Tel Abyad savaşı ve ötesi

ypj-kadin-gerilla

Suriye’deki savaş, geride bıraktığımız Haziran ayından itibaren yeni bir evreye girdi. Kobane ve Cizire kantonları birleştirildi ve IŞİD Tel Abyad’dan (Gire Sipi) sürüldü. Türk devleti bu duruma büyük tepki gösterdi. IŞİD’in doğrudan destekçisi Erdoğan “buna izin vermeyiz” diye meydan okudu; ancak bunu somut bir saldırıya dönüştürmeyi başaramadı. Ekim 2014 tarihinden bugüne öne çıkmakta olan Rojava’nın durumu, Suriye savaşının dengeleri içinde oldukça önemli bir hale geldi.

 

Kobane direnişi dengeleri değiştirdi

Dönüm noktası 2014 Ağustosu’nda, Şengal’deki Ezidilere saldıran IŞİD karşısında YPG’nin, küçük bir birlik ile direnişi oldu. Bütün dünyanın dikkati Ezidi katliamına çevrilmişken, bir avuç gerilla IŞİD’i durdurmayı, Ezidileri kurtarmayı başarmıştı.

Üstelik bu başarı, Haziran 2014’ten itibaren üç ay boyunca karşısına çıkan herşeyi ezip geçen, vahşi katliamlarla kitleleri sindiren, Irak ordusunu püskürten, peşmergeyi ilk hamlede süpüren ve bu saldırganlığı ile tüm dünyaya korku salan IŞİD karşısında gerçekleştirilmişti. Bu nedenle etkisi çok daha büyük, yankısı çok daha kuvvetli oldu.

Mahmur kampının savunması da bu etkiyi güçlendirdi. BM’nin güvencesi altında, peşmergenin koruma alanı içinde bulunan Mahmur kampı, IŞİD saldırıları başladığında, Kürt gerillalar tarafından kontrollü biçimde boşaltılmış, halk güvenli bölgelere taşınmış ve birkaç gün içinde kamp geri alınmıştı.

İkinci adım, YPG-YPJ güçlerinin kendi topraklarında, Kobane’de gösterdiği direniş oldu. Kobane halkı bir bütün olarak, yaşam hakkını savundu. Ölümüne bir direnişle IŞİD’i durdurmayı başardı. Kendi mücadelesinin haklılığına ve gücüne inanmış her halk gibi, saldırgan karşısında diz çökmektense, direnerek ölmeyi tercih etti. Ve her haklı-doğru direnişte olduğu gibi kahramanlıklar, destanlar, simgeler yarattı.

Benzer bir direniş, 2013 yılında Cizire Kantonu’nun Serekaniye bölgesinde yaşanmıştı. Bu defa el Nusra’nın saldırılarına ve vahşetine karşı çok güçlü bir direniş gösterilmiş ve el Nusra püskürtülmüştü. Ancak bu direniş, Kobane kadar etkili bir kamuoyu oluşturmayı başaramamıştı.

Bunun iki nedeni vardı. Birincisi, IŞİD’in “durdurulamaz” ve “yenilmez” imajı ile birlikte gerçekleştirdiği vahşi katliamlar, infazlar, dünya halkları üzerinde, herhangi bir el Kaide örgütünden ya da el Nusra’dan çok daha büyük bir korku ve nefret oluşturmuştu. Zaten IŞİD bunu hedefleyerek infaz ve katliam görüntülerini doğrudan internet sitelerinden yayınlıyordu.

İkinci ve daha önemli neden ise, PKK ve HDP’nin, Kobane direnişini uluslararası kamuoyuna duyurmak için çok daha etkili bir kampanya yürütmeleriydi. Özellikle Kobane’de çatışmaların doruk noktasına çıktığı 6-7 Ekim günlerinde, dünyanın dört bir yanında Kürt halkı ayağa kalktı, eylemler gerçekleştirdi. Öyle ki, Kobane için eylem yapılmayan ülke kalmadı. Yanısıra, PKK ve HDP temsilcileri, emperyalist kurumları harekete geçirmek için de etkili bir çalışma yürüttüler. Bunun sonucunda Kobane direnişi sürerken, PYD eşbaşkanı Salih Müslim, emperyalist ülkelerde temaslar gerçekleştiriyordu.

Üstelik bu direnişin kimi unsurlarını etkili biçimde öne çıkarmayı da başardılar. Mesela kadın gerillaların kahramanlıkları destansı bir biçimde dünya medyasına taşındı. Keza IŞİD tarafından infaz edilirken, diğer infazlarda olduğu gibi boynunu eğip beklemeyen, son nefesine kadar IŞİD’e tehdit ve sloganlarını sürdüren gerilla görüntüsü bir sembole dönüştürüldü. Son on yılda, “Müslüman” olmak ile “şeriatçı” olmak giderek aynılaştırılırken, Ortadoğu’nun göbeğinde, “Müslüman” ama “laik” bir halk olduklarının görülmesi, Hıristiyan dünyadaki sempatiyi artıran bir başka unsurdu. 400 bin nüfuslu bu küçük kentin adı, bütün dünyanın belleğine kazınmıştı artık.

Bütün bu unsurlar, dünya halklarının gözünde, Kobane’nin yiğit halkına karşı saygı ve sahiplenmeyi güçlendirirken, emperyalistler de bu durumdan faydalanma çabasına giriştiler. ABD, Ekim 2014’te Kobane’de savaş sürerken, Erbil-Duhok’ta Barzani aracılığıyla düzenlediği bir toplantıda PYD’yi esir almaya çalıştı. 8 Şubat 2015’te Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, Elysee Sarayı’nda PYD Eşbaşkanı Asya Abdullah ile YPJ Komutanı Nesrin Abdullah’ı hem de biri yöresel, diğeri askeri kıyafetleriyle ağırladı. Rusya, Moskova’da özel görüşmeler gerçekleştirdi.suriye-haritasi

PKK ve Abdullah Öcalan, Suriye savaşı başladığı andan itibaren PYD’yi ABD ile işbirliği yapması ve Esad’a karşı savaşması konusunda zorluyordu. Ancak bu zorlama karşılık bulmuyordu. Çünkü PYD için Esad bir “düşman” değildi, kendisine karşı bir tehdit de içermiyordu; bu nedenle kendi alanını koruma dışına çıkmıyor, kendisine saldıran bir çete olmadığı sürece Suriye savaşına fazla karışmıyordu. Kobane direnişi ve emperyalist ülkelerin baskısı, PYD’nin hedeflerini de, savaşın dengelerini de değiştirdi.

 

Savaş Kobane sınırlarının dışına taştı

Kobane’den sonra PYD, artık savaşı kendi sınırları içinde vermekle yetinemeyeceğini görmüş oldu. Bir taraftan IŞİD’in tutumu, diğer taraftan ABD’nin beklentileri, dahası PKK ve Öcalan’ın baskısı bunda etkili oldu.

IŞİD için, Kobane’deki yenilgi önemli bir zaaf anlamına geliyordu. Kendi “yenilmezlik” mitini kıran bu küçücük kente karşı yeni saldırılar peşindeydi. PYD için artık, IŞİD’i kendi topraklarında beklemek yerine, üzerine giderek yenilgiye uğratmak gibi yeni bir hedef şekillenmek zorundaydı.

PKK ve Öcalan için Kobane ve Rojava, “devlet olma” hedeflerinin yeni simgesiydi. İlk Kürt devletinin Irak Kürdistanı olacağı düşünülüyordu; ancak Irak’taki dengeler ve ABD’nin engellemeleri Barzani’nin bu adımı atmasını sürekli durduruyordu. Rojava ise, savaşın içinde bu hakkı kazanmaktaydı; bu nedenle “devlet” kurmaya daha yakındı. PYD’nin güç kazanması PKK’nin Türk devletiyle yürüttüğü “çözüm süreci” konusunda en büyük dayanağı olmuştu artık. PKK’nin siyasal gücü uluslararası konjonktürde PYD’yi güçlendiriyor, PYD’nin gücü PKK’nin Türkiye içinde iddia ve hedeflerini artırıyordu. Bu nedenle PYD’yi ABD ile daha açıktan işbirliğine zorluyordu PKK. Bir de topraklarını genişletmeye…

Suriye’de savaş sürüyordu. Ve savaşma gücü daha yüksek olan kesim, yeni topraklar elde ediyordu. Birçok kasaba ve köy, savaşın başından buyana sayısız kez el değiştirmişti. Bu koşullarda, savaş gücünü kanıtlamış olan PYD’nin de harekete geçmesinin önünde bir engel yoktu. Aldığı her karış toprak, sonrasında Rojava Kürt devletinin sınırlarını belirleyecekti. Kobane zaferi, bu hedefi de PYD’nin önüne koymuş oldu.

ABD emperyalizmi açısından ise, savaşın başından beri hedeflediği en etkili “muhalif” gücün artık şekillenmesi sözkonusuydu. Suriye’de Esad’a karşı desteklediği bütün “muhalif”ler elinde patlamıştı. Aradığı bütün kriterler PYD’de toplanmış durumdaydı.

ABD, öncelikle Esad’a karşı verdiği savaşın, uluslararası kamuoyunda meşruiyetini sağlamak istiyordu; bu nedenle, “yerli” Suriyelilerden “direniş” güçleri oluşturmaya çalıştı. Başaramadı. Ardından “taşıma” Suriyelilerle, Türkiye’de yapılan toplantılarla vb. “ite-kaka” bir ÖSO kurdu. Ancak ÖSO bir taraftan iç kavgaları bir türlü bitiremedi, diğer taraftan Esad’ın ordusuna karşı etkili bir savaş yürütemedi. Ardından IŞİD sürüldü piyasaya. IŞİD sadece Irak ve Suriye’deki Sünni bölgeleri “kurtarmayı” başarmakla yetinmemiş, Nijerya’dan Libya’ya kadar çok geniş bir alanda etkinlik kurmuştu; ancak bu defa da dünya halklarının nefretini çekmişti. Üstelik bu nefret sadece IŞİD’e karşı değil, onun arkasında olduğu açıkça kanıtlanan ABD emperyalizmine karşı da yönelmişti. Bu IŞİD belasını dünyanın başına saldığı için büyük bir nefret oluşmuştu ABD’ye karşı. İnsanlık, IŞİD’e bakınca ABD’ye karşı tepki duyuyordu. Böylece IŞİD bölgede ABD’yi güçlendiren değil, prestij kaybettiren bir unsura dönüşmüştü.

ABD’nin yaslandığı bütün bu güçler, dünya kamuoyunda ABD’nin haksız savaşının somut kanıtı olarak ortada duruyordu. Onların meşruiyet kazanamaması, ABD’nin savaşınının gayrimeşruluğunun sembolüydü. Dünya halkları nezdinde, ABD’nin işgalci, sömürgeci yüzüydü Suriye’de yaşananlar.

Bütün bu başarısızlıkların üzerine, PYD son derece büyük bir önem kazandı ABD emperyalizmi açısından: “Yerli”ydi, savaşma gücünü kanıtlamıştı, dünya halklarının desteğini kazanmıştı. Bu koşullarda, ABD’nin Esad’a karşı savaşımını, Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesini yeniden meşru zemine oturtmasının koşulları şekillendi.

 

ABD desteğiyle Tel Abyad savaşı

Gerek ABD emperyalizminin baskısı, gerekse PKK’nin hedefleri aynı rotayı gösteriyordu. Savaşın bütün dengeleri, PYD’yi Kobane dışına ilerlemeye, yeni topraklar elde etmeye zorluyordu. Zaten Şubat ayından itibaren, Kürt basınında sürekli olarak “Kobane’nin kurtarılması yeterli değil” içerikli, Tel Abyad, Cerablus ve Rakka’nın da hedeflenmesi gerektiğini savunan, IŞİD’i yenmekle yetinmeyip elindeki bütün toprakları alarak yoketmeyi ileri süren yazılar yazıldı. Böylece kitleler de buna hazırlanmış oldu.

İlk olarak Şubat ayında Kobane’nin güney cephesine doğru bir harekat başlatıldı. Türk devletinin prestij sorunu olarak savaşın başından itibaren tartışılan Süleyman Şah Türbesi bu bölgede, Kobane’nin 35 km. güneyinde, Halep’e bağlı Karakozak Köyü’ndeydi. IŞİD’in elinde olan bu bölge, PYD tarafından temizlendi, ardından TSK, Kobane’den geçerek PYD’nin eskortluğunda bölgeye gidip Süleyman Şah Türbesi’nde bulunan emanetleri aldı ve Kobane sınırları içinde bulunan Eşme Köyü’ne taşıdı.

Sonrasında YPG, Kobane çevresindeki tek tek küçük yerleşim birimlerini de IŞİD’den temizleyip topraklarına kattı. Güney’de IŞİD’i Sırrin ve Ayn İsa’ya kadar püskürttü. Ardından Tel Abyad ile Kobane arasındaki küçük köyler ve mevzilere doğru saldırı başlatıldı. Haziran ayının başında, artık Tel Abyad önlerinde çatışmalar yoğunlaşmıştı.

Asıl büyük saldırı ise, 15 Haziran günü Tel Abyad’a gerçekleşti. ABD’nin hava desteğiyle yürütülen bir harekattı bu. Keza, Burkan el Fırat (Fırat Volkanı) adını taşıyan silahlı bir grup da YPG-YPJ ile birlikte savaşıyordu. Bugüne kadar adı hiç duyulmamış olan Burkan el Fırat, ÖSO’ya bağlı bazı İslamcı gruplar tarafından oluşturulmuştu. ABD’nin “ılımlı İslamcı muhalefet” projesinin bir parçasıydı ve bugüne kadar savaşta bir etkinlikleri de görülmemişti. Görünen o ki, asıl misyonları YPG’nin yanında doğrudan ABD işbirlikçisi bir savaş grubu olarak yer almaktı.

Zaten Tel Abyad savaşı da ABD’nin inisiyatifi altında gelişti. Önce ABD IŞİD noktalarını bombalayarak püskürtüyor, böylece YPG-YPJ ve Burkan el Fırat güçleri kalanları “süpürerek” ilerliyordu. İki gün içinde Tel Abyad’ın tamamı YPG ve Burkan el Fırat ittifakının eline geçti.

Tel Abyad IŞİD açısından son derece önemli bir bölgeydi. Türkiye’den Rakka’ya (yani IŞİD’in “başkenti”ne) uzanan en doğrudan yol Tel Abyad üzerinden geçiyordu. IŞİD’in Türk devletinden ne kadar büyük bir destek aldığı, Tel Abyad saldırısında bir kere daha somut kanıtlarla ortaya çıktı. Hastanelerde Türk eczacılık şirketlerinin kargo paketleri, ölen bir IŞİD’linin üzerinde Akçakale Kaymakamlığı tarafından verilmiş bir AFAD kimliği bulundu. Hem lojistik, hem de IŞİD savaşçılarının geçiş noktasıydı Tel Abyad. Yaralılar buradan Türkiye’ye gönderiliyor, silah ve cephane bu yol üzerinden taşınıyordu. Bu nedenle Tel Abyad’ın IŞİD’in elinden alınması, savaşın dengeleri açısından son derece büyük ve stratejik bir öneme sahipti.

Şaşırtıcı olan, IŞİD’in kayda değer bir direniş gerçekleştirmeden Tel Abyad’dan çekilmesi oldu. Bu da, IŞİD’in ABD ile olan bağının bir başka göstergesiydi. Daha önce de savaşın rotasının belirlendiği kritik durumlarda bu ilişkiyi görmüştük. Mesela IŞİD Musul’u işgal edip sonra Barzani’nin bölgesine doğru ilerlemeye başladığında, petrol rafinerilerine yaklaştığında ABD tarafından durdurulmuş ve yönü yeniden Bağdat’a döndürülmüştü. Keza Kobane direnişi sırasında Rakka’dan yola çıkan IŞİD konvoyunun Kobane’ye varıncaya kadar, çölün ortasında açıktan ilerlediği; Kobane’nin önüne, Suruç’tan görülebilecek noktaya geldiği zaman ABD tarafından bombalanmaya başladığı biliniyordu. Dahası, ABD’nin “Kobane’ye yardım” olarak havadan attığı silah konteynırlarının bir kısmı “kazayla” IŞİD’in eline geçmişti. Şimdi Tel Abyad’ın boşaltılması da, YPG ve Burkan el Fırat’ın savaşma gücünden ve ABD bombardımanının etkisinden çok, IŞİD’in fazla direnmeden geri çekilmesiyle ilgili bir durumdu.

 

AKP’nin savaş planı

AKP ve Erdoğan şimdi Kürt hareketine tehditler savuruyor, Suriye’nin kuzeyinde bir devlet oluşmasına izin vermeyeceğini söylüyor. Genelkurmay toplantıları, MİT görüşmeleri, sınıra asker sevkiyatı, hendek kazılması vb peşpeşe yağıyor. Bütün bunlar AKP’nin bir savaş hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor.

Gerçekte ise, AKP’nin bir Suriye savaşına girme ihtimali son derece düşük.

En başta, bu savaşa girdiği taktirde bütün emperyalist güçleri karşısında bulacak. Esad’ın destekçisi olan Rusya ve Çin elbette Türkiye’nin Suriye’ye savaşa girmesini onaylamaz. Yanısıra ABD de, Suriye’de oluşturmaya çalıştığı dengeleri bozacağı için Türkiye’nin kontrolsüz biçimde savaşa girmesini istemeyecektir. Obama’nın konuşmalarından çeşitli ABD’li gazetelerin yazılarına kadar birçok defa bunu ifade ettiler zaten. Bunlara, Ortadoğu’nun en etkili gücüne dönüşen İran’ın tepkisini de eklemek gerekir. Bugün Suriye savaşında, AKP’nin kontrolsüz hareketlerini onaylayacak tek bir devlet bile yoktur.

İkincisi, Suriye savaşına girmek, bu koşullarda doğrudan PYD ile savaşa girmek anlamına geliyor. Ve bu savaş, Suriye ile sınırlı kalmaz, Türkiye’nin kendi içinde de bir savaşa dönüşür. Kürt hareketi, Rojava’ya dönük bir saldırı sözkonusu olduğunda, bulunduğu her yeri yangın yerine çevireceğini açıkladı zaten.

Üçüncüsü, içte güç ve kitle desteğini kaybetmiş bir hükümetin, savaş gibi son derece önemli ve kitle desteği gerektiren bir kararı alması o kadar da kolay değildir.

Bütün bunlar, Türkiye’deki savaş hazırlıklarının tepkiyi ifade etmekle sınırlı olduğu gösteriyor. 911 km.lik Türkiye-Suriye sınırın 400 km.si artık PYD’nin kontrolü altında. IŞİD ile en önemli bağlantısını kaybetti AKP hükümeti. Cerablus sınırı hala IŞİD’in kontrolü altında, ancak bu yeterli gelmiyor. Bu yüzden öfkeyle açıklamalar yaparak bir çıkış aramaya çalışıyor.

* * *

ABD emperyalizmi, Suriye’de yeni bir hamleye girişiyor. Bugüne kadar radikal İslamcılarla, ılımlı İslamcılarla, şeriatçı çetelerle, AKP hükümetiyle başaramadığı savaşı yeni bir hamleyle yükseltmek istiyor.

Kürt hareketinin savaş gücü ve halklar nezdindeki meşruiyeti, ABD’nin en çok işine yarayacak unsur. Kürt hareketi ise, bir kez daha, kendi devletine ulaşmak için ABD ile işbirliğini geliştiriyor.

ABD’nin Ortadoğu’da hegemonya savaşı, Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’nin ardından, bütün Müslüman ülkelerde halklar üzerinde yıkımlara, vahşete neden oldu.

Radikal islam her geçen gün güç kazanıyor, etki alanını artırıyor, savaş ve terör ile halklar üzerinde baskı kuruyor. Milyonlarca insan göçediyor, açlığın, yoksulluğun pençesinde, yabancı topraklarda savrulup duruyor.

Dünya halklarına kan ve acıdan başka hiçbir şey getirmeyen ABD emperyalizmi, bundan sonra da hiçbir halka barış, umut ve refah vaadetmiyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …