Eylül ayı içinde, Suriye’deki savaşın dengeleri birden değişti. Gerçekte başrolde olmasına rağmen bugüne kadar rolünü perde arkasında oynayan Rusya, birden sahnenin önüne geçiverdi. Onun bu hamlesi, ABD’nin bütün planlarını altüst etti. Ancak Rusya’nın müdahalesi, öylesine elverişli koşullar altında gerçekleşmişti ki, ABD itiraz bile edemez hale geldi.
Ve eylül ayının son günü Rusya IŞİD ve el Nusra başta olmak üzere radikal İslamcı çetelerin karagahlarına bombardıman başlattığında, ABD ve işbirlikçileri, çaresizce seyretmek zorunda kaldılar.
Rusya zaten Suriye’ye hem siyasi hem de askeri destek veriyordu. Ancak doğrudan savaşa katılması, Suriye savaşının kaderini tümüyle değiştirecek son derece önemli bir olaydı.
Rusya önce hazırlık yaptı
Aslında süreç, Mayıs ayında Fetih Ordusu’nun İdbil’i ele geçirmesi ve Halep’i yıpratmaya başlamasıyla hız kazandı. Haziran’da İran Suriye’ye 15-20 bin kişilik Şii milis gücü yerleştirdi. Bu taze güçler, Esad hükümetinin gerileyişini durdurdu.
Bu süreçte İran, birkaç cephede birden savaşmanın yorgunluğunu yaşamaya başlamıştı. Bir tarafta Yemen, diğer tarafta Ortadoğu bütününe yayılan bir savaş, İran’ı zorluyordu. Rusya bu koşullarda, konjonktürü son derece isabetli değerlendirerek, hem İran’ı hem Suriye’yi desteklemeye koştu.
Yaz aylarında, Rusya’nın Suriye’ye askeri yığınak yaptığı haberleri sıkça basında yer aldı. Eylül ayında ise Rusya’nın hazırlığının ne kadar geniş kapsamlı olduğuna dair emareler ortaya çıkmaya başladı.
Financial Times gazetesinin haberine göre, Rusya 2 bin askeri personel ile 28 savaş uçağını Suriye’de konuşlandırmıştı.
ABD’li jeopolitik istihbarat toplama kurumu Stratfor, Rusların Lazkiye şehri yakınlarında bir Suriye hava üssünde askeri uçak, helikopter ve uçaksavar füzesi yığınağı yaptığını ileri sürdü.
Wall Street Journal gazetesi ise, Rusya’nın Lazkiye’nin kuzeyinde bir askeri üs ile bir silah deposu inşa etmekte olduğunu yazdı.
Tartus askeri üssünde Rusya’nın Suriye askerlerine eğitim verdiğine dair video görüntüleri internette yayınlandı.
Rusya’nın Tartus liman kentinde bir donanma üssü bulunuyor. Ancak bu üs, büyük gemilerin yanaşmasına elverilişli olmadığı için, sınırlı kapasiteye sahip. Rusya ile Suriye arasındaki askeri işbirliğinin bir sembolü olarak görülüyor.
Bu üs yeterli gelmediği için Rusya, yeni ve çok daha kapsamlı bir üs kurmak için harekete geçmiş durumda. Yeni üs, Lazkiye’ye bağlı Ceble kentindeki Basil Esad Uluslararası Havalimanı çevresinde inşa ediliyor. Bu havalimanı, İncirlik Üssü’ne sadece 180 km uzaklıkta. Bu üssün kurulması, Rusya’nın Ortadoğu’daki ilk havaüssüne kavuşması anlamına da geliyor. Bu bölgeye sürekli askeri sevkiyat gerçekleştiriliyor. Ayrıca 3 bin kadar Rus askeri personelinin de burada bulunduğu tahmin ediliyor.
Rusya ayrıca daha güneyde Hamidiye ve kuzeyde Hamimim yakınlarda da yeni hava üsleri oluşturmaya başlamış durumda.
Ağustos ayında Rusya Suriye’ye 6 adet MİG-31 uçağı gönderdi. Üstün donanımlı olan, çok yüksekten uçabilen ve çok geniş bir görüş sahasına sahip olan bu uçakların, Suriye savaşında büyük bir üstünlük sağlayacağı söyleniyor. Üstelik Rusya, Suriye’deki uçaklarını Suriyelilere vermiyor; bu uçaklar doğrudan Rus pilot ve personeli tarafından kullanılıyor.
