1 Mayıs yaklaşırken, İstanbul Valisi, 1 Mayıs’ın Taksim’de yapılmasına izin vermeyeceklerini duyurdu. Bu, işçi ve emekçileri savaşa davet etmektir. Çünkü 1 Mayıs, işçinin, emekçinin mücadele günüdür. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de işçi ve emekçiler, yaklaşık yüz yıldır 1 Mayıs’larda meydanlara çıkar, taleplerini haykırır. Buna engel olunan yerlerde ise, çatışmalar çıkar, yaralananlar, ölenler olur.
Ülkemiz, yasaklı 1 Mayıslarıyla ünlüdür. ’77 1 Mayısı, kontrgerilla katliamı olarak hafızalara kazınmıştır. Sadece ‘77’de değil, sonrasında da Taksim’de, Kadıköy’de şehitler verildi. Yasaklar getirilerek, ya da “bahar bayramı” yapılarak, 1 Mayıslar unutturulmaya, engellenmeye çalışıldı. Kitlelere korku ve dehşet yayılarak, bir “suç”muş gibi gösterildi. İşçi ve emekçilerin birlik ve dayanışma içinde seslerini yükseltmeleri, en büyük korkuları oldu.
Bu yıl da aynı politikayı izliyorlar. Her mesleğin bayramına, her spor kulübünün sevinç gösterisine açık olan Taksim, yine işçi ve emekçilere kapatılıyor. Dünyanın her yerinde işçi ve emekçiler, 1 Mayıs günü kentin en büyük meydanlarına çıkarken, Türkiye’de buna izin verilmiyor. Deniliyor ki, gidin Yenikapı’ya, sesinizi denize duyurun, taleplerinizi suya atın!
1 Mayıs, yasaklara sığmayan, zincire vurulamayan bir gündür! Doğduğu günden bu yana, kendi özgürlük alanlarını kendisi açmıştır. İşçi ve emekçiler, yasaları, yasakları çiğneyerek 1 Mayısları kutlamıştır. Bugüne dek hiçbir hak yoktur ki, yasalara rağmen mücadele edilerek kazanılmamış olsun! Bundan böyle de aynı şekilde olacaktır. İşçi ve emekçiler istediği yerde ve istediği şekilde bayramını kutlayacaktır.
Taksim ile 1 Mayıs özdeşleşmiştir. ’77 katliamından bu yana Taksim’in adı 1 Mayıs Meydanı’dır. Onları birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bunu denemeye kalkanlar, tarihsel olarak yenildiler. Tüm engellere rağmen Taksim’e girildi. Ne sıkıyönetimler, ne olağanüstü haller, bunu durdurabildi. Bu yıl da durduramayacaklar! Usta şair Nazım Hikmet’in dediği gibi, bizi savaşa davet edenlere tek yanıtımız; “davetleri kabulümüzdür” olacaktır!
* * *
AKP hükümeti, işçi ve emekçilerden duyduğu korkuyla yasa üzerine yasa çıkartıyor. En son “iç güvenlik” dedikleri faşist yasaları da yürürlüğe koydular. Bilindiği gibi, bu yasa mecliste büyük kavgalara yol açmıştı. Birçok milletvekili yaralandı. Gece sabahlara kadar süren oylamalarda, vekiller neye oy verdiklerini bile bilmeden ellerini kaldırıp indirdiler. Hatta AKP milletvekileri yanlışlıkla CHP’nin önerisine el kaldırarak, görüşme süresini uzattı. vb…. Böylece parlamentonun, kelimenin gerçek anlamıyla “burjuvazinin ahırı” olduğu bir kez daha görüldü.
En son hükümetle HDP’nin İmralı heyetinin ortak açıklamasında, “silahlara veda” karşılığında, AKP’nin de “iç güvenlik” paketini geri çekeceği söylendi. Fakat öyle olmadı. AKP, en çok önem verdiği 60 maddeyi meclisten geçirdi ve cumhurbaşkanına gönderdi. Erdoğan da “geç bile kaldı” dediği paketi jet hızıyla onayladı. Yani AKP bu paketin geçmesini “çözüm süreci”nden daha fazla önemsediğini ortaya koydu.
