AKP hükümeti, Kürt halkına karşı savaşın tetiğine bastı. Kürt illeri ve dağları bombalanıyor, ormanlar yakılıyor. Yine kan, yine ölüm, acı ve gözyaşı… Öte yandan belediye başkanları da dahil, kitlesel gözaltılar tutuklamalarda devam ediyor.
Seçim öncesine kadar “çözüm süreci” ile övünen AKP, ne oldu da birden bire savaşı başlattı? Ne oldu da sayısız kez denemiş bir yola, devletin yıllardır sürdürdüğü savaş politikasına geri döndü?
Son gelişmeler bir kez daha gösterdi ki, “çözüm süreci” dedikleri kitleleri, oyalamaktan başka bir şey değilmiş! Erdoğan seçim sonrası, “çözüm süreci seçimlere yaramadı” diyerek, amaçlarını net biçimde itiraf etti!
Elbette bu gelişmeleri, Ortadoğu’da süren savaştan bağımsız düşünemeyiz. Suriye’de AKP hükümetinin desteklediği IŞİD çetesinin gerilemesi, Rojava’da Kürt halkının kendi öz yönetimlerini oluşturmaları, AKP’ye ve onu destekleyen burjuvazinin çıkarlarına önemli bir darbe vurdu.
Kısacası kendi saltanatlarını ve çıkarlarını sürdürmek için, içte ve dışta savaşı tırmandırıyorlar. Neredeyse hergün onlarca ölüm haberleri geliyor. Savaş, her zaman olduğu gibi yine işçi ve emekçileri vuruyor.
Savaşın maliyeti de emekçilerin sırtında
Savaşın maliyeti de işçi ve emekçilere yükleniyor. İşsizlik yükseldi, temel tüketim malzemeleri zamlandı, dolar almış başını gidiyor…
İşçiler “dövizin yükselmesinden bize ne” diyemez. Türkiye, uzun yıllardır üretimde ithal girdi kullanıyor. İthalata dayalı ekonomi, dövize bağlılığı arttırıyor. Döviz yükseldikçe, doğalgazdan kırtasiyeye, elektronik eşyadan yiyecek ve giyeceğe her şey zamlanıyor. İşçi ve emekçiler, her gün biraz daha boğazından, temel ihtiyaçlarından kısmak zorunda kalıyor.
Dünyanın her yerinde burjuva devletleri savaşa girdiklerinde, asıl yükü işçi ve emekçilerin sırtına yıkarlar. İşçi ve emekçilerin ücretleri düşer, bazen dondurulur, yeni vergiler yüklenir, işsizlik artar, temel tüketim malları zamlanır vb… Zamlar, otomatikman ücretleri erimektedir zaten. Bu da gerçek ücretlerin düşmesi demektir. Örneğin doların TL karşısında değer kazanmasıyla, asgari ücret yüzde 15 dolayında erimiştir.
Diğer yandan ülkemiz kayıt dışı cenneti. Başta Kürt illeri olmak üzere milyonlarca işçi kayıtdışı çalıştırılıyor. Normal zamanda kayıtdışı çalıştırmanın önüne geçilmezken, savaş döneminde daha çok para kazanmak için, kayıtdışı çalıştırma artacaktır. Keza taşeronlaştırma, esnek çalıştırma biçimleri de hız kazanacaktır.
Bütçenin büyük bir kısmını savaşa ayıranlar, işçi ve memurların ücretlerine zam sözkonusu olduğunda, “bütçede para yok”, “ekonomi kötü durumda” diyorlar. En son memur maaşlarına ilk altı ay için yüzde 6, ikinci altı ay için yüzde 5 zam verdiler. Toplam yüzde 11’lik zammın, yükselen enflasyon ile daha memurun eline geçmeden eridiğini görüldü.
Bu ekonomik kayıpların yanı sıra, şoven propaganda ile işçi ve emekçiler zehirleniyor. Aynı fabrikada çalışan, aynı mahallede oturan çeşitli ulus ve topluluklardan emekçiler birbirine düşman ediliyor. Bu tür yapay bölünmelerle, dikkatler çalışma ve yaşam koşullarından çekilerek, sömürü ve soygun arttırılıyor.
Ayrıca savaş dönemlerinde faşist saldırılar da had safhaya çıkar. Her hangi bir hak arama mücadelesinin karşısına, polis ve jandarma dikilir. “Milli güvenlik” gerekçesiyle grevlerin yasaklanması, kitle eylemlerine izin verilmemesi sıradanlaşır. Zaten “iç güvenlik yasası” hak arayışlarına karşı çıkarılan bir yasaydı. Şimdi bunu, yönetmenliklerle daha da perçinlediler. Kürt illerinde “özel güvenlik alanları” denilerek, ismi konmamış “olağan üstü hal” ilan edilmiş durumda.
Savaşa karşı savaşalım!
AKP hükümeti Kürt halkına savaş açmıştır. Bu savaş haksız ve kirli bir savaştır. Bu politikayı boşa çıkarmalıyız!
Savaşı isteyenler kimlerdir? Özelleştirmede vurgun yapanlar; her işkolunda esnek çalışma ve taşeronlaştırmayı dayatanlardır! HES adı altında doğayı ve insanları katledenlerdir! Kendi saltanatları sürsün diye, halkın çocuklarını ateşe atanlardır!
İşçi ve emekçilerin bu savaştan hiçbir çıkarı yoktur! Aksine hem ekonomik, hem siyasi, hem de insani boyutuyla en büyük zararı halk ödemektedir. Ücretler düşmekte, vergiler artmakta, iğneden ipliğe herşey zamlanmaktadır.
Üstelik ölen de bizleriz! İster gerilla ya da asker, ister Türk ya da Kürt olsun, ölenlerin hepsi yoksul-emekçi çocuklardır. Son günlerde asker cenazelerinde “neden hep fakirlerin çocukları ölüyor, zenginlerin çocuklar değil” diyenlerin sayısı artmıştır. Giderek bu gerçek daha net biçimde görülmektedir.
Bir ulusu ezen ulus, özgür olamaz! Ülkemizde yıllardır başta Kürt halkı olmak üzere ulusal azınlıklara karşı baskı ve şiddet uygulanıyor. Bu, ezen ulusun işçi ve emekçilerine özgürlük getirdi mi? Bugün yeniden alevlenen savaş ortamında işçi ve emekçiler daha mı özgür olacak? Tabi ki hayır!
Bu savaş bizim savaşımız değil! Bizim savaşımız, savaşı isteyenlere karşı! Yani sömürücü kapitalist siteme ve onun sahibi burjuvaziye karşı!
Savaşı ancak biz işçiler, emekçiler durdurabiliriz! Her işkolunda, her fabrikada işçiler, “savaş istemiyoruz” diyerek tepkilerini ortaya koyabilir. Mesela “metal işçileri savaş istemiyor”, “tekstil işçileri savaş istemiyor” yazılı pankartlarımızla dövizlerimizle eylemler yapabiliriz. Aynı zamanda diğer emekçiler de benzer şekilde tepkilerini ortaya koyabilirler. Ve savaşa karşı birleşik bir hareket yaratılabilir.
“Savaşa karşı barışı yükseltelim” sloganı, doğru değildir. Sömüren ve sömürülenlerin olduğu bir sistemde, barış mümkün olmaz. Burjuvazi nasıl ki, fabrikalarda daha fazla kar etmek için her şeyi göze alıyorsa, savaşı da azami karı için yapıyor. Kapitalist sistemde sözde “iş barışı’ işçilerin daha fazla sömürülmesi, daha çok işçinin iş cinayetlerine kurban gitmesi anlamına geliyorsa, “savaşa karşı barış” da savaştan çıkarı olanların savaşı sürdürmesi anlamına geliyor.
Öyleyse savaşa karşı mücadeleyi yükseltmeli, savaşın ve sömürünün olmadığı bir dünya için savaşmalıyız! Savaşı yeryüzünden silip atmanın tek yolu budur.