Cizre’de bir ay içinde 5’i çocuk 7 kişi katledildi. En son 12 yaşındaki Nihat Kazanhan, kafasına gelen bir fişekle öldürüldü. Bu fişeğin polis tarafından sıkıldığı görgü tanıkları ve sonradan ortaya çıkan görüntülerle ıspatlanmış olmasına rağmen, AKP hükümeti cinayeti polisin işlemediğini iddia etti. Aradan geçen bunca süreye rağmen Nihat dahil, Cizre’de katledilenlerle ilgili herhangi bir işlem yapılmış değil.
Cizre’de olayların başladığı 27 Aralık’tan itibaren gece saat 23 sularında elektriklerin kesildiği, ardından polisin yaylım ateşi açtığı söyleniyor. Halk, hava karardıktan sonra sokağa çıkmaya çekiniyor. Anneler, çocuklarını öldürüleceği korkusuyla okula dahi gönderemiyor. Çünkü hala çocuklar “devlet dersi”nde katlediliyorlar!
‘90’lı yıllara geri dönüş
Cizre’de yaklaşık bir aydır devam eden saldırılar, kontrgerilla katliamlarının gerçekleştiği ‘90’lı yılları hatırlatıyor ve halkta o yıllara geri dönüldüğü endişesini arttırıyor. Bunun en önemli göstergelerinden biri, polisin kullandığı zırhlı araçların plakasız olması; aracın içindekilerin ise, sadece gözleri görünecek şekilde kapkara bir maske takmaları. 6-8 Ekim olaylarından sonra Cizre’de polislerin pompalı tüfekle dolaştığı bildiriliyor. En son katledilen Nihat’ın kafasına saplanan fişeğin de böyle bir silahtan çıktığı sanılıyor.
Eylemlerde maske kullanılmasına yeni cezalar getiren devlet, kendi memurunun maske ile dolaşmasına göz yumuyor. Bu maskeli polisler, plakasız arabalardan kitlenin üzerine ateş açılabiliyor, sivil kıyafetli kişiler evleri, dükkanları basıp arama yapabiliyor.
Yine 90’lı yıllardaki gibi Hizbullah saldırıları ortaya çıktı. Kobane’yi destek için başlayan 6-8 Ekim olayları sırasında olduğu gibi Cizre’de de Hüda-Par devreye sokuldu. Son aylarda devlet destekli bu çetelerin saldırılarıyla olaylar başlıyor ve büyüyor. Cizre’de de Hüda-Par’ın Kürt ulusal hareketinin gençlik örgütlenmesi YDG-H tarafından kurulan nöbet çadırlarına saldırısıyla olayların fitili ateşlendi.
Öncesinde Bülent Arınç’ın Hüda-Par’ı ziyaret etmesi, onları “mazlum ve mağdur” ilan etmesi, Hüda-Par’ın arkasında kimlerin olduğunun açık bir göstergesi. 6-8 Ekim olaylarında da 50 kişi ölmesine rağmen, AKP, sadece Hüda-Par’dan ölen kişileri öne çıkarmış, onlar üzerinden yaygara yapmıştı. Ve sadece ölen iki Hüda-Par’lının faillerini aradı, gözaltılar, tutuklamalar yaptı. Aradan aylar geçmesine rağmen katledilen diğer onlarca insanın failleri hakkında tek bir işlem yapılmış değil.
Nasıl ki ‘90’lı yıllarda devlet terörü Hizbullah adı altında gerçekleştiyse, şimdi AKP’nin desteğini arkasına alan Hüda-Par eliyle yapılıyor. Hüda-Par için “Kürt HAMAS’ı” benzetmesi yerindedir. HAMAS’ın İsrail tarafından FKÖ’yü parçalamak için yaratılması gibi, Hüda-Par’la Kürt halkını parçalamak, PKK dışında farklı temsilcileri olduğunu yaymak istiyorlar. AKP Rojava’da IŞİD’i, Kürdistan’da Hüda-Par’ı kullananak, PKK’nin bölgedeki etkisini kırmaya çalışıyor.
Diğer yandan 6-8 Ekim olaylarının ardından Cizre’ye atanan Emniyet Müdürü Ercan Demir’in Hrant Dink’in katledilmesinde rol oynayanlardan biri olduğu ortaya çıktı. Buna karşı tepkilerin artması üzerine bu polis şefi, Emniyet Müdürlüğü’nden alındı. Ancak sicili böylesine bozuk bir polis şefinin Cizre’ye atanmış olması da, planlı bir saldırı olduğunu gösteriyor.
“Karanlık eller” ve “provokasyon” edebiyatı
Başta Kürt bölgesi olmak üzere her siyasi cinayetin ve katliamın ardından “karanlık eller” “provokasyon” vb. lafları ediliyor. Sadece devlet güçleri değil; kendine muhalifim diyen kesimlerden de bu tür açıklamalar duyuyoruz.
Cizre’deki katliamın ardından da “provakasyon” denildi. Hem AKP hem de HDP, bu yönde açıklamalar yaptı. AKP son dönemde zaten her olayı, “paralel yapı”ya bağlayarak işin içinden sıyrılıyor. Cizre için de benzer açıklamalar yaptılar. Aynı şekilde Hatip Dicle de Cemaat’i işaret ederek “provakasyon” dedi.
Sözde “çözüm süreci”ne helal getirmemek adına bu tür değerlendirmeler yapılıyor. Böylece saldırılar, devlet içindeki bir grup çeteye indirgeniyor ve AKP aklanmaya çalışılıyor. Oysa AKP’nin polis teşkilatını hallaç pamuğu gibi attırdığı, her yere kendi adamlarını yerleştirdiği kimse için sır değil. Ayrıca Cemaatçi polisleri öncesinden nasıl koruyup kolladığı da biliniyor. Kürt hareketinin bazı kurumları, Cizre’deki katliamın sorumluları arasında AKP’yi saysalar da, “karanlık eller” ve “provakasyon” lafları arasında bu gerçek kaybolup gidiyor.
Bir diğer çarpıtma, Cizre’deki olayların nedeninin, mahallelere hendek kazılması olarak gösterilmesidir. Faşistinden liberaline geniş bir kesim, PKK’nin olayları tırmandırdığını, bunun “çözüm süreci”ne denk düşmediği iddiasındalar. Oysa o hendekler, polislerin estirdiği terör üzerine açıldı. Kürt kadınları “eskiden Toros marka beyaz arabaları görünce ‘çocuklarımız ölecek’ diye korkuyorduk, şimdi plakasız panzerleri görünce korkuyoruz” diyorlar. Hendekler bu panzerlere karşı açılıyor.
Hendeklerin kapatılması için devlet, HDP’li belediye üzerinde baskı kurdu. Belediye başkanları da mahallelere giderek halkı ikna etmeye çalıştı. Bunun üzerine hendekler kapandı. Ama hendeklerin kapatıldığı gün mahallelere giren polisler, Ümit Kurt adındaki bir çocuğu daha öldürdüler. Ve hendekler yeniden açıldı.
Cizre Belediye eşbaşkanı Leyla İmret, bu durumu net biçimde ortaya koyuyor: “Yeni çatışmaların yaşanmaması için taziye çadırları bile kurulmadı. Ölenlerin yakınları, ‘bizim yüzümüzden kimse ölmesin’ diyordu. Cizre’de hayat normalleşmeye gidiyorken 6 Ocak’ta 14 yaşında bir çocuk öldürüldü. Bu yaşananlar Cizre üzerinde bir oyun oynandığını gösteriyor.”
Ardından Öcalan’ın “hendekler kapatılsın” talimatı, Hatip Dicle tarafından götürüldü. Dicle’nin bu talimatı Cizre’ye giderek açıkladığı gün, 12 yaşındaki Nihat Kazanhan katledildi.
Kürt halkı yaşam hakkını savunuyor
Bütün bunlar, devletin bir yandan Öcalan ve HDP üzerinden halkı yatıştırmaya çağrısı yaparken, bir yandan da saldırılarını sürdürdüğü gösteriyor. Geçtiğimiz ay YDG-H da son kongresinde, eylemlerde maske kullanılmasını, molotof atılmasını, hendek açılmasını doğru bulmadıklarını açıklamıştı.
Ancak ne YDG-H’ın kararları, ne de Öcalan’ın talimatı, Cizre halkının kendini savunma biçimlerini ortadan kaldırabildi. Sadece Cizre’de değil, diğer Kürt illerinde de Kürt halkı kendini çeşitli yöntemler kullanarak savunuyor. Bu her şeyden önce yaşam hakkının savunulmasıdır ki, bunu hiçbir karar ve talimat ortadan kaldıramaz. Yaşama uymayan talimatlar havada kalmaya mahkumdur.
Kürt halkı, Kobane direnişi ve onun elde ettiği başarılar ile kendine güveni daha da artmış bir şekilde direniyor. Bu onun son derece meşru bir hakkıdır. Onu zayıflatmak, geriye çekmek değil, desteklemek, yanında olmak gerekir.