Her geçen gün korkusu daha da büyüyen AKP hükümeti, “iç güvenlik paketi” adı altında büyük bir gayretle faşist yasaları çıkarmaya çalışıyor.
Haziran ayaklanmasından bu yana korkusu artmış olan hükümet, Kobane için yapılan 6-8 Ekim eylemlerini de bahane ederek “kamu güvenliği” demagojisiyle bu yasaları gündeme getirdi. Polise daha rahat öldürme yetkisi ile en küçük haklar için mücadeleye ağır hapis cezaları vermeyi amaçlayan maddelerle, kitleleri kıpırdamaz hale getirmek istiyor. Çok büyük bir tepki oluşmasına ve muhalefet partilerinin dahi karşı koymasına rağmen, ısrarla yasaları çıkartmaya çalışıyor.
Mecliste kafa-göz patlatacak kadar ileri giden AKP’li milletvekilleri, günler-geceler boyu mesayi yapıyor, can siperane yasayı savunuyorlar. Çünkü Erdoğan, “bu yasa mutlaka çıkacak” diye buyurdu! Davutoğlu, “ya çıkacak, ya çıkacak” dedi. Önümüzdeki seçimlerde yeniden aday olabilmeleri, mecliste gösterecekleri performanslarına bağlı. Sadece kolları indirip kaldırmak değil, kafa-göz patlatmak, tekme-tokat atmak da görevleri arasında…
* * *
Ama AKP’nin işi hiç kolay değil! Bir yandan yükselen tepkilerden bunalıyor, “çözüm süreci” kıskacında kıvranıyor; diğer yandan ABD’nin dayatmalarına katlanmak, isteklerini yerine getirmek zorunda kalıyor. Üstelik bir de kendi içinde çıkan sorunlarla boğuşuyor…
Başına sardığı IŞİD belası, onu her geçen gün daha fazla sıkıştırıyor. Süleyman Şah Türbesi’ni bir gece yarısı kaçırması, Suriye politikasının iflas ettiğinin en açık göstergesi oldu.
Hem Suriye’ye nota vererek, Esad rejimini tanıdığını ilan etti, hem de operasyonu PYD ile gerçekleştirerek ve türbeyi Kobane sınırları içine getirerek, yağıp gürlediği Kürt hareketine muhtaç kaldı. Öyle ki, TSK askeri araç ve teçhizatı Kobane içinden geçerken ve çıkarken, PYD tarafından kontrol edildi, sayımı yapıldı. Adeta Habur’dan giriş sırasında Peşmerge’ye yapılanların rövanşı alındı.
Diğer yandan AKP’li bakanlar HDP heyeti ile ortak bir basın toplantısı yaparak, Öcalan’ın “müzakere şartları”nı kamuoyuna duyurdular. PKK’nin “silahsızlanma”sına karşılık “iç güvenlik paketi”nin yeniden görüşülebileceğini vaadettiler. Böylece burjuva parlamentosunun göz boyamaya dönük bir kurum olduğu, asıl kararların meclis dışında alındığı bir kez daha görüldü.
AKP, kimi rötuşlarla bu yasayı çıkartmaya yine canla-başla çalışacaktır. Ama zaten yasa çıkmadan da fiilen uygulanmaktadır. Katil polisler hafif cezalarla kurtulmakta ve cinayetlerini işlemeye devam etmektedir. Cizre’de 12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ı öldürmekten tutuklanan bir polis, kendilerine tutuklanmayacaklarının söylendiğini, o yüzden suçu kabul ettiğini, oysa katilin başka bir polis olduğunu söyledi. Böylece polislerin ne kadar cesaretlendirildiğini de itiraf etmiş oldu.
Bu öyle bir “öldürme özgürlüğü”ydü ki, geçtiğimiz günlerde trafik polisleri bile, bir basın mensubunu arabasından indirip öldürebildiler.
Erdoğan’ın “destan yazan” polislerinin yanı sıra, “yeri geldiğinde asker, polis, alperen olan” esnafı da boş durmadı. Camına kar topu değdiği bahanesiyle bir kişiyi katledebildi. Esasında Nuh Köklü şahsında aydın, demokrat kişilerin “yaşam biçimine” duyulan öfke ve saldırıydı yapılan.
Bu ülkede insan hayatı ne yazık ki çok ucuz! ışçiler, kadınlar, çocuklar, hemen hergün öldürülüyor. Şimdi buna “nefret cinayetleri” eklendi. “Yaşam biçimi” öldürme sebebi oldu.
Birçok kadını, giyimi-kuşamı, duruşu-bakışı yüzünden öldürülebiliyorlar. Bir yandan dinci-gericilik, diğer yandan cinsellik pompalanarak, kadın-erkek ilişkisi en yoz ve en ilkel hale getiriliyor. Taciz, tecavüz olaylarındaki artış, bunun en somut göstergesi. Aynı şekilde kadın cinayetleri had safhada. Son 4 yılda 800 kadın öldürülmüş! Kadın katilleri arasında çok sayıda güvenlik güçleri de bulunuyor. Örneğin son 15 yılda 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılanıyor, ama hiçbiri ceza almıyor!
Özgecan’ın katledilişi, biriken öfkeyi patlattı. Ülkenin her yanında kitleler sokağa çıktı. Ancak cinayetlerin, tecavüzlerin arkası kesilmedi. Varolan durum değişmediği sürece de kesilmeyecek!…
* * *
Faşizm, halka yönelen cellatlıktır. Kendi dışında herkese düşmandır. Kana ve cana doymak bilmez. Bir yandan en ağır sömürü ile işçi ve emekçileri iliğine dek sömürür, bir yandan da onları birbirine kırdırır. Mezhepsel, ulusal, cinsel ayrımları kışkırtarak, halkı kendi içinde böler ve düşmanlaştırır.
Bugün hem ülkemizde, hem de dünyada bunun örneklerini fazlasıyla görüyor ve yaşıyoruz. Uzun bir süredir bölgemizde süren emperyalist savaş, bunu körüklüyor. Dört bir yanımız savaş çemberi içinde. Bizi de bu çembere katmak için emperyalistler ve işbirlikçileri ellerinden geleni yapıyorlar.
ABD’nin AKP hükümetiyle birlikte başlattığı “eğit-donat” projesi kapsamında Suriyeli muhalifler ülkemizin topraklarında eğitiliyor, silahlandırılıyor ve savaşa gönderiliyor. AKP, son 4 yıldır IŞİD militanları başta olmak üzere Suriyeli muhaliflere yardım ve yataklık yaptı. Fakat bunların çoğu gizli-kapaklıydı. İlk kez resmi olarak böyle bir görev yerine getiriliyor. Bu, Suriye devletine açık savaş ilanıdır. Her ne kadar “eğit-donat”ın hedefi IŞİD olarak gösterilse de, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden paylaşım savaşının bir parçasıdır.
Obama, geçtiğimiz günlerde “kara harekatı” dahil savaşı büyüteceklerini duyurdu. Sözde Musul’u IŞİD’ten temizleme adına yeniden saldırıya geçiyorlar. Ve Musul Valisi, bu saldırıda Türkiye’nin de rol alacağını söyledi. Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırma planını organize eden ABD, Türkiye’yi kendinin belirlediği çizgide savaşın içine daha fazla sokmanın zeminini hazırlıyor. Önümüzdeki günlerde IŞİD ya da farklı bir provokasyon ile Türkiye’nin savaşa doğrudan katılımı için her yolu deneyeceklerdir. Tıpkı Fransa’da olduğu gibi kitlelerin büyüyen tepkisini, kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya kalkacaklardır.
Savaşa ve faşizme karşı birleşik mücadeleyi yükseltmek dışında bir seçeneğimiz yoktur. Gazi’yi Newroz’u, Sefaköy’ü, Kızıldere’yi andığımız Mart ayında, bir kez daha isyan ateşini körüklemeli ve zulmü rüzgara savurmalıyız! Faşist yasaların da sökmeyeceğini egemenlere göstermeliyiz!