Rusya, bütün bu iddiaların ortaya atıldığı ilk günlerde, haberlerin bazılarını yalanladı, bazılarını ise, uluslararası kurallar çerçevesinde yaptığını açıkladı. Ancak büyük bir hızla asker ve silah sevketmeye devam etti.
ABD bu sevkiyatı durdurabilmek için, Bulgaristan ve Gürcistan’ın hava sahasını Rusya’ya kapatmasını istedi. Ancak Rusya, hiçbir ülkenin hava sahasını kullanmasa bile, boğazları kullanarak tüm nakliyeyi gerçekleştirebilecek durumdaydı. Zaten askeri uçakların ve silahların önemli bir kısmı, deniz yoluyla boğazlar üzerinden, kalanları İran hava sahasından taşındı.
Bu süre içinde, bir taraftan da Rusya dronlarla (insansız hava aracı) keşif uçuşları gerçekleştiriyordu. 30 Eylül günü de bombardımanı başlattı.
ABD’nin hesapları bozuldu
Rusya’nın bu saldırısı, ABD’nin Ortadoğu’ya dönük bütün planlarını bozan bir etki yarattı. ABD, Ortadoğu’daki savaşı genel olarak kontrol altında tutmayı başarıyordu. Ortadoğu’yu tam bir bataklığa çevirerek, oluşan kargaşada kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışıyordu.
Esad’ı devirmeyi başaramamıştı, ancak Suriye’yi parçalamayı, Esad yönetimini de fiilen etkisiz kılmayı başarmıştı. Irak’ta yönetimi Şiilere kaptırmanın sıkıntısını, Sünni bölgelerde IŞİD hakimiyeti kurarak giderebiliyordu.
ÖSO’nun yetmediği yerde el Kaide artıklarını devreye sokarak, diplomasinin çözmediği yerde radikal İslamcı çetelerin savaş gücünü kullanarak Ortadoğu’yu yakıp kül ediyordu. Devletlerin üzerinde hegemonya kuramadığı için, devletleri parçalayarak kendi hegemonya odaklarını oluşturmuştu.
Irak petrollerini ele geçiremeyince, Kürdistan petrollerine hakim olmak için adımlar atıyordu.
Bölgede IŞİD’i yaygınlaştırmaya çalışıyor, PYD ona karşı direnmeyi başarınca “IŞİD’e karşı savaş” bahanesi altında Suriye Kürtlerini kendisine bağlamaya çalışıyordu.
Sonuçta ABD, her noktaya el atıyor; ele geçiremediği yerleri karıştırıp, düzensizleştirip bırakıyordu. Bu kargaşa, ABD’nin çıkarlarını istediği gibi gerçekleştirmesini engelliyordu elbette; ancak rakiplerinin bölge hakimiyeti kurmasını da durdurmuş, geciktirmiş oluyordu. Kendisi güç kazanamazken, rakiplerinin güçlenmesini de önlüyordu. Ve genel olarak, Ortadoğu’nun savaşı, belli düzeyde ABD’nin inisiyatifi altında gelişiyordu.
Rusya’nın savaşa dahil olması, ABD’nin kurduğu bütün düzene (daha doğrusu düzensizliğe) tam bir darbe indirdi.
Rusya meşruiyetini sağladı
Başka koşullar altında, Rusya’nın savaşa bu biçimde dahil olması, ABD önderliğinde büyük bir karalama kampanyasını başlatırdı. Ancak bugün, ABD cılız itirazlar eşliğinde, Rusya’nın saldırılarını seyretmek zorunda kalıyor. Bunun nedeni, Rusya’nın, savaşa girmeden önce meşruiyetini sağlamış olmasıdır.
Bu meşruiyetin üç temel ayağı bulunuyor. Birincisi, Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı, uluslararası ve ikili anlaşmalar yönüyle meşru bir zemindeydi. İkincisi, IŞİD’e karşı savaşı ABD’nin veremeyeceği, hatta IŞİD’i ABD’nin besleyip güçlendirdiği biliniyordu; Rusya ise gerçekten IŞİD’i yoketmek amacıyla gidiyordu. Üçüncüsü ise, Aylan bebeğin yürek parçalayan görüntüsü ve onbinlerce Suriyelinin çaresizlik içinde yollarda çektiği acılar, Suriye’deki savaşı sorgulatmıştı. Bu başlıklara daha detaylı gözatalım.
Birincisi, Rusya’nın Suriye’ye askeri yardım yapması, Hafız Esad döneminden bugüne onyıllardır süren anlaşmaların sonucu olarak uluslararası hukuka uygundu. Üstelik Rusya, Suriye yardım istediği takdirde bunu fiili yardıma dönüştüreceğini söylüyor, Suriye de resmi olarak yardım istiyordu. Esad’ın gidip gitmeyeceği tartışmaları bir yana, Suriye’nin uluslararası hukuk nezdindeki resmi hükümeti, bugün Rusya’nın askeri desteğini istiyor. Bu koşullarda, ABD başta olmak üzere hiçbir güç, bu müdahaleye itiraz edebilecek durumda değil.
İkincisi, ABD’nin kurduğu uluslararası koalisyon, etkili bir savaş vermeyi başaramamıştı. Diğer taraftan Rusya Eylül ayı başında Suriye’deki savaşa ilişkin olarak, başta IŞİD olmak üzere “teröre karşı mücadelede uluslararası bir koalisyon” kurulması çağrısını yaptı. Eylül ayı başında Putin’in yaptığı bu çağrı, ABD’nin kurduğu koalisyonun başarısızlığı üzerinden gelişiyordu.
Üstelik Rusya bu sırada Irak, İran ve Suriye’nin içinde yer aldığı bir “istihbarat ve güvenlik paylaşımı anlaşması” imzalamıştı. IŞİD’e karşı savaşta istihbarat toplanması ve ortak operasyon yapılması için oluşturulan bu anlaşmanın koordinasyon merkezi Bağdat’a kurulmuştu. Yani Rusya, Irak’ı da IŞİD’e karşı savaşın etkin bir tarafı olarak kendi yanına almayı başarmıştı. Ve Suriye’nin resmi hükümeti, bu koalisyonun içindeydi. ABD’nin Suriye hükümetini yok sayan hamlelerine karşılık, Rusya en meşru ilişkiyi kurmuştu. Üstelik Türkiye, Ürdün, Suudi Arabistan gibi ülkelerin de, “IŞİD’e karşı savaşmak istiyorlarsa” bu koalisyona katılabileceklerini duyurmuştu.
Bunun yanında, ABD’nin sadece muhalefet oluşturma çabasının değil, IŞİD’e karşı savaşının da etkisiz kaldığı artık açıkça itiraf ediliyordu. Rusya’nın savaşa girmesi, IŞİD’e karşı zafer kazanılacağı duygusunu güçlendirdi.
ABD, ÖSO’yu kurmak ve güçlendirmek için yıllarca uğraştı, ama her aşamada ÖSO tekrar dağılıyordu.
“Eğit-donat” adı verilen bir projeyle ABD 5 bin kadar muhalifi silahlandırıp eğitmeyi ve Suriye’de hem Esad’a hem de IŞİD’e karşı savaştırmayı planlamıştı. 500 milyon dolar ayrılan bu projede, eğitilip donatılan muhaliflerin tümü ya radikal İslamcı çetelere esir düşmüş, ya silahlarıyla beraber onlara katılmış, ya da bir anda ortadan kaybolmuşlardı. 500 milyon dolar harcanarak eğitilen 5 bin savaşçıdan, sadece 5-6 kişi kalmıştı geride.
IŞİD’in bir ABD projesi olduğu, sayısız belge ve itirafla zaten açığa çıkmış durumda. IŞİD, Irak ve Suriye’nin, iktidardan düşürülmüş Sünni aşiretleri sayesinde hızla büyüyen bir silahlı güç. ABD, IŞİD’i bölgedeki hegemonyasını artırmak için kullanıyordu. Mesela Kobane’ye saldırtıyor, böylece PYD’nin ABD ile işbirliği yapmasını kaçınılmaz hale getiriyordu. Ya da Irak hükümetini, ABD yardımı talep etmeye mecbur bırakıyordu. Ancak IŞİD’in gerçekleştirdiği katliamlar dünya halklarının nefretini çekiyordu. Emperyalist kurumlar bile bu vahşete sessiz kalamıyor, IŞİD’in ne kadar büyük bir tehlike ve tehdit olduğunu ifade etmek zorunda kalıyorlardı. Dünya kamuoyu, IŞİD’in yokedilmesi gerektiği konusunda birleşmişti.
ABD’nin IŞİD’e karşı savaşının göstermelik olduğu da biliniyordu. Böylesi bir bombardımanla, IŞİD yıllar boyunca yaşamaya ve bölgede vahşet estirmeye devam ederdi. Ancak Rusya, daha ilk hamlede doğrudan IŞİD karargahlarını bombalayınca, uluslararası kamuoyunun da desteğini almış oldu. Çünkü Rusya, “IŞİD’e karşı savaşmak” amacıyla Suriye’ye geldiğini göstermişti.
Üçüncüsü, Aylan bebeğin görüntüleri, dünya halklarında mülteci dramının bitmesi için harekete geçme duygusunu uyandırdı. Sorunun kaynağı belliydi: ABD, Suriye’de bir savaş çıkardığı için 7 milyon kadar Suriyeli savaştan kaçıyordu. Bunların 3 milyona yakını Türkiye’deydi ve Türkiye’de insanca yaşam koşulları bulamadıkları için Avrupa’ya geçmeye çalışıyorlardı. Önemli bir kısmı için, Yunan adalarına giden yol, genellikle bir ölüm yolculuğuydu. Onbinlercesi de yollara düşmüş, Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken en vahşi saldırılara, aşağılamalara, polis şiddetine maruz kalıyorlardı.
Sorunun çözümü de son derece basitti: IŞİD ve radikal İslamcı çeteler Suriye’den (ve Ortadoğu’dan) silinirlerse, savaş biterse, bu insanlar kendi topraklarına geri döneceklerdi. Ne yollarda çaresizce ölümler, ne Avrupa’ya gitmeye çalışan yüzbinler, ne göç, ne ikinci sınıf insan muamelesi… Savaş bittiğinde mülteci sorununun ana kaynağı da çözülmüş olacaktı.
Bu koşullarda, ABD’nin savaştan beslenen ve savaşı uzatan tutumuna karşılık, Rusya, savaşı bitirme kararlılığıyla Suriye’ye girmişti. Salt hümanist nedenlerle bile olsa dünya halkları içinde önemli bir kısım, Aylan bebeğin ardından Rusya’ya bir kurtarıcı gözüyle bakmaya başladı.
Bu koşullar altında, Rusya’nın Suriye’de bir savaşa başlaması, diğer emperyalist ülkelerin ses çıkartamadığı bir durumdu. Dünya halkları nezdinde ise, önemli bir kısmı, Ortadoğu’daki bu vahşi savaşı bitirecek güç olarak Rusya’yı destekledi.
Rusya Suriye’yi bırakmaz
Suriye’de savaşın başladığı günden bugüne, Rusya’nın Suriye’ye açıktan destek vermiyor oluşu, birçok kesimde soru işareti yaratıyordu. Genel düşünce, Rusya’nın ABD ile anlaştığı, ABD’nin planlarına uyacağı doğrultusundaydı.
Oysa biz, birincisi, 1999 Kosova savaşından bugüne Rusya ile ABD’nin uzlaşmaz çıkarları olduğunu, zaman zaman uzlaşma görüntüsü verseler bile, bunun geçici geri çekilme ve güç toplama amacını taşıdığını her yazımızda belirttik. İkincisi, Suriye’nin Rusya açısından stratejik önem taşıdığını, Suriye’ye verdiği desteği hiçbir koşulda kesmeyeceğini de yine konuyla ilgili her yazımızda tekrar tekrar ifade ettik.
Suriye, Rusya açısından vazgeçilmez önem taşımaktadır. Çünkü Suriye, Rusya’nın Ortadoğu petrollerine erişiminde en önemli kapısıdır. Üstelik bu kapının bir ucu Akdeniz’dedir. Rusya’nın Akdeniz’e ilişkin bütün planları, Suriye’nin üs vermesine ve lojistik noktası olmasına bağlıdır. Rusya’nın klasik “sıcak denizlere açılma” politikası için Suriye en önemli unsurdur. Ve burayı ABD’ye kaptırması, Rusya’nın hegemonya savaşında çok ağır bir yenilgi alması anlamına gelecektir.
Bu koşullarda Rusya, 2011’de Suriye’de muhalefet hareketinin örgütlenmeye başlamasından itibaren, Suriye’ye desteğini kesmemiştir. Ancak Rusya, stratejisinde sabırlı ve dikkatli davranmıştır. Uzunca bir süre bu desteği perde arkasından ve gizlice yürütmüştür; Suriye’nin kaderini belirleyecek önemli eşiklerde ise açık tutum almış, BM kararlarında veto yetkisini kullanmıştır. Suriye’deki savaşı sonlandıracak adımlar atamasa bile, Esad’ın nihai olarak yenilmesine neden olacak hiçbir koşulun oluşmasına da izin vermemiştir.
Bunda en önemli etken, uluslararası koşulların yeterince olgunlaşmadığını görmesidir. Zira yukarıda anlattığımız gibi, bu koşullar olgunlaştığı anda, Rusya doğrudan savaşa girmiştir.
Bu süreçte, dış koşulların yanısıra, Rusya başka-öznel bir sorunu daha çözmek zorunda kalmıştır: Ukrayna’daki savaş. ABD’nin Rusya’yı geriletmek için başlattığı Ukrayna savaşı, Kırım gibi son derece büyük stratejik öneme sahip bir kentin, Rusya tarafından ilhak edilmesiyle sonuçlandı, Batı dünyası da bu durumu kabullenmek zorunda kaldı. Dahası, Ukrayna’nın birçok kenti bağımsızlık ilan etti; Ukrayna’da Rusya karşıtı savaşı başlatıp sonrasında yönetime gelenler kendi içlerinde savaşmaya başladı; Ukrayna bir iç savaşın yükünü omuzlamış bir halde ortada bırakıldı. Savaşı (Rusya karşıtı darbeyi) başlatan Batı dünyası, Ukrayna’nın bir enkaza dönmesini de, Rusya’nın zaferini de seyretmek zorunda kaldı. Ve sonuçta, Ukrayna’daki savaşı stabil hale getiren, Kırım konusunda tüm tartışmaları bitiren Rusya, Suriye’ye daha rahat koşullarda müdahil olabildi.
Rusya’nın Suriye’deki savaşa girmesini zorunlu kılan bir unsur daha var: Suriye’deki Kafkas savaşçılar. Sadece İdlib’de, çoğu Çeçen 10 bin Kafkasyalı savaşçının olduğu biliniyor. Rusya açısından Çeçenistan bağımsızlık savaşını bitirmek ve Çeçen savaşçıları yenmek oldukça zorlu geçmiş, Rusya’nın da yıpranmasına neden olmuştu. Şimdi bu Çeçen ve Kafkas savaşçılar, Suriye’de kendilerine yeni bir yaşam alanı buldular. Önemli bir kısmı IŞİD, diğerleri de “ılımlı” kabul edilen radikal İslamcı çetelerin içinde savaşıyorlar.
Ancak bu çeteler, savaşı sadece Suriye ile sınırlı tutmuyor, Rusya içine taşımanın, Rusya içinde örgütlenmenin yollarını da arıyorlar. Türkiye üzerinden giriş çıkış yaparak, Çeçenistan ile bağlarını güçlü tutmaya çalışıyorlar. Bu koşullarda, radikal İslamcı çetelerin Suriye’deki başarıları, savaşın Rusya’ya sıçramasını da getirecektir. Ezici çoğunluğu başka ülkelerden gelen IŞİD’çiler ve diğer radikal İslamcılar, savaşı kendi ülkelerine de taşıyacaklardır.
Rusya, bugün Suriye savaşında, Çeçen ve Kafkas İslamcı grupları özellikle hedef alıyor. Çünkü Rusya, bu çetelerle savaşmayı kendi iç politikası açısından yaşamsal görüyor. Ve tam da bu nedenle, onları basitçe yenilgiye uğratmayı değil, imha etmeyi planlıyor. Bu durum dikkate alındığında, Rusya’nın radikal İslamcılara karşı olan savaşının daha gerçek ve daha etkili olacağı beklentisi, hiç de boşuna değil.
PYD ne yapacak
Rusya tarafından yapılan bütün açıklamalarda, Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan sadece iki güç olduğu; bunların da resmi Suriye ordusu ve “Kürt milisler” olduğu özellikle belirtiliyor.
Suriye ve Rusya, savaşın başından itibaren Kürt bölgesini kendilerine bir tehdit değil, açık veya dolaylı “müttefik” olarak gördüler, öyle ele aldılar. Savaşın başında Kürt bölgesinden çekilip PYD’ye terketmeleri, bu bakışın ürünüydü. PYD de buna uygun davrandı. Kendi topraklarını korumanın ötesine geçmedi, Esad’a karşı savaşa hiçbir dönemde girmedi. Üstelik bu konuda Öcalan tarafından büyük bir baskı altında alınmasına rağmen, Suriye’deki koşullar PYD’nin “Esad karşıtları” arasında yer almasını fiilen engelledi. Ta ki Kobane direnişine kadar…
IŞİD’in Kobane saldırısının hedeflerinden biri de, PYD’nin ABD ile işbirliğine başlamasını zorlamaktı. Öyle de oldu. PKK’nin ve Barzani’nin yoğun baskısı sonuç verdi; PYD, IŞİD’e karşı savaşmak için ABD yardımına başvurmak zorunda kaldı.
Ancak o dönemde de yazdık; bu işbirliğini, olağan dönemlerdeki bağımlılık ilişkisi ile karıştırmamak gerekir. Suriye’nin ve Suriye’deki savaşın nesnel koşulları, bu işbirliğinin ne kadar ve ne düzeyde süreceğini belirsiz kılmaktadır.
Gerçekten de, Kobane sonrası PYD ile ABD’nin ilişkisi, inişli-çıkışlı bir evre yaşadı. Geçtiğimiz Mayıs ayında, PYD’nin ABD hava desteğiyle Tel Abyad’a girmesi, bu ilişkinin doruğu olmuştu. Sonrasında ise dengeler yine değişti.
Burada sorun, ABD’nin sürekli olarak Türkiye ile PYD arasında kalması, iki tarafı da memnun edecek bir politika üretme çabasıydı. ABD sürekli dengeleri gözetmek zorunda kalıyordu. Mesela PYD’ye Tel Abyad’ı vererek Kobane ile Cizire kantonlarının birleşmesini sağlarken, Afrin ile Kobane arasındaki Cerablus-Mare hattını Türkiye’ye bırakmıştı. PYD’nin Kobane’nin batısına doğru ilerlemesinin önünü kesti, Türkiye’ye Cerablus-Mare hattında güvenli bölge oluşturması iznini verdi. Ve elbette iki tarafı da memnun edemedi.
Bir başka örnek Kandil’in bombalanması sırasında yaşandı. ABD, Suriye’nin bombalanması için İncirlik üssünün kullanımı iznini aldı Türkiye’den, karşılığında Türkiye’nin Kandil’i bombalamasına sessiz kaldı. Ancak bu taviz ve ardından Türkiye’de birçok ilçede Kürt halkına dönük vahşi saldırıların başlaması, Kürt hareketinin sadece Türk devletine değil, ABD’ye karşı da tepki göstermesine neden oldu. PKK ve PYD, Kürt halkına dönük saldırılarda ABD’nin parmağı, en azından tavizi olduğunu gördüler. Üstelik bugüne kadar ABD, Kürt hareketine verdiği hiçbir sözü tutmamış, her kritik aşamada Kürtleri ortada bırakmıştı. Irak’ta Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan etmesinin onyıllardır ertelenmesi, bunun en çarpıcı örneğidir. Keza, Türkiye’de Kürt halkına dönük saldırı ve katliamlar sürerken, ABD, Rojava’da bulunan 1000 kadar PKK gerillasının Türkiye’ye dönmesine ve bu saldırılara yanıt vermesine izin vermemiştir.
Üstelik bu savaş boyunca, hem Rusya hem de Esad hükümeti, PYD ile ilişkileri iyi tutmak için çaba harcamışlardı. Rusya, Suriye’nin geleceğinin konuşulduğu uluslararası toplantılara PYD’nin de katılmasını isteyen ilk ülkedir mesela. Keza Rusya’da yapılan birçok toplantıya PYD de çağrılmış, ayrıca birçok defa ikili görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Yanısıra, Suriye konuyla ilgili her açıklamasında, “savaş bittikten sonra”, Rojava için karşılıklı görüşmelerle uygun bir çözüm bulunacağı yolundaki sözleri tekrarlamaktadır.
PYD ve PKK ise bu ilişkiye açık kapı bırakmaktadır. PYD lideri Salih Müslim ile, HDP eşbaşkanı Demirtaş’ın 2015 yılı başında Rusya’ya ziyaret gerçekleştirmesi, sonrasında Müslim’in bir biçimde ilişkiyi ve görüşmeleri sürdürmüş olması önemlidir.
Hem ABD, hem de Rusya PYD’yi kazanmayı hedeflemektedir. Çünkü PYD, Kobane direnişinden buyana, IŞİD vahşetine karşı etkili bir savaş yürüten tek güçtür; ve dünya halklarının gözünde, Suriye’deki en meşru savaşı vermektedir. Bu meşruiyeti yanına çekebilen emperyalist ülke, savaşta önalacaktır.
Bir taraftan ABD’nin Türk devleti ve AKP karşısında tavizler vererek Kürt halkına dönük saldırılara göz yumması, diğer taraftan Rusya’nın böylesine aktif olarak Suriye savaşına katılması, Kürt hareketinin durumunu etkileyecektir. Bugün için PYD ile ABD’nin askeri ilişkileri daha yakın biçimde sürmekte, istihbarat paylaşımının yanısıra ABD salt Rojavalılara dönük olarak “eğit-donat” hazırlığı yapmaktadır; bununla birlikte siyaseten Kürt hareketi ABD’ye karşı güvensizlik biriktirmektedir. Diğer taraftan, henüz askeri bir ilişki kurulmamakla birlikte, siyaseten Rusya ile yakınlaşmanın sözkonusu olduğunu görmek zor değildir. Sürecin nasıl şekilleneceği, Rusya’nın radikal İslamcılara dönük saldırılarının ne kadar etkili olacağına bağlıdır.
AKP’nin planları çöpe
Rusya’nın savaşa girmesi, AKP’nin bugüne kadar Suriye savaşına ilişkin bütün planlarının çöpe atılması anlamına geliyor. Hem de birçok yönden.
Öncelikle, AKP savaşın başından itibaren Türkiye’nin sınırında “güvenli bölge” oluşturma “iznini” almak için büyük çaba harcamış, nihayet bu konuda bir yol bulabilmişti. Cerablus-Mare hattında, yani Kobane ile Afrin kantonları arasında kalan bölgede, kendi desteklediği İslamcı çeteleri konuşlandıracaktı. Böylece, Türkiye savaşa girmeden, savaşta daha çok söz hakkına sahip olacaktı. Şimdi bu bölgenin 150-160 km yakınında Rusya askeri tahkimat yapıyor. Ve sözkonusu bölgenin “güvenliği”ni Rusya sağlayacağı için, Türkiye’nin “güvenli bölgesi”ne ihtiyaç kalmıyor.
Bununla bağlantılı olarak, yine AKP’nin başından beri savunduğu “uçuşa yasak bölge” planı da çöpe atılıyor. Suriye göklerinde Rus uçakları istedikleri gibi uçacak, Suriye’nin resmi sınırları içindeki herhangi bir noktayı istediği gibi bombalayabilecek.
Bu durum, İsrail’i de doğrudan ilgilendiriyor. İsrail zaman zaman Suriye hava sahasını ihlal ederek cihatçılara saldırılar düzenliyor. Rusya artık buna izin vermeyecektir.
İkincisi, sözkonusu hat Türkiye’nin radikal İslamcı çetelere verdiği destek için hayati önem taşıyor. Bu çetelerin silahlandırılması, lojistik ihtiyaçlarının karşılanması, yaralıların çekilmesi için cephe gerisinin oluşturulması ve tabi ki cihatçıların serbestçe girip çıkabilmesi için, Türkiye sınırında kontrolsüz bir geçiş bölgesinin olması zorunlu. Rojava sınırının bu kadar genişlemesi, Türkiye ile cihatçı çeteler arasındaki geçişleri de sıkıntıya sokan bir unsur olmuştu. AKP, Tel Abyad’ın Rojava’ya verilmesine bu nedenle çok öfkeliydi. Rusya, kalan geçiş noktasını da daraltan bir temizlik harekatı planlıyor.
Bu öylesine bir plan ki, gerçekleştiğinde Suriye savaşında bir dönüm noktası olacaktır. Türkiye’den destek alamayan ve sıkıştığında Türkiye’ye kaçamayan cihatçıları imha etmek kolaylaşacaktır. Yani aslında, Suriye savaşının bugüne kadar sürmesinin en önemli nedeni, Türkiye’den cihatçı trafiğidir. Rusya da bunun farkındadır.
Üçüncüsü, savaşın başından itibaren, Türkiye kendi politikasını “Esad gitsin”e kitlemiş durumdadır. ABD bile birçok defa, değişen dengeleri gözeterek “Esad’lı çözüm olabilir”, “Esad’lı geçiş olabilir” gibi esnemeler yapmak zorunda kalırken, AKP, “Esad gitsin” dışında seçenek tanımamaktadır. Rusya’nın sahneye çıkması, Esad’ı kalıcılaştırmaktadır. Türkiye’nin bir dayanak noktası da burada kırılmaktadır.
Dördüncüsü, Suriye ve Rusya’nın PYD ile kuracağı ilişkiler, Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. Sadece Suriye içinde ne kadar toprağa sahip ve ne kadar etkin olacakları yönüyle değil, PKK’ye olan etkisi yönüyle de bu çok önemlidir. Rusya, PKK ve PYD’yi birlikte kazanmayı hedeflemektedir. Bu gerçekleşirse, Öcalan’ın durumundan Türkiye’deki özerklik sorununa, Barzani’nin Irak’taki konumundan “Kürt birliği” tartışmalarına kadar pekçok şeyi doğrudan etkileyecektir.
Rusya’nın Suriye’ye girmesi AKP’nin tüm hesaplarını altüst eden, Suriye’ye dönük çıkarlarını bozan bir adımdır. Ancak toplam enerjisinin yüzde 75’ini Rusya’dan alan, enerji konusunda Rusya’ya mutlak bağımlı durumdaki Türkiye’nin buna karşı durup duramayacağı belirsizdir.
* * *
Bugüne kadar Suriye’deki savaşın “kurallarını” asıl olarak ABD belirlemişti. Zaten savaşı başlatan da oydu. Yani savaş, ABD’nin savaşıydı. Rusya, Çin ve İran elbette bu savaşın tarafıydılar. Ve ABD’nin planlarının bozulmasında oldukça önemli bir rol oynadılar. Ancak herşeye rağmen, onların oynadığı rol daha gerideydi, perde arkasındaydı, örtülüydü. ABD’nin asıl hedefi olan Esad’ın devrilmesini engelliyorlardı, ancak savaşı Esad’ın lehine çevirecek hamlelere de girişmiyorlardı.
Rusya’nın son müdahalesi, bu yönde köklü bir değişiklik başlattı. Suriye topraklarında fiilen askeri varlığını kurdu; muhaliflere karşı bombardımana başladı. Üstelik, sadece IŞİD’e karşı değil, ABD’nin ve Türkiye’nin doğrudan desteklediği ÖSO, el Nusra, Ahrar-uş Şam gibi radikal İslamcı çetelere de bombardıman gerçekleştirdi. Zaten Suriye topraklarında Esad hükümeti ve Kürt milisler dışında meşru bir güç tanımadığını açıkça söyleyerek, ABD’nin muhaliflerine karşı savaşacağını da ortaya koymuş oldu.
Bu savaşı, Suriye ve İran gibi safı belli olan ülkelerin yanında Irak’ı da içine alan bir koalisyonla sürdüreceğini açıklaması, Ortadoğu dengelerinde çok önemli bir dönüm noktasını ifade etmektedir. ABD’nin halen işgali altında olan, ama bir türlü kontrol edemediği Irak, artık resmi olarak Rusya’nın yanında yer aldığını göstermektedir.
En önemlisi, savaş artık “ABD’nin savaşı” değil; tersine ABD’nin hızlı biçimde devre dışı kaldığı bir savaş yürütülüyor. Öyle ki, Rusya IŞİD’e karşı zaferler kazandıkça, ABD’nin Suriye’de askeri varlığını bulundurmasının meşru zemini de yokolacak, ABD 2003’te başlattığı Irak savaşının ardından, bütün Ortadoğu’yu kaybetmiş olarak geri çekilmek durumunda kalabilecektir.
Elbette ABD buna karşılık yeni hamleler geliştirecektir. Rusya’nın saldırısı ile birlikte planları yerle bir olan AKP’nin de ABD ile daha yakın bir ilişkiye girmesi olasıdır. Ancak Ortadoğu savaşının dünya genelinde yarattığı yorgunluk, savaşın sonuçlarının oluşturduğu kamuoyu baskısı öylesine güçlüdür ki, Rusya askeri başarılar elde ettiği koşulda, ABD’nin yeniden savaşın inisiyatifini ele geçirme ihtimali giderek düşmektedir.