Tam da 1 Mayıs öngününde çıkartılan bu faşist yasalarla, esasında işçi ve emekçilerin hak alma mücadelesini durdurmayı hedeflediklerini gösteriyorlar. Krizin etkisiyle daha da yoksullaşan işçi ve emekçilerin tepkisinden korkuyorlar. İşsizlik rakamları, resmi olarak bile yüzde 10’ları aştı. Her 5 gençten biri işsiz! Çalışanların başında ise işsizlik, bir “demoklesin kılıcı” gibi sallanıyor! İşsiz kalma korkusuyla, çok düşük ücretlere, 10-12 saat süren mesailere katlanıyorlar.
Sadece çalışma hakları değil, yaşam hakları da tehlike altında. Günde 5 işçinin öldüğü bir ülkeden sözediyoruz. İşçi cinayetlerinin katliama dönüştüğü bir ülkeden…
Elbette bu kadar baskı ve sömürü altında tutulan bir sınıf, birgün patlayacaktır! İşte egemenlerin en büyük korkusu da budur. O yüzden faşist yasaları peş peşe çıkarıyorlar. O yüzden 12 Eylül’ü aratmayacak uygulamaları devreye sokuyorlar.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü baskını sırasında, öğrencilerin ellerini arkadan kelepçeleyip nasıl yere yatırdıklarını gördük. Sadece gözaltındaki arkadaşlarını bekleyen bu öğrenciler, dayaktan geçirildi; kafaları, burunları kırıldı. Nezarethaneler, yeniden işkence yuvasına dönmüş durumda. Şiddet, özellikle devlet şiddeti her yerde kol geziyor.
Son çıkan faşist yasalarla, bugüne dek yaptıklarını resmileştirdiler. Yeni cinayetlerine de zemin hazırladılar. Ama herşey onların istediği gibi gitmiyor ve gitmeyecek!…
* * *
Esasında devlet, her yanından dökülüyor. “Güvenlik” diye bağırdıkça, yargıdan emniyete sözde en güvenlikli kurumlarında bile “güvenlik zafiyeti”nden geçilmiyor. Adli Tıp’tan TUBİTAK’a, hiçbir kurumunun belgesine güvenilmiyor! Sahtecilik, dolandırıcılık, her tarafı sarmış durumda. KPSS’deki kopya skandaldan sonra, 2010 yılı içinde yapılan tüm sınavlarda kopya çekildiği ortaya çıktı. Elbette bu sadece 2010 ile sınırlı değil. AKP hükümeti dönemi, özellikle de son yılları, büyük bir pervasızlık içinde yapılan yolsuzluk, usulsüzlük, dolandırıcılık ile geçti. Her yerden çürümenin pis kokusu yükseliyor.
31 Mart günü, Türkiye tarihinde ilk kez ülke çapında elektrikler kesildi. Yaklaşık 8 saat süren bu kesintinin nedeni halen açıklanmış değil. Bu süre içinde nelerin yapıldığı, hangi gizli işlerin halledildiği ise bilinmiyor. Tabii bu kesintilerin, tıpkı geçen seçimlerde olduğu gibi, seçim günü yapılma olasılığı da var.
Türkiye, her yerinden dökülüyor artık. Ampül de sönüyor! Egemenler yeni arayışlar peşinde. Belli ki, at değiştirme zamanı geldi. Atlar değişecek ama oyun aynı şekilde sürecek…
Bu oyunu bozacak tek sınıf, işçi sınıfıdır. Onların örgütlü ve birleşik gücüdür.
1 Mayıs, işçi ve emekçilerin bu gücü ortaya koyduğu gündür. Söz şimdi onların…