Haziran sürüyor!

haziran-kapak

Haziran direnişi, ikinci yılında başta İstanbul olmak üzere birçok şehirde kutlandı. Bir kez daha Haziran şehitleri anıldı. İstanbul’da direnişin başladığı gün olan 31 Mayıs günü, “Taksim Dayanışma”nın bileşenleri, İstiklal Caddesi’nden Taksim’e doğru sloganlarla yürüyüşe geçti. Şehit ailelerinin de içinde yeraldığı kortej, alana giremeden polisin barikatıyla karşılaştı. Yaklaşık bir saat oturma eylemi yaptı. Ardından Abbasağa ve Göztepe Parkı’nda stantlar açıldı, forumlar düzenlendi, müzik gruplarının dinletileri gerçekleşti.

Polis, 31 Mayıs sabahı Gezi Parkı’nı boydan boya bariyerlerle çevirdi. Taksim Meydanı yine tomalarla, çevik kuvvetle doldu. Öyle ki, Berkin’in annesinin Gezi Parkı’nda Berkin için ekilen ağaca su dökme isteği bile kabul edilmedi. Bütün bu uygulamalar, aradan iki yıl geçmesine rağmen, devletin “Haziran korkusu”nun geçmediğini gösteriyordu. Çünkü Haziran gerçekten de bitmemişti. İki yıl boyunca kitleler hak arama mücadelesinin daha radikal eylemlerle ortaya koydular. Bunun son halkası, metal işçilerinin faşist-işbirlikçi sendikaları aşarak yaptığı fiili grev oldu. Direnişin eksik olan sınıf ayağı, önce Soma’daki işçi katliamına karşı yükselen eylemlerle, ardından “metal fırtınası” ile tamamlanıyordu.

Geçen yıl yayınevimiz tarafından basılan “daha fazla Haziran” adlı kitapta, Haziran direnişinin temel özellikleri sıralanmış ve bu direnişin süreceği öngörüsünde bulunulmuştu. Haziran’ın neden bitmediğinin yanıtlarını ortaya koyan “Giriş” bölümünü kısaltarak yayınlıyoruz.

                                * * *

Türkiye tarihinin bu en büyük, en kitlesel direnişinden bu yana yaşanan gelişmelere dönüp baktığımızda, direnişin neler kazandırdığını, neleri değiştirip dönüştürdüğünü ve dolayısıyla onun niteliğini, büyüklüğünü daha iyi görebiliriz.

En başta, kitlelerin haksızlıklara karşı tepkilerini eylemli bir şekilde ifade etme, sokakları-alanları doldurma refleksi olarak gösterdi kendini. Bu bazen bir işçi katliamına karşı ülke çapında gösterilen büyük bir direniş şeklini aldı, bazen de bir parkın gaspedilmesine karşı tüm bölge halkının büyük bir dirençle karşı koyması biçiminde…

Egemenler cephesinde ise; Haziran direnişi onların kabusu olmaya devam etti. Adeta bir “Gezi heyulası” dolaştı, başta AKP olmak üzere, tüm egemenlerin üzerinde. Her olayda artık eskisi gibi rahat hareket edemeyeceklerini gördüler. Ne baskı, şiddet ve tehditleri; ne de yalan ve demagojileri, geçmişteki gibi etkili olabiliyor artık.

Bu durum, Haziran direnişinin gerçekte bitmediğini, yayılarak devam ettiğini gösteriyordu. Direnişin sonunda yükselen sloganda olduğu gibi, “bu daha başlangıç”tı ve “mücadele devam” ediyordu. Kuşkusuz bunun en önemli nedeni, direnişin taleplerinin tam olarak karşılanmaması ve kitlelerin öfkesinin yatışmak bir yana, artan polis vahşetiyle birlikte daha da büyümesidir. Bunun üzerine binen her gelişme, direniş ateşinin yeniden harlanmasına neden oldu.

Direniş şehitlerinin sayısının bir yıl boyunca artması, buna karşın katillerin yakalanıp doğru-düzgün yargılanmamaları, direnişi hep güncel kıldı ve öfkeyi büyüttü. Mahkemeler, ayrı bir direniş alanı haline geldi. Her toplumsal gelişmede kitleler sokaklara döküldü. Kitleler “eskisi gibi yönetilmek istemediklerini” bir kez daha ortaya koydu. Egemenler de artık “eskisi gibi yönetemeyeceklerini” görüyorlardı.

Ne var ki, geçen sürede ne egemenler yeni yöntemler bulabildiler; ne de işçi ve emekçiler doğru bir önderlik etrafında kenetlenebildiler. Bu yenişememe ve kilitlenme hali, halen sürüyor.

İlk köle isyanı Spartaküs’ten, ilk proleter devlet Paris Komünü’ne kadar tüm ayaklanmalar karşısında egemenlerin yaptığı tek şey, daha fazla şiddete başvurmak olmuştur. Lenin’in “Moskova ayaklanmasının dersleri”nde  söylediği gibi; “gericilik, barikatlara, kalabalığa ve binalara kurşun yağdırmaktan öteye gidemez. Ama devrim, Moskova çarpışma birimlerinden çok daha ileriye gidebilir.”

Haziran direnişi sonrası devletin ilk işi, polisi her yönden yeniden tahkim etmek oldu. Başbakan’ın “destan yazdılar” sözleriyle övgüsüne mazhar olan polis teşkilatı, hem ikramiyelerle ödüllendirildi, hem de sayısal gücü ve teçhizatı arttırıldı… Sopalı-coplu sivil polisler, ya da palalı, döner bıçaklı gerici-faşist güruhlar, kitleye saldırdılar… Sonuçta kendinden önceki egemen sınıflar gibi, yaptıkları ve yapacakları; daha fazla polis, gaz bombası, daha çok gözaltı, yaralama ve ölümdür. Oysa kitlelerin Haziran’dan daha fazlasını yapabileceğini henüz görmediler. Ama hergün onun korkusuyla yaşıyorlar. Korksun ve beklesinler!

(…) Egemenler işçi sınıfına saldırıda da hız kesmediler. Fakat bu kez eylemler çok daha etkili ve militan bir tarzda oldu. Grev ve direnişleri, işgaller izledi… Haziran direnişinde işçi sınıfı, sınıf olarak direnişte yerini alamamış, öncü rolünü oynayamamıştı. Bunda en önemli faktör, sınıfın çoğunluğunun sendikal anlamda bile örgütsüz oluşuydu. Varolan sendikaların ise büyük oranda işbirlikçi olmaları… Haziran’dan sonra işçiler, sendikaları aşan bir direniş sergiledi, sendika ağalarını teşhir etti. Bütün bunlar, önümüzdeki dönemde işçi sınıfının, sendikaları daha fazla zorlayacağını ve aşacağını göstermektedir. Ve Haziran direnişinde yaşanan en önemli eksikliği giderecek olan, yeni bir döneme girildiğinin işaretleridir.

Sınıfın katılımı ve öncülüğü, bir ayaklanmanın başarıyla sonuçlanmasında olmazsa olmaz unsurlardan biridir. Hatırlanacaktır, Mısır’da 40 yıllık diktatör Mübarek’e karşı başlayan halk isyanı, ancak işçi sınıfının katılımıyla, hayatın durması sonucunda zafere ulaşmıştı. Dünya tarihinde buna benzer daha pek çok örnek vardır. 

Özcesi, Haziran’dan bu yana egemenlerin baskı ve şiddeti, sömürü ve zorbalığı daha da arttı. Fakat bu şiddet ve saldırganlık, büyük bir öfke patlamasını da beraberinde getirdi. Başta işçi sınıfı olmak üzere, halkın çeşitli tabakaları, daha fazla ve daha kitlesel olarak sokaklara çıktı, taleplerini haykırdı. Bu, Haziran direnişinin mirasıydı. Çünkü Haziran’da kitleler, korku duvarlarını yıktı ve kendine güvenini kazandı. Yılgınlığa, karamsarlığa, güvensizliğe büyük bir darbe indirdi. Kısacası bir “milat” oldu.

 (…) Haziran ayaklanmasından sonra, egemenlerin başat sorunu, sokağa çıkan kitleyi, düzen-içine çekebilmekti… Bunun da en etkili yöntemi seçimlerdi… Haziran günlerinde Erdoğan, “seçimle geldim, seçimle giderim” diyerek, sözde meşruiyetini bu şekilde savunuyordu. Başta CHP olmak üzere muhalefet de, AKP’nin seçim hilesiyle yeniden kazanacağını bildiği halde; bunu, sokak eylemleriyle, kitle gücüyle gitmesine yeğlediler. Çünkü kitle hareketinden daha fazla korkuyorlardı. Sonuçta AKP, miadını doldurunca illa ki gidecekti. Ama kitle hareketi bir sel gibi büyüyüp önüne geleni yıkıp geçtiğinde, ne CHP ne de diğerleri kalırdı. Bu korku ile AKP’nin her tür seçim hilesine göz yumdular… 

Bu partilerin seçim hilelerinin üzerine gitmemesinin en önemli nedeni, kitlelerde sandığa olan güveni canlı tutmaktır. Fakat halk, seçimlere güvenden değil, çaresizlikten katılmıştır. Haziran direnişi ile, kendi gücünü görmenin verdiği bir güven ve moral üstünlük kazanmış, fakat örgütsüzlüğün acı sonuçlarını her aşamada çekmiştir…

Haziran’ın somut siyasal hedefi, hükümetin istifasıydı. Elbette  hükümet değişikliği, yaşanan sorunları çözemeyecekti. Ama kitlelerin bunu yaşayarak öğrenmesi gerekiyordu. Diğer yandan, halk ayaklanmasıyla hükümetin devrilmesi, kitlelerin kendi gücüne güvenini arttıracak, büyük bir moral kaynağı olacaktı. Bu açılardan direnişte yükselen “hükümet istifa” talebini sahiplenmek doğru bir yaklaşımdı…

Haziran direnişinin talepleri, karşılanmamış görülebilir. Bu yanıltıcıdır. Zaten böylesi büyük direnişlerin önemi, somut taleplerin elde edilip edilmemesine bağlı değildir. Kaldı ki, Gezi Parkı’na AVM ve Topçu Kışlası yapma planından vazgeçmek zorunda kalmaları, somut bir kazanımdır. Ama asıl kazanım, kitlelerin bilincinde yarattığı sıçramadır. Haziran’dan bu yana geçen sürede bunun sonuçlarını yaşadık, yaşıyoruz…

Egemenler, Haziran’dan bu yana yeni ayaklanmalar korkusuyla yaşıyor. O yüzden sürekli yasalar çıkarıyor, yeni yasaklarla güvenlik önlemlerini arttırıyor… Fakat binlerce yıllık insanlık tarihi göstermiştir ki, egemenlerin zulmü ne kadar artarsa artsın, yıkılmaktan kurtulamamıştır. Ezilen, sömürülen kesimler birgün mutlaka kendi örgütlülüklerini yaratarak imparatorlukları devirmiş, diktatörleri yıkmış, onlarla birlikte sistemlerini de tarihin çöplüğüne atmışlardır.

(…)Haziran direnişi “bu daha başlangıç” diyerek bitti. Biz de Che’nin Vietnam için söylediği gibi, “bir, iki, üç…” DAHA FAZLA HAZİRAN diyoruz! Kitleler kendi deneyimleriyle öğrenecekler, öncüler çıkardıkları derslerle kendilerini donatacaklar ve her halk hareketi, bir öncekini aşarak ilerleyecek, o “büyük gün”e böyle ulaşılacak! O gün, Haziran şehitleri dahil tüm devrim şehitleri, bir bayrak gibi göndere çekilecekler ve en önde yürüyecekler!

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …