23 Temmuz sabaha karşı, TSK Suriye topraklarını bombalamaya başladı.
Kilis’in Elbeyli ilçesinde, Türkiye-Suriye sınırında TSK ile IŞİD mensupları arasında çatışma başladı. Daha önce yaralılarını serbestçe sınırdan geçirerek Türkiye’ye getiren ve tedavi olmasını sağlayan IŞİD, 23 Temmuz günü sabaha karşı yine yaralı nakli sırasında, TSK’nın müdahalesi ile karşı karşıya kaldı.
Ardından, TSK Suriye topraklarında, IŞİD mevzisi olduğunu ileri sürdüğü belli noktaları bombalamaya başladı. Bombardıman sırasında, Diyarbakır’dan kalkan uçaklar kullanıldı.
24 Temmuz günü de, TSK’nın Suriye ve Irak topraklarına dönük ikinci bombardımanı başladı. Bu defa asıl hedef Kandil’deki PKK kamplarıydı. Göstermelik olarak Suriye’de birkaç IŞİD noktası da bombalandı.
IŞİD’e destek bitti mi?
İki gün üstüste gerçekleştirilen bombardıman, “IŞİD’e karşı mücadele” başlığı altında kamuoyuna duyuruldu. Gerçekte ise, Türk devletinin bu bombardımana başlamasının iki temel nedeni vardı.
Birincisi, bugüne kadar Türkiye devletinin IŞİD’e destek verdiğine dair sayısız kanıt ve belge ortaya saçılmıştı. Sadece ülke içinde değil, emperyalist ülkelerin basınında ve emperyalist kurumların hazırladıkları raporlarda da, Türkiye’nin IŞİD’e açıktan yardım ettiği tespit ediliyor, bu konuda Türk devleti doğrudan suçlanıyordu. Bombardımanla AKP hükümeti ve Türk devleti, IŞİD’le aralarına mesafe koyduklarını göstermeye çalıştı. İçte ve dışta kamuoyu baskısı son derece şiddetlenmiş, AKP hükümeti ve Türk devleti katiller sürüsü IŞİD’in “işbirlikçisi” olarak dünya halkları nezdinde teşhir olmuştu. Bombardıman, bir aklanma çabasını ifade ediyordu. Gerçekte, IŞİD’le ilişkinin kesilmesi sözkonusu değildi; taktiksel olarak öyle görünmeye çalışıyorlardı.
Tıpkı ABD emperyalizmi gibi. Çünkü ABD de bir taraftan IŞİD’e her türlü desteği veriyor ve yönlendiriyordu; ama aynı zamanda ona karşı savaşıyormuş gibi görünüyordu. 22 Temmuz günü Obama ile Erdoğan’ın yaptığı telefon görüşmesinin ardından bu bombardımanın başlaması ve İncirlik Üssü’nün savaşta kullanılacağının açıklanması bunun göstergesiydi.
İkincisi, Kobane ve Serekaniye kantonlarının birleşmesi ve PYD’nin güç kazanması, AKP hükümetini oldukça tedirgin etmişti. Türkiye’nin güneyinde bir Kürt devlet oluşumu giderek kendisini daha somut ve güçlü olarak ifade etmekteydi. Türk devletinin korkusunu derinleştiren unsur, Afrin kantonunun da bu devletin sınırlarının içine dahil olmasıydı. Kobane ve Afrin kantonları arasındaki bölgenin de PYD tarafından ele geçirilmesi ve Rojava’nın birleştirilmesi, çok güçlü bir Kürt devletinin kurulmasında en önemli adım olacaktı. Türkiye, bu koşullarda hem güçlü bir Kürt devletine komşu olacak, hem de Türkiye’nin Suriye’nin içine uzanmış olan eli kesilmiş olacaktı. AKP hükümeti, radikal islamcı çetelere yapılan yardımdan, Suriye savaşında söz sahibi olmaya kadar birçok konuda mevzi kaybedecekti.
Bu iki unsur, TSK’nın Suriye topraklarında göstermelik bir IŞİD saldırısı başlatmasına neden oldu.
Asıl hedef PKK
Gerçekte ise, AKP hükümeti PKK’ye karşı bombardımana başlamak için IŞİD saldırılarını bir bahane olarak göstermişti. Uluslararası kamuoyuna, “iki tarafı da vuruyoruz” mesajı vermekti bu.
Kürt hareketinin Rojava’da üstüste kazandığı zaferler ve bu zaferler üzerinden Türkiye’de de “çözüm” talep ve beklentilerindeki artış, Kürt kitlesinin daha atak ve talepkar hale gelişi gibi unsurlar, AKP hükümeti açısından büyük bir tehdit anlamına geliyordu. Seçim sonuçları, AKP’nin korkularının yersiz olmadığını göstermiş oldu. Ve bu koşullarda, Kürt hareketine karşı içte ve dışta saldırılarını artırdı.
Türkiye artık savaşın içinde
Bombardıman sırasında Suriye’nin hava sahasının ihlal edilmediği söyleniyor. Oysa sonuçta Suriye toprakları bombalanıyor. Bu durum, Türkiye’nin artık sınırlı bir biçimde de olsa savaşa girmesinin işaretidir.
Daha önemlisi, İncirlik üssünün kullanımı için ABD emperyalizmine verilen izindir. Bu sadece üssün kullanımı ile sınırlı değildir. ABD’nin bir süredir Türkiye üzerinde oluşturduğu baskı sonuç vermiştir. Suriye savaşında, AKP hükümetinin, ABD’nin çizdiği sınırları aşan, kendi politikalarını hayata geçirmeye, savaşın içinde kendi çıkar alanlarını oluşturmaya dönük tutumuna karşılık, ABD, sistemli bir biçimde Erdoğan’ın ve AKP’nin üzerinde baskı oluşturmuştur. ABD gazetelerinde çıkan yazılardan, emperyalist kurumların hazırladıkları raporlara kadar bu böyledir. Bu baskılar üzerinden yapılan görüşmeler sonuç vermiş, Türkiye ile ABD, Suriye’deki çıkarlarını ortaklaştırmışlardır.
Yapılan ittifakın bir yanında, Kobane ile Serekaniye’nin birleşmesi konusunu Türkiye’nin kabullenmesi vardır. Ancak Türkiye, bu birleşmenin Afrin’e doğru uzamasının önündeki engeldir. ABD ile yapılan anlaşmada, Kobane ile Afrin arasındaki bölgenin Türkiye’ye bırakılması da vardır.
İncirlik’in kullanımı, ABD’nin savaşta işini oldukça kolaylaştıran bir unsurdur. Bu hamle ile ABD’nin bir adım daha kazandığını söylemek zor değildir. Ancak Rusya ve Suriye de kendi hamlelerini yapmaktadır. Temmuz ayı başında, Türkiye’den bir generalin Esad’la görüşmek üzere Suriye’ye gittiği açığa çıkmıştır. Rusya, Suriye savaşına ilişkin kendi ittifaklarını genişletmek için bir süredir daha sistemli bir çaba içindedir.
Savaşa karşı savaşalım
Emperyalistlerin çıkarları savaşların uzamasında, bölgenin yangın yerine dönmesindedir.
Halkların ise savaştan bir çıkarı yoktur. Tam tersine, savaşlar, işçi emekçi kitleler için ölüm, bombardıman, katliam, açlık, sefalet ve her tür işkencedir. Bu nedenle, savaşı durdurmak ve Türkiye’nin savaşa girmesini engellemek için tüm gücümüzle çalışmak gerekir. Bu savaşı durdurmak, kitlelerin savaş karşıtı mücadelesinden geçmektedir.
Son yapılan operasyonlara da bu gözle bakmak gerekir. Devrimcilere dönük operasyon, baskın ve gözaltılar, savaşa hazırlanırken “cephe gerisini düzleme” amacını taşımaktadır. Devlet, bir taraftan IŞİD’e karşı operasyon yapıyormuş gibi görünürken, gerçekte devrimci yapılara ve Kürt hareketine saldırmaktadır.
Bu saldırganlık, infaz yapacak kadar büyük bir pervasızlık da taşımaktadır. Halk Cephesi temsilcisi Günay Özaslan’ın çatışmada vurulduğu söylenmektedir. Oysa, belirtiler bunun bir infaz olduğunun göstergesidir. Devlet bu infaz ve saldırılarla, devrimci yapıları zayıf düşürmeyi, kitlelere korku salmayı hedeflemektedir.
Ancak yılmadan mücadeleye devam etmek, tüm baskılara rağmen savaş karşıtı mücadeleyi yükseltmek gerekir.
(Bu yazı 24 Temmuz 2015 tarihinde internet sitemizde yayınlanmış ardından derginin Eylül sayısında yer almıştır.)