Büyük anlamlar yüklenen 7 Haziran seçimleri sonuçlandı. Oyların dağılımı üç aşağı-beş yukarı beklendiği gibi oldu. AKP önemli oranda oy kaybetti, CHP eski konumunu korudu, MHP biraz arttırdı ve HDP barajı aştı.
HDP’nin barajı aşması zaten bekleniyordu, o yüzden sürpriz olmadı. Fakat yüzde 13 gibi bir oran ve 80 milletvekili, beklenenin üzerindeydi. Dolayısıyla seçimin mutlak galibi HDP oldu.
Seçim öncesi yapılan tahminlerde AKP’nin yüzde 40’ın altına düşeceği söyleniyordu. Ama öyle olmadı. O kadar yıpranmışlığına rağmen AKP yüzde 40’ın üzerinde oy almayı başardı.
CHP’nin ise oylarını arttıracağı sanılıyordu. Emekliye ikramiye, asgari ücret, mazot gibi seçim vaatleri, oldukça etkili olmuştu. Belli ki, yeterince inandırıcı olamadı ve kitleye güven vermedi. Diğer yandan tabanından HDP’ye kayışları da durduramadığı görüldü.
MHP için, “hiç bir şey yapmadan oyunu arttırdığı” ve AKP’den kaçan milliyetçi oylarla patlama yapacağı söyleniyordu. MHP oylarını arttırdı fakat bu da beklenenin altında oldu.
Sonuç olarak küçük oynamalarla tahminler doğru çıktı. Ve bu seçimlerden asıl beklenen, “AKP’nin tek başına hükümet olmaması” gerçekleşti. Erdoğan’ın başkan olamayacağı zaten belliydi. Ne AKP o denli yüksek bir oy alabilecek durumdaydı, ne de emperyalistler ve işbirlikçileri Türkiye’de “başkanlık sistemi”ni istiyordu. Her ne kadar Erdoğan, çıtayı yüksek tutmak ve pazarlık gücünü korumak için, başkanlığı gündemde tutmuşsa da, o da durumun farkındaydı. Buna rağmen yasaları çiğneme pahasına seçim propagandası yürüttü, kendini güçlü göstererek oy kaybını durdurmaya çalıştı ve tabii ki, yine ustalaştıkları seçim hilelerine güvendi.
Onun tek amacı, seçim sonrası yerini kaybetmemekti. Yargılanmaması buradan geçiyordu. Seçimler biter bitmez “saray”dan yapılan ilk açıklama da “cumhurbaşkanlığının meşruiyetinin sorgulanmaması” oldu. Benzer şekilde AKP de koalisyon için şartını “Erdoğan’ın konumunun tartışılmaması” olarak ileri sürdü.
* * *
Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz, “koalisyon” senaryoları da ortalığı kapladı. AKP-CHP, AKP-MHP, CHP-MHP vb… formüller havada uçuşuyor. Partilerin seçim öncesi vaatleri, verdikleri sözler, birbirleri hakkında söyledikleri, hemen unutuldu! “Seçim kampanyasında olur böyle şeyler” diyerek de bu durum meşrulaştırılıyor, kanıksatılıyor. Burjuva politikasının yalan ve demagojiye dayandığını itiraf ediyorlar böylece. Ve tabi seçimlerin bir aldatmaca olduğu gerçeğini de…
Oysa bu seçimlere ne büyük misyonlar biçildi. Bugüne dek oy kullanmayanlar bile sandığa çekildi. Yüzde 85 gibi, son yılların en yüksek katılımlı seçimleri oldu. Yani sandıktan kopan ve giderek artan sayılarla sokağa çıkan kitleleri yeniden sandığa bağlamayı başardılar. Elbette burada en büyük yardımcıları, reformistler oldu.
Peki, söylendiği gibi bu sonuçlarla “Türkiye nefes alacak mı?” AKP’li ya da AKP’siz koalisyonla, halkın talepleri karşılanacak mı? “Erdoğan’sız AKP” ile faşizm geriletilmiş mi olacak?
Bugüne dek, egemenler yıpranan parti ve liderleri çok değiştirdi. Zaten seçimler, burjuvazinin -kitlelerin nabzını da tutarak- “at değiştirme” manevrasını gerçekleştirdikleri araçlardır. “At”lar değişir, amiyane tabirle “kitlenin gazı” alınır ve düzen aynı biçimde sürmeye devam eder. Yani “nefes alan” halk değil, burjuvazi olur.
Bu kez de öyle olacak. Üstelik Haziran’dan bu yana büyüyen halkın tepkisini zapt edememekten duydukları, artan bir korku da var. “Düzenin bekası” için kişileri harcamaktan hiç çekinmedikleri, en has uşaklarının bile ipini çektikleri kimse için sır değil. Bu çöplüğe Erdoğan’ı atmakta da tereddüt etmeyeceklerdir. Kaldı ki Erdoğan, son yıllarda “efendileri”nin koyduğu sınırları aşma gibi bir “suç” işledi. Yani egemenler nezdinde de Erdoğan’ın miyadı doldu.
Buna karşın “Erdoğan’sız Türkiye”nin güllük-gülistanlık olacağı gibi bir hava yaratılıyor. Bir kez daha kitlelere boş umut ve beklenti pompalanıyor.
* * *
Sömürü ve zulüm düzeni ise olanca vahşetiyle devam ediyor. İşçiler, ağır sömürü koşullarında, düşük ücretle uzun saatlerde çalıştırılıyor. İş cinayetlerinde ölmeye devam ediyorlar. Sadece patronların değil, patronların çıkarlarını koruyan devletin ve işbirlikçi-sarı sendikaların kıskacı altındalar.
İşte metal işçilerinin direnişi, bu kıskacı kırmak içindi. Yaklaşık 20 bin işçi, fabrikadan ayrılmayarak, fiili greve başladı. Faşist Türk-Metal sendikasından toplu istifa ettiler. 12 Eylül rejiminin anayasasında yer alan sendika, grev ve TİS yasasını fiilen işlemez kıldılar.
Bursa’daki otomobil fabrikalarında başlayan direniş, kısa sürede metal işkoluna yayıldı. Yaklaşık 15 gün süren direniş sonucunda, bulundukları fabrikalardan Türk-Metal sendikasını silip attılar. Patronları, kendi temsilcileriyle oturup anlaşma yapmak zorunda bıraktılar.
Tam da Haziran ayaklanmasının ikinci yıldönümünde patlayan metal direnişi, Haziran’ın bitmediğini, hatta eksik kalan sınıf ayağının güçlendiğini gösteriyordu. Metal işçileri, hakların yasaları ve yasakları aşan bir mücadele ile kazanılacağını bir kez daha ortaya koydular. Haziran ayaklanmasında olduğu gibi, önlerine dikilen tüm engelleri yıkarak taleplerini büyük oranda kazandılar.
Seçimlerden 20 gün kadar önce başlattıkları direnişleriyle, çarenin seçimde değil, mücadele alanlarında olduğunu pratikleriyle gösterdiler. Sandığa değil, kendi güçlerine güvendiler. Talepleri karşılanmaz ise, hiçbir partiye oy vermeyeceklerini de duyurdular. Direnişi polis şiddetiyle bitiremeyeceğini, aksine daha da büyüteceğini anlayan patronlar ve devlet, işçilerin örgütlenme ve bilinç düzeyindeki zayıflıklarından yararlanarak parça parça bitirme yöntemini izledi.
Direnişin ateşi söndüyse de, korları yanmaya devam ediyor. Sadece metalde değil, diğer işkollarında da işçiler fiili greve çıkıyor, fabrikayı işgal ediyor, eyleme başlıyor. Metal işçileri yolu açtı, arkası geliyor.
Seçimlerin yaydığı umut ve beklenti geçicidir. Aslolan mücadeledir. İşçi sınıfının önder misyonuna uygun biçimde mücadelede yer alması ise, artık yeni bir döneme girildiğini gösteriyor.