Libya’da IŞİD ve savaş

libya-isid

IŞİD’in yeni vahşet haberi Libya’dan geldi. Aralık ve Ocak ayında Libya’da IŞİD tarafından kaçırılan 21 Mısırlı Hıristiyan idam edildi. 13 Şubat’ta yayınlanan video görüntüsü, Mısır’da büyük bir öfke ve tepkiye yol açtı. Hemen arkasından Libya’ya dönük savaş çığırtkanlığı birden tırmandı. Önce 16 Şubat günü Mısır uçakları, Libya topraklarını bombalamaya başladı. Arkasından BM’ye, Irak ve Suriye’de olduğu gibi Libya’da da IŞİD’e karşı ortak hareket edilmesi çağrısında bulundu. Ve İtalya, Libya’ya dönük bir saldırıda yer alacağını söyledi.

Libya’da çok sayıda Mısırlı işçi bulunuyor. Bunların bir kısmı Müslüman, bir kısmı da Kıpti Hıristiyan. Kaddafi’nin devrilmesinden bu yana artan savaş ortamı, Mısırlı işçileri durdurmaya yetmiyor. Kendi topraklarında karnını doyuracak iş bulamayanlar, çalışmak için savaşın ortasına girmek zorunda kalıyorlar. Ancak artık Libya da, IŞİD terörünün estiği ülkeler arasına girmiş durumda.

 

IŞİD artık Libya’da

ABD’nin 2011 yılında Libya’ya başlattığı saldırı, sadece devlet başkanı Kaddafi’yi devirmekle kalmadı, Libya’yı büyük bir savaş ve yıkımın ortasına itti. ABD, Kaddafi’yi devirmek için bir taraftan ülkedeki gerici aşiretleri savaşçı çeteler haline getirmiş, diğer taraftan başka ülkelerden gelen cihatçıların da Kaddafi’ye karşı savaşmasını sağlamıştı.

Kaddafi devrildi, linç edilerek öldürüldü; ancak savaş bitmedi. Bu defa aşiretler arasında iktidar savaşı başladı. Bugün Libya, parçalara bölünmüş durumda. Emperyalistler tarafından meşru olarak görülen hükümet, başkenti terkedip Tobruk eyaletine çekilmek zorunda kalmış. Başkent Trablus eski hükümete kalmış. Libya’nın tamamı ise birçok cihatçı çete ve aşiret arasında paylaşılmış. Bu paylaşımda, ülkenin doğusundaki Derna kenti, IŞİD’in kalesine dönüşmüş.

IŞİD’in Derna’da ilk ortaya çıkışı, geçtiğimiz yılın Ekim ayına rastlıyor. Bu aynı zamanda, IŞİD’in Kobane’de yenilmeye ve geri çekilmeye başladığı tarih. O günlerde, IŞİD lideri Ebu Bekir El Bağdadi tarafından Libya özel hedef olarak seçilmiş, önemli kadrolar Derna’ya gönderilmiş. IŞİD 100 bin nüfuslu bu kentte, tıpkı Musul’da olduğu gibi, yerel aşiretlerle ve cihatçı çetelerle işbirliği yaparak güçlenmiş. Bunlardan bazılarının zaten El Kaide ile bağlantısı var. Bu kesimleri, IŞİD’e katılmaya ikna etmiş. Ve Ekim 2014’te, silahlı bir grup Derna sokaklarında gösteri düzenleyip Bağdadi’ye bağlılık yemini ederek süreci başlatmış. Bugün bin kadar silahlı IŞİD’linin kentte konumlandığı tahmin ediliyor.

Derna’da artık “Libya devleti” adına herhangi bir faaliyet yok. Diğer taraftan, IŞİD’in “İslam Devleti” burada da hayata geçirilmiş. Kente, Roma İmparatorluğu sonrasında İslami yönetim tarafından kullanılan “Barka” ismi verilmiş. Kentin kontrolü tümüyle IŞİD’in eline geçmiş ve kendi polisini, mahkemesini, eğitim ve vergi sistemini oluşturmuş. Yerel radyo istasyonu ele geçirilmiş. Halkın üzerinde de ciddi bir baskı kurulmuş. Şehirdeki hoparlörlerden yapılan anonslarla, kitleler namazlarını evlerde değil, camide kılmaya çağrılıyor. Böylece kitle üzerindeki hakimiyeti artırmak hedefleniyor.

IŞİD çeteleri kentte sürekli devriye geziyorlar ve koydukları şeriat kurallarına uymayanları cezalandırıyorlar. Mesela namaz vakitlerinde dükkanların açık olması, cezalandırma gerekçelerinden birisi. Şehirdeki stadyum, halka açık infazlar için kullanılıyor. Çok sayıda gazeteci ve memurun yanısıra, halktan insanlar da bu stadyumda öldürülmüş. IŞİD’in birden bu kadar hızla ve etkili biçimde büyümesi, yerel halkı korku içinde bırakıyor.

Derna’nın ardından IŞİD, Kaddafi’nin memleketi olan Sirte’ye, başkent Trablus’a ve radikal islamcıların yatağı konumuna düşen Bingazi’ye de uzanmış durumda. IŞİD’in bu kentlerdeki etkinliği her geçen gün artıyor. Sirte radyo ve televizyonlarından cihat çağrıları yapılıyor. Bingazi ve Trablus’ta yerli halka IŞİD broşürleri dağıtılıyor. Çöldeki petrol kuyularına IŞİD bayraklarının dikildiği görülüyor. Diğer taraftan IŞİD’in hakim olduğu her yerde heykeller yıkılıyor. Eğitim kampları, camiler ve medyayı kullanarak, hem örgütlülüğünü büyütüyor, hem de yerel halk üzerindeki baskısını. Kaddafi’nin komuta merkezleri, bugün IŞİD’in kalesine dönüşmüş durumda. Sirte’den yola çıkan kara bayraklı konvoylar, petrol limanlarına ya da başka kentlere saldırıya gidiyorlar.

Yerel islamcı gruplar da IŞİD’e bağlılık ilan ediyorlar. Libya’da en güçlü radikal islamcı çete olan ve ABD’nin Libya Konsolosunun öldürüldüğü saldırıyı gerçekleştiren Ensar El Şeriat üyeleri giderek artan sayıda IŞİD’e katılıyorlar. Yemen ve Tunuslu 400 savaşçı da Sirte’ye konuşlanmış durumda.libya-harita

 

Libya’da yönetim cangılı

Irak’ta IŞİD’in ilerleyişinin arka planında, ABD’nin bölgede kaybetmekte olan hegemonyasını yeniden inşa çabası olduğunu görmüştük. 1 Haziran 2014 günü Amman’da ABD tarafından organize edilen toplantı sonrasında IŞİD’e ilerleme talimatının verildiği ve 10 Haziran’da Musul’un işgalinin burada planlandığı ortaya çıkmıştı. Şimdi de Libya’da IŞİD ilerliyor ve bu arada bazı emperyalist senaryolar sahneye konuluyor.

Libya’da Kaddafi’nin devrilmesinin ardından bir yönetim ve hegemonya boşluğu, ya da başka bir deyişle, pekçok hegemonya alanının oluştuğu biliniyor. Öyle ki, Tobruk ve Trablus’ta iki ayrı hükümetin yanısıra, Bingazi’de hükümet ilan etmeyen, ama iki hükümeti de tanımayarak kendi idaresini yürüten odaklar sözkonusu.

Libya’da uluslararası arenada meşru görünecek, böylece ABD’nin yaptığı operasyonu haklı gösterecek bir hükümet kurma çalışmaları oldukça zorlu ve sancılı olmuştu. Ancak güçlükle oluşturulan tablo, 25 Haziran 2014 tarihinde gerçekleşen parlamento seçimleri sonrasında yeniden bozuldu.

Önceki hükümet, İslamcı iktidar odaklarının temsilcisi olduğu için, hem ülke içinde hem de uluslararası arenada tepki çekiyordu. Haziran seçimlerini, liberal kanat kazandı. Yeni seçilen parlamento, Libya Temsilciler Meclisi (LTM) adını aldı. Ancak eski parlamento (Milli Genel Kongre-MGK) ile seçim sonuçları ve iktidar devri konusunda yaşanan anlaşmazlık nedeniyle, resmi devir teslim töreni yapılmadan göreve başladı. Ve MGK’nın çıkardığı engellemeler nedeniyle, başkente yerleşemediği için Tobruk’a çekilmek zorunda kaldı. MGK ise, görevi resmi olarak devretmediğini ileri sürerek, “Anayasa Mahkemesi karar verene kadar” Trablus’ta yerleşti. Sonrasında, aleyhine karar alan Anayasa Mahkemesi’nin kararını da tanımadığını ilan etti.

Batı yanlısı liberallerin hakim olduğu Tobruk hükümeti, ABD ve BM’nin doğrudan desteğini alıyor; emperyalist kurumlar Libya’daki meşru hükümet olarak Tobruk’u muhatap alıyorlar. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkeler de, Tobruk hükümetinin finansörlüğünü yapıyorlar. İslamcıların hakim olduğu, Müslüman Kardeşler’in ve Ensar el Şeriat’ın da desteklediği, Milli Genel Kongre (MGK) ve Ömer el Hasi yönetimindeki Trablus’taki hükümet ise Türkiye ve Katar tarafından destekleniyor. Aslında bu hükümetin, uzunca bir dönem Suudi Arabistan ve BAE’nin de desteğini aldığı biliniyor, ancak genel olarak dünyada radikal islamcı hareketlere, özel olarak da Müslüman Kardeşler’e olan tepkiler artınca, bu desteği çekiyorlar.

İki hükümet arasındaki asıl çatışma ise, ekonominin hakimiyeti nedeniyle yaşanıyor. Trablus hükümeti, savaş nedeniyle üretimi son derece azalmış olsa da, petrol kaynaklarını elinde tutmaya devam ediyor. Tobruk hükümeti ise, Merkez Bankası’na düzenlediği bir saldırıyla buradaki paraya el koymayı başardı, petrol kaynaklarını da ele geçirmek için savaşıyor.

İki iktidar odağı, sadece iki ayrı hükümet değil, iki ayrı “ordu” yapılanması da oluşturdu. Kaddafi’nin linç edilmesinden sonra, Libya’da düzenli bir ordu yapılanması kalmamış, birbiriyle çatışan aşiretlerin kendi silahlı milisleri öne çıkmıştı. Hükümet yapısının ikiye ayrılması, silahlı güçleri de iki safta topladı. Tobruk’taki hükümet, 20 yıl ABD’de yaşamış olan ve Kaddafi öldürüldükten sonra Libya’ya dönen General Halife Hafter’in komutasındaki “ulusal ordu” aracılığıyla, Trablus hükümetinin desteklediği islamcı çetelere karşı operasyonlara başladı. Trablus’taki radikal islamcı gruplar ise “Libya Şafağı” adını kullanıyor.

ABD emperyalizmi, bu parçalanmışlığı ortadan kaldırmak adına, Cenevre müzakerelerini başlattı. Ancak Cenevre görüşmeleri, ateşkesi sağlamak dışında bir adım atamadı. Keza Aralık ayında Sudan’da düzenenlen ve Mısır, Sudan, Cezayir, Tunus, Çad ve Nijer’in katıldığı “5. Libya’ya komşu ülkeler toplantısı”nda da, “uluslararası diyalog sürecinin başlatılması” dışında bir karar alınamadı.

Libya’da IŞİD tarafından Hıristiyan Kıptilerin katledilmesi ve ardından Mısır’ın bombardıman çığırtkanlığı, işte bu koşullarda gündeme geldi.

Ve bu yanıyla, iki hükümet arasındaki iktidar kavgasından ve emperyalistlerin Libya üzerindeki hesaplarından bağımsız görünmüyor.

 

IŞİD’in perdelediği emperyalist hesaplar

Öyle ki, bugün IŞİD’e karşı savaşmak için emperyalistlerin Libya’ya müdahale etmesini isteyen Tobruk hükümeti, bu saldırı sırasında Trablus hükümetinin de etkisizleştirilmesini, kendi iktidarının sağlamlaştırılmasını istiyor. Bu doğrultuda, Libya topraklarını bombalayan Mısır ile birlikte hareket ediyor.

Aslında bu Mısır’ın Libya’ya ilk müdahalesi de değil. Ağustos 2014’te Mısır ve BAE, Trablus ve Misrata’ya hava saldırıları düzenlemiş, Ekim 2014’te ise Bingazi’yi bombalamıştı. Ve bu bombalamalar, o dönem hükümet olan, bugün de Trablus’ta hükümet iddiasını sürdüren yapıdan bağımsız ve habersiz olarak, General Hafter’in desteğiyle (bugünkü Tobruk hükümetinin generali) gerçekleştirilmişti. Bu nedenle Trablus hükümeti, Mısır’ın işgalci olduğunu ilan ederek bombardımana ve Libya’ya dönük her türden askeri operasyona tepki gösteriyor.

Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ise, Libya bombardımanını kendi ülkesinde yaşadığı sıkışmada adeta bir “soluk borusu” haline getiriyor. Hem Mısır vatandaşlarının öldürülmesine karşı hemen bir tepki göstererek milliyetçi duygulara hitap ediyor, hem de savaş çığırtkanlığı içinde, Mısır’daki kitle hareketini bastırmayı hedefliyor. Üstelik uluslararası alanda meşruluğu halen tartışmalı olan Sisi hükümeti, “IŞİD’e karşı savaştığı için”, başta ABD olmak üzere emperyalist dünyayı arkasına alacağını düşünüyor.

Bu arada Rusya, artan sıcak çatışmaları, Libya savaşı başladığından bugüne sürdürülen silah ambargosunu delmek için bahane olarak kullanıyor. Kaddafi döneminde, Libya askeri uçak ve füze sistemlerinden teçhizatına kadar silahlanma ihtiyaçlarının önemli bölümünü Rusya’dan karşılamıştı. Öyle ki, Rus silah şirketi Rosoboroneksport Kaddafi’nin devrilmesinden hemen önce 2010 yılında 8.6 milyar dolarlık silah satışı gerçekleştirmişti. Kaddafi’nin devrilmesi, Rusya’nın elindeki bu önemli pazarı kaybetmesine yol açmıştı. Şimdi Tobruk hükümetinin talepte bulunmasından yararlanarak, silah ambargosunu kaldırtmayı hedefliyor.

Libya’da yeni askeri ve siyasi müdahale olanakları arayan bir başka ülke ise Fransa’dır. Libya saldırısını ilk başlatan, ABD’nin tetikçiliğini yapan ülkeydi Fransa. Arkasından Mali’de, Çad’da saldırılar gerçekleştirdi, Afrika topraklarında pay istediğini göstermiş oldu. Şimdi de, Mısır’ın başlattığı konjonktürü değerlendirerek Libya’ya yeniden müdahale etmek istiyor.

İtalya ise, Libya’ya sadece 300 km uzaklıkta olması nedeniyle, Libya’daki her hareketin, kendi güvenliğini de doğrudan ilgilendirdiğini iddia ederek konuya dahil oluyor. Aradaki mesafe, Roma ve Vatikan’a kadar uzanmasa bile, İtalya’nın güney kentlerinin IŞİD’in füze saldırılarına maruz kalmaları için yeterli bir mesafe. Zaten IŞİD, “Vatikan’a halifelik bayrağı dikeceğiz” diyerek, İtalya’nın bu gerekçesini güçlendiriyor. Afrika’dan Avrupa’ya uzanan en kestirme kaçak göçmen hattının Libya’dan İtalya’ya giden denizyolu üzerinde kurulu olması son derece önemli. Ve bu hattın kontrolü artık IŞİD’in elinde. İtalya bu hat üzerinden IŞİD’in kendi topraklarına sızacağını düşünüyor. Üstelik kişi başına 6 bin dolara kadar yükselen insan ticareti “geliri”nin de IŞİD’e kalması, güçlü bir zenginlik kaynağı yaratıyor.

Libya’nın en önemli zenginlik kaynağı ise petrol ve doğalgaz. Yerel aşiretlerin son üç yıldır en şiddetli savaş sebebi olan petrol ve doğalgaz, bugün IŞİD’in de gözünü diktiği hedef konumunda.

                           * * *

IŞİD’in güçlenmesinde en önemli unsurun, ABD’nin desteği olduğu biliniyor. IŞİD’in Irak ve Suriye’deki ilerleyişi sırasında bu açıkça görülmüştü. Ancak ABD bu ilişkiyi hiçbir zaman resmileştirmedi, ÖSO’ya yaptığı tarzda açıktan destek vermedi. IŞİD’in uyguladığı vahşi terörün yarattığı korku ortamından yararlanıyor ve kendi politikalarını hayata geçirmek için uygun zemine dönüştürüyor, ancak açıktan destek vermiyordu.

Bugün, dünya halklarının IŞİD’e karşı artan nefreti, ABD’yi fazlasıyla zorluyor. Bu nefret ve tepki nedeniyle, kendisi de IŞİD’e karşıymış gibi görünmeye çalışıyor ve giderek artan bir biçimde IŞİD’e karşı operasyon gerçekleştirmekten sözediyor. Bir taraftan özellikle Libya gibi yerle bir ettiği ama tam hegemonyasını kuramadığı alanlarda, IŞİD’i kullanmaya devam ediyor. Diğer taraftan, ona karşı mücadele için çağrılar gerçekleştiriyor. Ortalığı karıştıran kendisi olmasına rağmen, sonradan gelip oradaki halkları kurtaran rolünü oynamak istiyor.

Bugün Libya’da sahnelenen oyun da, bu politikaya uygundur. Ancak bu arada Libya halkı 4 yıldır korkunç bir savaşın, pervasız bir vahşetin, şeriatın boğucu şiddetinin pençesinde, insanlıkdışı koşullarda yaşam savaşı veriyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …