‘90’lı yılların ilk yarısıydı. DİSK Deri-İş’e bir gün bir arkadaşımız akvaryum getirmişti. İçinde 3 tane Japon balığı vardı. “Hediyem olsun” dedi. Biz de akvaryumu sendikanın baş köşesine yerleştirdik. İşçiler hemen balıkların adını koydular: “Birlik, Dayanışma, Mücadele”!
Giderek akvaryum sendikanın maskotu haline dönüştü. Neredeyse sendikadaki en değerli varlığımız olmuştu. O gün sendikayı kim açıyorsa, ilk iş olarak önce akvaryuma gidiyor ve balıklara yem atmadan, hiçbir işe el sürmüyordu. Akvaryum, işçilerin yaşadığı hayatla özdeşleşmiş gibiydi çünkü. Kendi durumlarının kritiğini burada yapıyorlardı. ”Baksana şu birlik ve dayanışmanın yüzüşüne, yüzmeyi bile doğru dürüst beceremiyorlar, onlar ne yapsın, birlik ve dayanışma zaten yok ki, ama bak şu mücadele’ye nasıl da güzel yüzüyor, tıpkı bizim gibi” diyerek…
Bir gün sendikayı açan arkadaşımız, iyi beslensinler diye akvaryuma çok yem atmış, ne yazıkki iki balık birden ölüvermişti. Ölen iki balık, “Birlik ve Dayanışma”ydı. İşçiler “onlar ölmedi, bizim durumumuza çok üzülüp intihar ettiler” diye yorumluyorlardı. Uzunca bir süre “Mücadele” tek balık olarak akvaryumda kaldı. Sonra sendikanın yer değişikliği yapacağı bir sırada, bir işçi arkadaşımız Hıdır, “bunu bana verin, kızım Dilara’ya götüreyim” dedi ve alıp götürdü.
Altı ay sonra Hıdır’la karşılaştığımda, “Mücadele”nin ne durumda olduğunu sordum. “Sorma be abi” dedi, “birlik ve dayanışmasız hiç mücadele yaşar mı, o da bir hafta içinde ölüverdi!”
Hıdır çok doğru söylüyordu… Mücadeleyi yaşatmak için, birlik ve dayanışmayı aramızda hep diri tutmamız gerekiyordu.