Seçimler yaklaşırken…

arka-yazi

Genel seçimlerin resmi olarak 2015 yılının Haziran ayında yapılması gerekiyor. Ancak AKP’nin seçimleri erkene çekme hazırlıkları olduğu söyleniyor.

Bunun bir nedeni, bu yıl Ermeni soykırımının 100. yılı olması nedeniyle protestoların çok daha güçlü bir şekilde yapılması ve uluslararası düzeyde Türkiye’yi sıkıştıracak olmasıdır. Diğeri ise, Kürt sorununun Kobane ile birlikte dünya ölçeğinde artan meşruluğu ve Kürt hareketinin buradan aldığı güçle AKP’yi daha fazla zorlamasıdır. Bunları da kapsayan bir biçimde, AKP hükümetinin her geçen gün biraz daha yıpranıyor olması, “erken seçim”e başvurma ihtimalini arttırıyor.

Seçimlerin birkaç ay öncesine alınması bile, AKP açısından önem kazanmıştır. Artan faşist baskılar ve ardı arkası kesilmeyen gerici uygulamalar, kitlelerde AKP’ye dönük tepkileri arttırmış durumda. Buna bir de trilyonlar harcanarak “Kaç-Ak Saray”ın yapılması, Rıza Zarrab başta olmak üzere rüşvet ve yolsuzluktan yargılananların serbest kalması yetmiyormuş gibi, ele geçen paraların faiziyle birlikte geri verilmesi, kitlelerin öfkesini daha da arttırdı.

Diğer yandan Kürt sorununda “çözüm süreci”nin geleceği, birçok soru işaretini barındırıyor. Bilindiği gibi, 21 Mart Newroz kutlamaları Kürtler açısından her zaman çok önemlidir ve belli dönemeçlerin tarihidir. Geçen Newroz’da Öcalan’ın mesajı okunmuş, PKK’nin silahlı güçlerinin Türkiye’den çekileceği duyurulmuştu. Bu Newroz’da “çözüm süreci”nin somut sonuçları bekleniyor. Şimdiden KCK yönetiminin yaptığı açıklamalar, yine bir beklenti yarattı. 15 Nisan’da PKK’nin 12. Kongresi’nin yapılacağı, bu kongrede Türkiye’ye dönük silahlı eylemlere son verilmesinin kararlaştırılacağı ve buraya Öcalan’ın da katılacağı duyuruldu. Bu haber, her ne kadar Hükümet tarafından yalanlansa da, “çözüm süreci”ne dönük beklentilerin seçim öncesi karşılanması gerekiyor. Çünkü bu seçimlerden sonra 4 yıl yeni bir seçim olmayacağından hareketle, her iki taraf da kozlarını ona göre oynuyor.

Bir diğer sıkışma noktası, HDP’nin seçimlere parti olarak katılacağını açıklaması oldu. Seçim barajından dolayı bugüne dek Kürt partileri “bağımsız adaylar”la seçimlere giriyor, mecliste parti grubunu kuruyorlardı. Anayasa Mahkemesi’nin seçim barajı konusunda önüne gelen dosyaya bakacak olması, bu konunun tartışılmasını somut bir hale getirdi. HDP’nin parti olarak girme kararı da, bu gelişmeler üzerinden oldu. Zaten cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP’nin oy oranını yüzde 10 civarında yükseltmesiyle bu yönde bir beklenti oluşmuştu. Ardından Öcalan’la görüşmelerde gündeme gelmişti. Sonuçta HDP’nin parti olarak seçimlere girme kararı, seçim barajı sorununu çok daha önemli hale getirdi.

 

Seçim barajı düşecek mi?

Türkiye’de yüzde 10’luk seçim barajı, 12 Eylül faşist cuntasının bir üründür. Cunta döneminde hazırlanan 1982 Anayasası, daha önce barajsız olan seçimlere yüzde 10 gibi yüksek bir baraj koydu. Bunun da gerekçesi, “koalisyon hükümetleri”nin ülkeyi istikrarsızlığa soktuğuydu. Baraj olmayınca meclise birçok parti girebiliyor, bu da “tek parti” hükümetlerini neredeyse imkansız kılıyor ve “koalisyon” zorunlu hale geliyordu. Hükümet partileri de yapılamayan herşeyi ortağının üzerine yıkarak, faturayı “koalisyon”a kesiyordu.

12 Eylül anayasası, en fazla üç partili bir meclis ve tek partili bir hükümet dizaynı üzerine yapıldı. Gerçekten de ilk seçimler buna uygun sonuçlandı. Arka arkaya ANAP tek başına hükümet oldu. ‘80’li yıllar, Özal’ın başbakanlığında geçti. Kitlelerin 12 Eylül’e tepkisi Özal’da cisimleşti ve ’89 işçi eylemleriyle Özal hükümetleri ilk ciddi sarsıntıyı yaşadılar, 90’lı yılların başında yönetimi DYP-SHP hükümetine bırakmak zorunda kaldılar. Sonrası yeniden koalisyon hükümetleri şeklinde geçti. ANAP’tan sonra tek başına hükümet kuran ilk parti AKP oldu. Ve AKP üç dönemdir başta.

Şimdi “parti diktatörlüğü” tartışılıyor, tek başına kurulan hükümetlerin giderek otoriterleştiği, bunun da “demokrasi” ile bağdaşmadığı söyleniyor ve bu görüş artan bir destek buluyor. ’80 öncesinde her tür kötülüğün “koalisyon hükümetleri” ile açıklanması gibi, şimdi de yaşanan her tür sorun “tek başına hükümet”e bağlanıyor.

Ancak kesin olan, yüzde 10 barajının, burjuvazinin göstermelik demokrasisiyle bile bağdaşmadığıdır. Dünyada hiçbir ülkede yüzde 10 barajı bulunmuyor zaten. Gerçekte yüzde 1 bile olsa, barajın kendisi, temsiliyet hakkını ortadan kaldıran bir engel oluşturuyor. Ama yüzde 5’ten yüzde 7’ye kadar uzanan barajlar mevcut. Türkiye açısından da barajın tümden kaldırılması değil, düşürülmesi tartışılıyor. Daha önce CHP tarafından yüzde 3’e düşürülmesi önerisi getirilmişti.

Aralık ayı başında Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bir “bireysel başvuru” bu sorunu yeniden ve daha somut bir şekilde gündeme getirdi. AKP hemen karşı saldırıya geçti. “Anayasa Mahkemesi böyle bir karar alırsa, yok hükmünde sayarız” diyen milletvekilleri oldu. Bir kez daha yargı kararını kabul etmeyeceklerini duyurdular. Buna karşı tepkiler artınca, “bu barajı biz koymadık ki” demagojisine sığındılar. Barajın 12 Eylül’le geldiğini herkes biliyor, ama aradan geçen 30 yıla rağmen AKP dahil hiçbir parti barajı düşürmedi. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da 12 Eylül’ün nimetlerinden fazlasıyla yararlandılar. Fakat şimdi gelip duvara dayandılar.

Eğer HDP aldığı kararın arkasında durursa, yüzde 10’u aşamadığı durumda meclis dışında kalacak ki, bu Kürt hareketinin sokak eylemlerini arttırması anlamına gelir. Bunu da egemen sınıflar tercih etmez. Barajı kaldırdıkları durumda ise çok partili bir meclis oluşur, bu da karar alma sürecini sıkıntıya sokabilir; tabi ki bunu da istemezler. Bu durumda barajı yüzde 7 veya 5’e düşürmek dışında bir seçenekleri kalmıyor. Elbette HDP son anda kararını değiştirmezse…

Son yılların en kritik seçimi

Seçimlere doğru geri sayım başlarken, seçim ittifakları yönünde girişimler de başladı. Bu konuda en hızlı davranan HDP oldu. ılk kez seçimlere parti olarak girmenin bunda rolü olduğu muhakkak. Ama Kürt hareketi, uzun süredir muhalif kesimleri kendi çatısı altında toplama stratejisi izliyor. HDK ve ardından HDP bunun bir ürünü olarak kuruldu.Şimdi seçim öncesi bileşenleri arttırmak çabasında. ÖDP’ye “açık mektup” yazarak ittifak çağrısında bulundu. ÖDP’nin de içinde yeraldığı “Birleşik Haziran Hareketi”ni kapsamak gibi bir hedefi var. Fakat “Birleşik Haziran Hareketi” içinde CHP’den TKP’ye kadar birçok kurum ve kişi bulunuyor. Dolayısıyla bir bütün olarak HDP ile birlikte hareket etmesi oldukça çok zor görünüyor.

HDP, şu dönem CHP’ye de yeşil ışık yakıyor. Kürt hareketinin uzun süredir AKP’ye endeksli politikaları, AKP karşıtlarının tepkisini çekiyordu. Seçimlerde başta Aleviler olmak üzere bu kesimlerin oylarını da alabilmek için, AKP’ye muhtaç olmadığını gösterme çabası içinde.

Öcalan ile görüşmelerde yine herşey seçimlere ayarlanmış durumda. Ancak başta Kobane olmak üzere bölgesel gelişmeler, masa başında yapılan pek çok planı yerle bir edebilir. Tıpkı 6-7 Ekim olayları üzerine AKP ile HDP’nin karşı karşıya gelmesi gibi…

Bu seçimler, sadece AKP açısından değil, tüm siyasi partiler ve elbette kitleler açısından da son derece kritik önemde. AKP, bugüne dek seçim hileleri başta olmak üzere her yolu deneyerek seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Şimdi neyi var neyi yoksa herşeyini koyarak kazanmak isteyecek. Son dönemde artan saldırganlığı da bunun göstergesi. Ama hem emperyalistler ve işbirlikçileri arasındaki çelişkiler, hem de kitlelerin AKP’ye karşı tepkileri, işlerinin hiç de kolay olmayacağını gösteriyor.

Kısacası ne zaman yapılacağından, nasıl yapılacağına kadar bir dizi belirsizliklerle seçimlere gidiliyor. Erken ya da zamanında yapılsın, önümüzdeki 3-4 ayın çok hareketli geçeceği ve bu seçimlerin her zamankinden farklı olacağı şimdiden belli olmuştur.

Diğer yandan seçimlerin çare olmadığı hiç bir zaman bu dönemki kadar net biçimde görülmemişti. Buna AKP’nin seçimle gitmeyeceği kanısının güçlenmesini de ekleyebiliriz.

O halde seçim aldatmacasına alet olmamak, kitlelerin artan öfkesini parlamento umutlarıyla eritmeden sisteme yöneltmek, tek devrimci tutumdur. Faşizme ve savaşa karşı mücadeleyi yükseltmekten başka çare yoktur.

 

 

Bunlara da bakabilirsiniz

Adnan Yücel’in kaleminden… ORHAN KEMAL ADANASI’NDA BAŞKA BİR SOKAK

24 Temmuz 2002 tarihinde kaybettiğimiz “Kavganın şairi Adnan Yücel, 12 Eylül’ün en karanlık yıllarında, umudunu …

Ah şu harekete geçmeyen kitleler!

Gezi davasının 25 Nisan’daki karar duruşmasında ağır cezalar çıktığında, Ahmet Şık’ın yaptığı öfkeli konuşma dikkat …

“Cehalet”e övgü

İnsan ilişkilerinde hoyratlığın, kabalığın, nobranlığın tavan yaptığı, değerler sisteminin altüst edildiği, “insanca yaşam” kavramının yerle …