Ekim Şehitleri Ölümsüzdür!

ekim-sehitleri1

Gel bir bak yakından şu yiğitlere

Daha dün gibiydi acımasız devrildiler

Kan bir kara görüntüydü göğüslerinde

Ölüm çirkindi onlar güzelleştirdiler.

 

Düştüler toprağa özgürce, korkusuz

Kurşun sesi değildi bir sevdalı gülüştü

Düştüler dimdik, özgürce, yalın

Öldüler ama çoğaldılar ölümsüz

 

Ölmediler onlar, ölemezler ki

Bu yadsınmaz gerçeği bilmedi satılmışlar

Onlar bir atardamardı halkların yüreğinde

Gecelerde yıldız yıldız uçuşan

 

Gözyaşları yaraşmaz o ölülere

Onlar için en soylu örtüler gerek

Gerelim hıncımızı alev alev yeniden

Devrim şarkılarını haykıralım onlara

Luis  Nieto (Peru şairi)

 

29 Eylül 1980’de faşist cuntaya sıktığı “ilk kurşun”la ölümsüzleşen Osman Yaşar Yoldaşcan; 25 Ekim 1981’de işkencede katledilen Ataman İnce; 23 Ekim 1992’de bir kamulaştırma sonrası çıkan çatışmada şehit düşen Şaban Budak, aynı eylemde yakalanan ve teşhir masasını tekmesiyle yıkan, bu yüzden de faşist cellatların kudurmuşcasına saldırısına uğrayan Remzi Basalak; yoldaşların katledilişinden bir hafta sonra 30 Ekim 1992’de trafik kazasında yitirdiğimiz Sezai Ekinci; ve bir yıl sonra 14 Ekim 1993’te yine bir kamulaştırma eyleminde vurulan “yeni çağın çocuğu” Genç Komünar Nilgün Gök… Ekim ayında şehit düşen ve o yüzden de “Ekim şehitleri” olarak anılan ihtilalci komünistlerdir bunlar…

Her biri bir cihan parçasıdır. Namluya sürülmüş kurşun, yayından fırlayan oktur… Komutan, eylem adamı, örgütçüdür… Kendi şahıslarında devrimi ve sosyalizmi, geleceğin insanını temsil eden birer semboldür…

Bazen elde tek bir silahla, bazen çıplak bedenleriyle düşmanla dişe diş bir kavgada şehit düştüler… Devrimimizin en zor anlarında, mücadelemize taşınan taze kan, önümüze tutulan fener oldular. Sakınmasız, tereddütsüz ve çıkarsızdılar… Onlar, toprağa gömülen köklerimiz, ileriye yürüyen umudumuzdular…

 

Ekim ayı, tüm dünyayı yerinden sarsan 1917 devriminin, tarihe “Ekim devrimi” olarak geçen ilk proleter devrimin gerçekleştiği aydır. Aynı zamanda binlerce devrim ve sosyalizm şehidinin toprağa düştüğü ay… İhtilalci komünistler de en fazla şehidi bu ayda verdiler. Onun içindir ki, “Ekim şehitleri”ni tüm devrim ve sosyalizm şehitlerini anma ayı ilan ettiler. Ekim ayında yitirdikleri yoldaşları şahsında tüm şehitleri bir kez daha yad ettiler.

Ekim şehitleri, enternasyonaldir. Onlar sadece bu ülkenin işçi ve emekçileri için değil, tüm dünya proleterleri ve ezilen halklar için şehit düştüler. O yüzden de şairin dediği gibi “dünya savaşının şehitleri”dirler.

Ünlü şair Nazım Hikmet, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilişi üzerine yazdığı şiire, “Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz” dizeleriyle başlar; “dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını” diye bitirir. Devrim ve sosyalizm şehitlerine nasıl yaklaşmak gerektiğini en iyi anlatan sözlerdir bunlar.

 

Onları anmak ve yaşatmak, uğrunda şehit düştükleri davayı sahiplenmek ve ileriye taşımaktır. Onların özelliklerini öğrenmek ve bu özellikleri edinmek için çabalamaktır. Onların şahsında “yeni insana”, “sosyalist insana” ulaşmak, her geçen gün biraz daha mükemmelleşmektir.

Şehitlerimiz, düşmanın üzerine büyük bir feda ruhuyla, sakınmasız ve başları dik yürüdülerse, geleceğe ve geleceği örecek olan örgütlerine, yoldaşlarına duydukları güvendendir. Kavranması gereken budur, bu iç içe geçiştir…

Onları iyi tanımalı, yaşamlarını yaşamlarımız yapmalıyız. Silahlarıyla kızıllaştırdıkları gökyüzünü ancak böyle fethedeceğiz! Kendilerini tereddütsüzce feda ettikleri o görkemli güne ancak böyle kavuşacağız! Onlara o büyük günü ancak bu şekilde armağan edeceğiz…

O zaman öldüklerini sananlar görecekler ki, şehitlerimiz arkalarında bıraktıkları dünyayı saracak kızıl isyanımızın alevlerinde, milyonlar olarak yeniden dirilmişler… Milyonlar olarak…

 

Şehitlere yaklaşım, her yapı ve kişi için, bir mihenk taşı, bir turnosol işlevi görmeye devam ediyor.

Şehitleri anmak ve yaşatmak, her tür yozlaşmaya, çürümeye, bürokratlaşmaya karşı mücadele etmektir. Çelik gibi bir irade, sınıf düşmanlarına karşı büyük bir kin ve her tür sapmaya karşı uzlaşmaz olmaktır.

Biz şehitlerimizi, karşımıza çıkan güçlükleri yenmek, savaşma azmimizi ve gücümüzü daha da bilemek için anıyoruz. İdeallerini yaşatmak, uğrunda ölüme gittikleri davayı ve örgütlerini büyütmek için anıyoruz…

Onlara yapılacak en büyük saygısızlık, uğrunda canlarını verdikleri örgütlerini ve devrimi küçültmeye kalkmak, tıpkı burjuva demagoglar gibi “boş yere öldüklerini” söylemektir. Şehitlerimiz, göndere çekilmiş bir bayrak, kavga meydanlarında dikilmiş “yekpare mermerdir”ler. Onlara ulaşamazlar!

 

Tıpkı şehitlerimiz gibi gözümüzü kırpmadan yangınlara bakıyoruz. Onlarla birlikte daha da harlanan aleve… Ve baktıkça, gözlerimizdeki yaşlar gözbebeklerimizde donuyor. Hıncımız ve öfkemiz ise daha da kabarıyor… Ama biliyoruz ki, “dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını.” Yas tutmuyoruz, hayır! Onları büyük bir özlemle, coşkuyla ve gururla anıyoruz…

Her eksikliğimizde, her zorlanışımızda “sessiz sitemlerini” duymalı, denetleyen gözlerini üzerimizde hissetmeliyiz. Her ileri adımımızda, her başarımızda ise, onlarla kucaklaşmanın, onlarla bütünleşmenin mutluluğunu duyumsamalıyız. Onları herhangi bir ölüden farklı kılan, her zaman yaşayan bir varlık haline dönüştüren de budur.

Onlar, büyük insanlığın savaşsız, sömürüsüz, sınıfsız bir dünya kurma kavgasında her zaman yaşayacaklar! Hep mağrur, başı dik, onurlu…

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …