Metal işçilerinin direnişiyle birlikte işyeri komiteleri veya kurulları yeniden tartışılıyor.
Asıl olarak ‘89 bahar eylemleri döneminde öne çıkan, o dönemki mücadeleyi örgütleyen birimler olmuştu işyeri komite ve meclisleri. ’89 bahar eylemleri, 12 Eylül sonrası işçi haklarının iyice budanması ve sendikasızlaştırılmasına karşı, sınıfın kazanımlarını yeniden elde etme hamlesiydi. İşçiler, komite, kurul, meclis vb. isimler altında biraraya gelerek, işyerlerinde örgütlenmenin ilk adımlarını attılar. Ve işçi sınıfı mücadelesine önemli kazanımlar bıraktılar.
Esasında bu örgüt biçimleri, tarihsel kökleri derin olan biçimlerdir. Hem dünyada hem de ülkemizde, sınıf mücadelesinin yükseldiği dönemlerde yaşama geçmiş ve pratik işlevler yüklenmişlerdir. Bugünkü durumu daha iyi anlayabilmek için, tarihsel deneyimler ışığında işyeri komitelerini genel hatlarıyla öğrenmekte yarar vardır.
İşyeri komitelerinin önemi, işlevi
Her hareketin, oluşumun, sınıfın başarısı, örgütlülük düzeyine bağlıdır. Örgütlülük de soyut bir şey değildir. Kitleler içinde, yani tabanda örgütlülük yoksa, başarı şansı da yoktur.
İşyeri komiteleri, isminden de anlaşılacağı gibi, işyerlerinde, üretim içerisinde kurulan ve tüm işçileri kapsayan örgüt biçimidir. İşçilerin sorunlarını-sıkıntılarını daha yakından ve en net şekilde onlar bilir. İşçilerin içinde olmanın getirdiği bir avantaja sahiptirler. Yani tabanın söz ve karar sahibi olduğu en önemli organlardır.
Bazen düşük ücretler, uzun işgünü vb. ağır çalışma koşullarına karşı oluşur, bazen de sendikalaşmak için… Fakat her halükarda tabanın iradesini yansıtırlar. İşçilerin sesi ve kulağıdır. Onun içindir ki, bu komiteler, her dönemde ve her koşul altında olması gereken biçimlerdir.
İşyeri komiteleri, işçilerin haklarını korumakla ve geliştirmekle yükümlüdürler. Eğer işyerinde sendika yoksa, sendikal örgütlenmeye önderlik ederler; işçilerin hakları için patronlarla görüşürler, işçiler lehine en iyi anlaşmayı yaparlar. Sendikalı yerlerde ise, sendikayla işçiler arasında köprü olurlar. İşçilerin kararlarını sendikaya taşır, tabanın sendika üzerinde denetimini sağlarlar. İşçilere sendikal bilinç verirler. TİS süreçlerini hazırlar, TİS taslağının işçilerin önerileriyle oluştururlar.
İşyeri komitesi olmadan, sendika işyerindeki sorunlara örgütlü bir şekilde müdahil olamaz, doğru kararlar alıp uygulayamaz. Dahası sendikal demokrasi işletilemez, tabanın inisiyatifi sendikalara yansıyamaz. Sendikalar demokratik-mezkeziyetçillik ilkesini ancak işyeri komiteleri üzerinden işletebilir.
Bütün bunlardan dolayı işyeri komiteleri, işçi sınıfı mücadelesinde olmazsa olmaz biçimlerden biridir. İster sendikalı işyerleri olsun, ister sendikasız, işçilerin örgütlenmede ilk başvurmaları gereken, mücadele organlardır. Sadece çalışma koşulları ve sendikal mücadele değil, toplumsal sorunları işçiler içerisinde gündemleştirmek, işçileri bu sorunlara duyarlı kılmak gibi görevleri de vardır. Bu komitelerde yer alan öncü işçiler devrimcileştikçe, işçi sınıfının kurtuluşunun toplumsal kurtuluştan bağımsız olamayacağını; ekonomik mücadele ile siyasi mücadelenin kopmaz bağlarını daha iyi kavrayacak ve işçilere kavratacaklardır.
Bu bakışaçısından yoksunlarsa, kazanımları da sınırlı olur. Sınıf sendikacılığı doğrultusunda mücadele yürütemez. Hatta patronların güdümüne girme ihtimali bile yaşanır.
İşyeri komitelerinin
diğer taban örgütlerinden farkı
İşçi sınıfının TİS ve grev komiteleri gibi çeşitli taban örgütleri vardır. Ama bunların hiçbiri, işyeri komitelerinin yerini tutmaz, onun işlevini-görevlerini yerine getiremez. Çünkü bu komiteler, TİS ve grev dönemlerinde oluşan örgüt biçimleridir. O dönem geçtikten sonra işlevi de biter. Kaldı ki, bu komiteleri de, işyeri komiteleri hazırlar. Bazen işyeri komitesi genişletilerek, bazen de işyeri komitesinin altında geniş katılımlı TİS ve grev komiteleri kurulur. Bunlar, dönemsel ve geçicidir; fakat işyeri komiteleri, o işyeri var olduğu sürece var olması gereken kalıcı örgütlerdir.
Denilebir ki, sendika temsilciği de taban örgütü değil midir? Temsilciler bu sorumluluğu üstlenemez mi? Kuşkusuz temsilciler de tabanla iç-içedirler ve tabanla sendika arasında köprü rolü üstlenirler. Fakat temsilciler, işyeri komiteleriyle aynılaştırılamaz. Komite, fikirlerin tartışıldığı, kararların birlikte alındığı ve denetlendiği bir organdır. Temsilcilik de ise, fikir tartışması olmadığı gibi, denetimsiz çalışmasının zemini oldukça güçlüdür. İşçiler tarafından denetlenmeyen bir temsilci, yabancılaşmaya, bürokratlaşmaya açıktır. Oysa işyeri komitesi olduğu zaman, işçiler kendi temsilcisini seçer ve denetler. Bu şekilde seçilen ve denetlenen bir temsilci de, her yere işçilerin iradesini taşır.
Patronlar, hiçbir şekilde işçilerin örgütlenmesini, işyeri komitesi oluşturmasını istemezler. Önünü alamayınca, işyeri komitesi yerine, temsiciliğin olmasını tercih ederler. Aynı şekilde işbirlikçi sendikacılar da…
Bundan dolayıdır ki, işçi temsilciliğinin adını dahi değiştirmişlerdir. Sendikalı işyerlerinde temsilciler, “sendika temsilcisi” olarak adlandırılırlar. Yasalarda da böyle geçmiştir. Ama bu basit bir ifade sorunu değildir. Bilinçli bir tercihtir. Amaç, “işçi” kavramını silikleştirmektir.
Halbuki “temsilcilik”, yasalara ilk kez 1936 tarihli 3008 sayılı iş yasasında “işçi temsilciliği” şeklinde geçmişti. 1963 yılında yapılan değişiklikle “işçi temsilciliği” yerine “işyeri sendika temsilciliği”ne bıraktı. Bu tanımlama halen devam ediyor. Elbette işbirlikçi sendikacıların da işine geliyor. Çünkü genel olarak temsilciler, işçiler tarafından seçilmiyor, sendikacılar tarafından atanıyor. Yani hiç de demokratik olmayan bir yöntemle, yukarıdan dayatılıyor. Böylece işçilerin değil, sendika yönetimlerinin temsilcisi durumuna geliyorlar. İşçilerin değil, sendika ve şubelerin gözü-kulağı ve sesi oluyor. Kendilerini işçiye karşı değil, sendikaya karşı sorumlu hissediyorlar. Üye işçilerin görece daha bilinçli ve daha mücadeleci olduğu bazı sendikalarda, temsilcilerin seçimle belirlenmesi için tabandan bir baskı oluşuyor. Bu koşullarda sendika sandık koymak zorunda kalıyor ve seçilen temsilciyi atama yöntemiyle görevlendiriyor.
Bu şekilde oluşan temsilcilikten, işçilerin haklarını savunmaları beklenebilir mi? Keza gerici-faşist işbirlikçi sendikacılar, kendisine bağlı, onların çıkarlarını ön planda tutan temsilciler varken, işyeri komitelerini ister mi?
Onun içindir ki, örgütlenme, işyeri komiteleri üzerinden yürürse ancak, sendikalarda bürokratlaşma engellenebilir. Bürokratlaşan sendikacılar da, yine işyeri komitelerinin denetimi sayesinde koltuklarından alınırlar. Yani sendikaların, sınıf sendikacılığı görevini yapması, işyeri komitelerinin işlevli bir şekilde çalışmasına bağlıdır.
İşyeri komiteleri ve sendikalar
Buraya kadar anlattıklarımız, işyeri komitelerinin işçilerin mücadelesinde ne denli önemli bir yere sahip olduğunu gösteriyor. Ancak bu komiteler, ne işçi sınıfının partisinin yerini alırlar, ne de sendikaların… Onların misyonunu yüklemek, hem bu organları işlevsizleştirir; hem de öncünün ve sendikaların konumunu sulandırır.
Geçmişte işyeri komite ve meclislerini, sendikaların yerine koyan, hatta daha ileri gidip öncünün misyonunu yükleyen anlayışlar çıkmıştı. Bugün ise, metal işçilerinin sahsında işyeri komiteleri/kurulları, sendikaların yerine koyulmaya çalışılıyor.
Faşist Türk Metal sendikasının örgütlü olduğu bir dizi fabrikada, işçiler çalışma ve yaşam koşullarının bu denli kötü olmasında sendikanın da payı olduğunu -ki öyledir- ileri sürerek, kitlesel biçimde istifa ettiler. Türk Metal’in işyerlerinden gitmesini birinci talep olarak sundular. Seçtikleri temsilciler üzerinden taleplerini büyük oranda kabullendirip patronlarla protokol imzaladılar. Bazı işyerleri bu süreçte işkolundaki farklı sendikalara gitti, ama esas fitili yakan Renault işçileri hala herhangi bir sendikaya gitmiş değil.
Bugün sendikalar, büyük oranda gericileşmiş, burjuvazinin hizmetine sokulmuştur. Sınıf mücadelesi tarihinde, sendikaların benzer durumlara düştüğü dönemler olmuştur. Ama bu konjektüreldir. İşçi sınıfının devrimci mücadelesi yükseliş içerisindeyse, sendikalar da ileri bir hat izler, sendikacılar içerisinde işbirlikçilik azalır. İşçi sınıfının devrimci mücadelesi gerilediğinde ise, sendikalar da geriler, işbirlikçi sendikacılar çoğalır. Yani sendikaların durumunu genel olarak sınıf mücadelesinin seyri belirler.
Bugün işçi sınıfının devrimci mücadelesi gerilemiş durumdadır. Fakat bu durum, sendikaların işçi sınıfı mücadelesinde önemini yitirdiği, temel mücadele araçları olma özelliğini kaybettiği anlamına gelmez. Veya buradan yola çıkarak sendikaların misyonunu, işyeri komitelerine yüklemek doğru olmaz.
İşyeri komiteleri, meclisleri / kurulları, yapıları gereği sektördeki işçilerin bütününü bünyesinde toplayamazlar. Onlar işyeri ile sınırlıdır. Bir işyerinde kimi iyileştirmeler yapabilirler, ama ne işkoluna, ne de ülke geneline bunu yayma imkanları yoktur. Oysa sendikalar işkolu üzerinden örgütlenirler. İşkolu üzerinden, bütün işkollarını birleştiren konferadasyonlar kurarlar. Dolayısıyla sendikalar, işçilerin birliğini sağlayan merkezi bir örgütlülüktür.
Ayrıca sendikaların tüzel bir kişiliği vardır. Elbette işçi sınıfı kendisini yasalarla sınırlamamalı, fiili mücadeleyi esas almalıdır. Kazandıran da fiili mücadeledir. Burada tüzellikten kastımız, imzalanan sözleşmelerdir. İşyeri komiteleri meclisleri/ kurulları da sınıfın örgütlülük düzeyi ve fiili durumlar yaratarak sözleşmeler/ protokollar imzalayabilir. Nitekim Renault işçileri seçtikleri temsilciler üzerinden protokol imzaladılar. Fakat bu kalıcı olmaz. Sendika olmadan kazandıkları hakları, uzun süre elde tutamazlar. Yakaladıkları birliği ve örgütlülüğü sürekli kılıp büyütemezler.
İşyeri komiteleri ve meclisleri, yapıları gereği sendikalara göre daha dardır. İşyeri kapandığında bu organlar da yok olacaklardır. Fakat sendikalar, işkolu üzerinden örgütlendiklerinden dolayı varlıklarını sürdürürler. Ayrıca sendikalar, sadece ekomomik talepler için mücadele yürütmez, ekonomik mücadele ile siyasi mücadeleyi birlikte yürüten organlardırlar. Bundan dolayıdır ki Marks, sendikalar için “bizzat ücretli emek sisteminin ortadan kaldırılmasının örgütlü teşvik araçları”dır der. Elbette bunu başarmaları, “sınıf sendikaları” olmalarından geçer.
Bütün bu farklılıklardan dolayı, işyeri komitelerini (meclis, kurul vb) sendikaların yerine koymak, veya sendikalara alternatif olarak göstermek, doğru değildir. İşçi sınıfının mücadele araçlarını işlevsizleştirir. “Taş yerinde ağırdır” diye bir söz vardır. Her örgüt biçimi, kendi sınırları içerisinde bir anlam ve öneme sahiptir. Farklı örgüt biçimlerinin yerini doldurmaya kalktığında, kendi özelliğini ve önemini de yitirir.
Bu durum, burjuvazinin de işine yarar. Çünkü işçilerin merkezi örgütleriyle muhatap olmak yerine, tek tek işyerleriyle veya temsilcilerle muhatap olmayı tercih ederler. Böylece işçileri güçlerini böler, işçilerin birleşik mücadele organlarını etkisizleştirirler.
Sonuç olarak
İşyeri komiteleri-kurulları, sendikalı veya sendikasız, her işyerinde olması gereken biçimlerdir. Ama gerek patronların en ufak örgütlülüğe karşı pervasız saldırıları, gerekse sendikaların kendi temsilcilerini atamaları ile işyeri komiteleri uzunca bir süredir ortadan kalkmıştır, varolanlar da işlevini yitirmiştir.
Metal direnişi, tıpkı ’89 bahar eylemlerinde olduğu gibi, bu taban örgütlerini canlandırdı ve işçi sınıfının gündemine soktu. Böyle bir örgütlülüğün canlanışı, hem patronları, hem de işbirlikçi sendikacıları fazlasıyla rahatsız etti. Çünkü işyeri komiteleri-kurulları, işçi sınıfına en yakın olan taban örgütleridir. Sınıfın tabandan örgütlenmesini sağlamak bakımından olduğu kadar, sendikaları sınıf sendikacılığına dönüştürmek için de gerekli olan biçimlerdir. Fakat sendikaların misyonunu üstlenen veya alternatifi olan biçimler değil, onları güçlendiren ve tabana yayılmasını sağlayan organlardır.
Bu özelliklerinden dolayı her dönem ve her durumda tüm işyerlerinde işyeri komiteleri (meclis, kurul) mutlaka oluşturulması gereken işçi sınıfının kalıcı taban örgütleridir.