nde birleştirdi.

Uzmanlar özellikle Kızıl Ordu’nun modern teçhizatına şaşıyorlardı…. NewYork’lu bir gazeteci şöyle soruyordu: “Nasıl oluyor da eline verdiğin bir traktörü kullanamayan şu Rus köylüleri, binlerce tankı yeterli bir biçimde yönetebiliyorlar?” Bunun ‘Beş Yıllık Plan’ sayesinde mümkün olduğunu bilmiyorlardı.

Almanlar “yumuşak geri” bulamıyorlardı. Karşılaştıkları şey; gerilla olarak örgütlenmiş ve düzenli Rus birlikleri ile işbirliği halinde kolektif çiftçiler oluyordu… Sovyet taktiğinde, ordu ile halkın faaliyetleri eşgüdümlüydü. Kullanılan slogan; “Cephe, yalnız topların gümbürdediği yer değildir. Her çiftlikteki her atölye cephedir” diyordu…

Siviller ordu ile işbirliğine fizik olarak da kendilerini hazırlamışlardı. Altı milyon insan, GTO rozeti testini kazanmıştı. Bu, her türlü koşma, yüzme, atlama, kürek çekme ve kayak yapma koşullarına uygun, “çalışmaya ve savunmaya hazır” insan demekti. Pek çok insan ücretsiz paraşütle atlama ve planör kurslarına katılmıştı. Küçük çocuklar bile kültür ve dinlenme parklarındaki paraşüt kulelerinden atlamaya can atıyordu… Çiftliklerin, yaz zamanı için çocuk bakımevleri vardı. Buraları, kurs gören yaşlı analar yönetiyordu. Bu örgütler, çocukları gruplar halinde yönetiyor ve cepheye asker getiren kamyonlarla çocukları geri bölgelere taşıyorlardı. Her çiftliğin atış talimlerinde silah kullanmayı öğrenen ve kendi silahları olan sivil savunma grupları vardı. İşte bunlar hazır gerilla gruplarını oluşturuyordu…

Düşman yaklaşırken her sanayi kuruluşunda işçiler ekipler kurarak makineleri söküyor, yağlıyor, ambalajlıyor ve doğuya doğru gönderiyorlardı. İşçiler de makineleri ile birlikte doğuya gidiyor, Sibirya’da ya da Urallar’da belli yerlerde fabrikalarını yeniden kuruyorlardı… Tutsak edildikten sonra Moskova’da bir Alman pilotu “çalışan büyük halk kitlelerini havadan gördüğüm zaman büyük şaşkınlık geçirdim” diyordu. Kaçan insanlar arasında korku ve dehşet salmaya alışmıştı pilot.

Kızıl Ordu dergileri, ‘yıldırım tipi’ savaşı tahmin edebilmişlerdi… Eğer güçleri eşit ülkeler sözkonusu ise, ‘yıldırım’ hemen başarıya ulaşmazsa, savaş uzar ve sonucu, ülkelerin nispi ekonomik kaynakları, savaş yedekleri ve halkın morali belirlerdi. İşte şimdi Sovyet halkları ile Nazi ordusunun yüzyüze geldikleri sınav buydu.

Şimdi Moskova cepheydi. Halk günlük 1.600 kalorilik rejime girmişti. Ne okullara, ne evlere kömür veriliyordu. Kömür savaş sanayi içindi. Evlerde elektrik yoktu. Elektrik mühimmat yapmak içindi. Halk, oniki saatlik çalışmadan sonra evlerine dönüyor, karanlıkta giysileri ile yatağa yığılıp, yorganlarını başlarına çekiyorlardı…

Stalin, Moskova’da kaldı. 7 Kasım 1941’de Alman topları varoşlarda gümbürder ve Hitler Moskova’nın alındığını ilan ederken, Stalin Kızıl Meydan’da birlikleri teftiş ediyordu. Bu hareket, Moskova halkına güven verdi. O kış Moskova, Almanları altmış mil geriye itti ve orada tutmayı başardı…

Sovyet bilim adamları, halka parklardaki çam yapraklarından C vitamini alma yollarını öğretmişlerdi. Ünlü besteci Shostakoviç itfayeci olmuştu… Vakit buldukça bu mücadeleye ve zafere adadığı Yedinci Senfoni’yi besteliyordu…

1942 yazında Hitler, “Stalingrad’ı ne pahasına olursa olsun ele geçirin!” emrini vermişti. Stalingrad’ın düşmesi, Moskova’nın güneyden sarılması için yol açacaktı… Günlerce, binlerce uçak ve binlerce top bu kente saldırdı. Almanlar, Stalingrad’ı ikiye ve belki de on parçaya böldüler. Hitler, kaç kez bu kentin alındığını bildirdi. Gerçekten de çoğunu almıştı, ama halkı alamamıştı. Bir Nazi subayının üstlerine yazdığı mektuptaki şu ifadeler, Stalingrad için yürütülen direnişin gücünü ortaya seriyor: “Volga’ya ulaşmamıza yalnızca bir kilometre kaldı, fakat bu bir kilometreyi bir türlü geçemiyoruz. Bu bir kilometre için yapılan savaş, bütün Fransa’nın ele geçirilmesi için yapılan savaştan daha uzun sürdü.”

“Volga’dan öte toprak yoktur” sözü, Stalingrad’da dilden dile dolaştı. Sokak sokak, ev ev, oda oda dövüştüler. Tüfek, el bombası, bıçak, demir sandalye, kaynar su… ne buldularsa kullandılar. “Yıkılmadık bina kalmadı” diyordu Alman raporları. “Eğer yüreğiniz varsa, her tuğla yığını bir kale olabilir” sözleri dolaşıyordu dillerde. Stalin, “geri alınan her tepe, zaman kazandırır” diye tel çekmişti. Stalingrad halkı, tam 182 gün işte böyle savaştı… Ve 2 Şubat 1943’de Almanlar teslim oldular… Almanların bütün dünyayı köleleştirme hevesleri, işte burada, yiğit Volga kentinin erkek ve kadınlarınca parça parça edildi…

Stalingrad’dan sonra Almanlar sürekli geri itildiler. 1943’de Ukrayna’dan, 1944 yazında Sovyet cephelerinden sürülüp atıldılar. Temmuz sonlarında Sovyet orduları Almanları Varşova’dan söküp attı. Savaşın dengelerindeki bu beklenmedik değişiklik, ABD ve İngiltere’nin paniğe kapılmasına neden oldu. Faşizm tarafından yerle bir edileceğini düşündükleri sosyalist ülke, faşizmin kalbine, Berlin’e doğru yürümeye başlamıştı çünkü. ABD ve İngiltere de hemen savaşa dahil oldu. Artık amaçları, Sovyet Kızıl Ordusu’ndan önce Almanya’ya girmek ve kendilerini savaşın galibi ilan etmekti. Ama Kızıl Ordu, diğer emperyalistlerin tüm engelleme çabalarına rağmen, 1945 yılının Nisan ayında Berlin’e girdi ve Alman parlamento binası Reichstag’ın tepesine kızıl bayrağı çekti.

Üç acımasız yıl Sovyet Ordusu’nu gerekli biçime sokmuştu. Almanların tersine bunlar, yıllarca önce gelişen ‘yeni halk’ın niteliklerine sahiptiler: Kolektif güçle ayrılmaz biçimde kaynaşan, geniş bir bireysel inisiyatif!

Stalin, “çelik” demekti, Stalingrad da çelikten bir kale! Stalin ve Stalingrad isimleri, emperyalist işgale karşı mücadele hep yaşayacak! Ezilen halklara esin kaynağı olmaya devam edecek! 

(*) Anna Strong’un “Stalin Dönemi” kitabının

135-153 sayfaları arasındaki bölümden kısaltılarak alınmıştır.

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …