İşçiler kendi gücüne güvenmelidir!
Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin grevi daha birinci günündeyken, Bakanlar Kurulu kararıyla ertelendi. Erteleme gerekçesi olarak da yine ‘milli güvenliği ve sağlığı tehdit ettiği’ gösterildi. Grevin “milli güvenlik”le bir alakası olmadığı çok açık. Ama hükümet burjuvazinin kendisine verdiği görevi yerine getirmiş oldu.
Metal sektörü sanayinin can damarı. Metalde yaşanacak bir grev bütün ekonomiyi etkiler. Bu yüzden hükümetin grevi ertelemesini burjuvazi alkışlarla karşıladı. Zaten Danıştay’ın savunma istemine, hükümet ‘milli güvenlik milli ekonomi birbirinden ayrılmaz’ şeklinde yanıt vermiş, sermayenin güvenliğini esas aldığını açıkça göstermişti. Dolayısıyla metal grevini de erteleyeceği belliydi.
Hükümet görevini yaptı, ya sendikacılar? Malesef buna evet diyemiyoruz.
İşbirlikçi, uzlaşmacı sendikacılar, işçilerin greve çıkmasını pek istemezler. İşçilerden büyük bir basınç gelmedikçe ya da rakiplerinden bir atak olup da koltuğunu kaybetme korkusu yaşamadıkça greve çıkmazlar. Metal grevinde de bu tablo karşımıza çıktı. Türk Metal ve Öz Çelik-İş, grevin lafını bile duymak istemediler. Patronlar tarafından getirilen TİS’i imzaladılar. Birleşik Metal de, tabandan yükselen grev isteğine boyun eğmek zorunda kaldı. Fakat gerçekte istemedikleri ortaya çıktı. Grev öncesi yapılan eylemlerde, özelikle Gebze mitinginde işçilerin “başkan bizi greve götür” coşkulu isteğini sendika yöneticileri hep geçiştirdiler. İstekli ve hazır olunsaydı, yasaklanacağı ayan beyan ortadayken, grev komiteleri oluşturulur fiili greve gidileceği açıklanabilirdi. Ama bu beklentiyi boşa düşürdüler.
İşçiler sendikacıların bahanelerini
elinden aldı
Grev beklentisi boş bir beklenti değildi. Buna koşullar elverişli, işçiler hazırdı. Son bir yıldır işçi ve emekçilerin direnişlerinde gözle görülür bir artış vardı. Grevin gündemde olduğu günlerde, İstanbul, Kastamonu, Kayseri Bilecik, Sivas vb illerde gerçekleşen kitlesel eylemler, mücadelenin ileriye doğru yükseldiğini gösteriyordu. Hele Kayseri’deki Boydak Holding’e bağlı 5 fabrikada 3 bine yakın işçisinin gerçekleştirdiği fiili grev, gidilmesi gereken yolu gösteriyordu.
İşçilerde örgütlenme ve mücadele isteği bu denli artmışken, “koşullar elverişli değil”, “işçiler hazır değil” bahaneleri de tutmuyordu. İşçiler sendikacıların bu bahanelerini bildikleri için, eylemlerde en sık “bu yoldan dönmeyiz açlıktan ölmeyiz” sloganını attılar. Grev oylamalarında yüksek oranda “evet” çıkması da bunun bir diğer göstergesiydi. Kısacası işçiler pratik tutumlarıyla sendika yöneticilerine grevden kaçacak yol bırakmadılar. Dahası, grevin yasaklanacağını öngörerek grev komitelerinde “yasağı tanımıyoruz fiili grev” kararını bile almışlardı. Ne var ki, bu kararı sendika yöneticilerine kabullendiremediler.
Grev yerini bayrama çeviren işçiler, grev yasağını duyduklarında öfkeleri daha bir arttı. Bir işçi bu durumu şöyle anlatıyor: “Grev yasağı duyulduğu gün bütün işçiler fabrikalara akın etti. Sanki sihirli bir değnek değdi, bütün işçiler birlik oldu. Herkes işgal istiyordu. Sonra sendikacılar geldi ‘aynı fikirdeyiz grev komitelerini toplayıp karar vereceğiz’ dediler. Biz buna güvendik, çünkü komitemizin kararı belliydi. Ama pazartesi bir geldik ki her şey bitmiş, bize ‘çalışın’ dendi!”
Başka bir işçi de şunları söylüyor: “25 yıllık işçi var. 80-90 bin lira tazminatı var. Eğer fiili grev yapılırsa ‘tazminatın yanar’ diye uyardık, ‘yanarsa yansın’ dedi. Herkes göze almıştı bedel ödemeyi. Bedel ödenmeden olmuyor bu işler. Biz hazırdık!”
İşçilerin fiili bir greve hazır olduklarını her biçimde gösterdiler. Hatta bazı patronlar, grev yasağından sonra işçilere işe başlama tebligatını hemen gönderemediler. Çünkü tebligatı yırtan işçiler, “bize bu dayatmayı yaparsanız, girer fabrikayı yakarız” diyerek tepki gösterdi. Bunun üzerine patronlar “idari izin” göstermek zorunda kaldılar.
Görüldüğü gibi işçiler, tazminatlarının yakılmasını da göze alarak işgale, fiili greve hazır bekliyorlar. Fakat bir süre sonra “Yücel Boru işçileri içeri girmiş, üretime başlamış”, “Sarkusan işçileri gitmiş”, “Çayırova Boru işbaşı yapmış” vb söylentiler dolaşmaya başlıyor. Muhtemeldir ki, direnişi kırmak, işçiler arasında kuşku uyandırmak için patronlar bu söylentileri bilinçli olarak yayıyor. Sendika yöneticileri de bunu boşa çıkaracak herhangi bir şey yapmıyorlar. Bu da işçilerde önemli bir kırılma yaratıyor. Akşama doğru sendikacılar, grev çadırlarını ve grev pankartlarını söküp gidiyorlar…
Bu bir grevin en hazin öyküsüdür.
İşçiler fiili grev yolunu açıyor
Sendika grev kararını almıştı. Ancak ona uygun bir hazırlık ve girişim olmadı.
Sendikacıların “işçiler hazır değil” bahanesi boşa düşünce, başka gerekçeler üretmeye başladılar. Kaldı ki, işçiler hazır değilse, onu hazırlayacak olan da yine sendikadır. Şimdi deniyor ki, “siz bakmayın işçilerin öyle konuştuğuna, görüldüğü gibi değil!” Ya da “tek bir fabrika değil ki, içeri girip işgal edesin! Kaç fabrika ,10 bin işçi, nasıl yöneteceksin?!”
İşbirlikçi-uzlaşmacı sendikacılar, işçilerden korkuyorlar. İşçilere karşı güvensizler! Ama gerçekte kendilerine güvenmiyorlar ve sınıfa yabancılaşmışlar! Hükümet açıktan “ben patronların karı için bu grevi yasaklıyorum” diyor. Sendika yöneticilerine düşen de, “biz de işçilerin çıkarını için greve devam ediyoruz” olmalıydı. Gerçek anlamda sınıf sendikacılığı yapanların tutumu böyle olurdu. Sınıf sendikacılığı mı, yoksa bürokrat sendikacılık mı yapıldığı bu dönemeçte bir kez daha ortaya çıktı.
Bir yandan “bu yasalar greve engel”, diyeceksiniz, bir yandan da yasalara bağlı mücadele yürüteceksiniz! Mahkemelerden beklenti içerisine gireceksiniz, işçileri de bu yönde beklentiye sokacaksınız! Mahkemeden işçilerin lehine karar çıksa bile, hükümetin yeniden erteleme yetkisi var. Bu nereye kadar böyle sürebilir? Fiili greve gitmekten başka bir yol var mıdır? Ve bu koşullarda fiili grev, son derece meşru, zorunlu bir biçim değil midir?
Zaten işçiler bunun yolunu açtı. Kayseri’de kurulu Boytaş mobilya işçileri, üstelik yandaş bir sendikaya rağmen, onu aşarak, fiili grevle patronla sedikacıların işbirliğini alt-üst ettiler. Patronun önerdiği sözleşmenin üzerinde sözleşme imzaladılar.
Birleşik Metal’in grev yasağına karşı pasif tutumundan dolayı, MESS’ten istifa edip protokol imzalayan patronlar da cesaretlenip protokole uymuyor artık. Delpi Otomotiv, Alstom, Bekaert, Dostel Makine ve Schneider Enerji (Schneider 3 ayrı işletme) MESS’ten ayrılıp TİS imzalıyacaklarına dair sendika ile protokol yapmışlardı. Şimdi imzaladıkları protokolü geçiştirmekteler.
Birleşik Metal İş, bu süreçten yenilgiyle çıkmıştır ve bunun sonuçlarını yaşamaktadır. Oysa üzerine düşeni yerine getirseydi, hem sendika, hem de işçi sınıfı, bu durumdan çok güçlü çıkardı. Nasıl ki metal sektörü burjuvazi için kilit bir sektörse, diğer sektörleri de etkiliyorsa, işçiler için de tersten bir etki yaratırdı. Ki AKP hükümeti Danıştay’a verdiği savunmada, “MESS ile sözleşmeyi imzalayan diğer iki sendikanın işçileri de grevi destekler” diyerek, korkusunu belirmiştir.
Yaşanacak bir fiili grev, burjuvazinin pervasızca saldırılarını durduracaktı. Hükümetin açıktan patronların yanında yer alan tutumunu değiştirmeye zorlayacaktı. Ve işçi-emekçilerin mücadelesini ileriye taşıyacaktı.
Her şey bitmiş değil
Kuşkusuz işçiler yeterli bilinç ve iç örgütlenmeye sahip olsalardı, grev komitelerinin aldığı kararı sendikalara kabul ettirir ya da onlara rağmen sürdürürlerdi. İşçiler inisiyatif koyacak, öne çıkacak birilerini bekliyor. Bir işçi diyor ki, “herkesin kucağında odun var, ateşi yakacak birini arıyor; işçilerde öfke var ama fabrikamızda karar alan ve bunu uygulayan bir yapı yok!”
İşçiler bunu sendikadan bekliyor. Fakat işbirlikçi, uzlaşmacı sendikalar, bu beklentiyi her defasında boşa çıkarıyorlar. İşçiler kendi güçlerine güvenmeyi ve kendi taban örgütlerini kurup kararlarını sendikaya dayatmayı başaramadığı sürece de bu çemberi kıramayacaklar.
Ama her şey bitmiş değil! Dahası metal işçileri dövüşmeden teslim olmadılar. Grev kararını almaları bile başlı başına önemliydi. Yasaklama kararına rağmen, iki gün fiili grev gerçekleştirdiler. Ne var ki, bir öncü misyonu oynayıp sınıfın desteğini kazanma olanağı varken, bu fırsatı iyi değerlendiremediler.
Asıl önemlisi, sonucu ne olusa olsun, işçi ve emekçiler, dövüşmeden teslim olanları değil, direnenleri takip eder.
Son yaşananlar bir kez daha göstermiştir ki, işçiler kendi komitelerini oluşturmadıkça, kendi kararlarını alıp yaşama geçirmedikçe, varolan sendikaların harekete geçmesi mümkün değildir. O halde, işçiler inisiyatifi ele almalı, kendi gücüne güvenmeli ve sınıf dayanışmasını güçlendirmelidir.